dore okulları
Malatya
26 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.46
  • EURO
    34.74
  • ALTIN
    2439.1
  • BIST
    9908.63
  • BTC
    63578.26$

Nereye bu gidiş?


Nereye bu gidiş?
Adem İnsanoğlu'nun sıcak gündeme dair çarpıcı analizi...
Narin

Ülkemizde o kadar hızlı gelişmeler yaşanıyor ki; hangi konuyu yazacağımızı bilemiyoruz. İçinde bulunduğumuz bölgenin tarih boyunca önemli olaylara tanıklık etmesi, tarihin bu bölgeden başladığının kabul edilmesi, stratejik ve jeopolitik olarak önemli bir bölge olması hasebiyle; sürekli değişen bir gündeme sahibiz. O kadar çok yazılacak konu oluyor ki daha kalemi elinize almadan farklı farklı konular ortaya çıkıyor. Yerel konuları yazmak bir tarafa, ülke gündemini bile yazamadan, uluslararası bir konu gündemimizi meşgul ediyor. Halbuki bizim öncelikle kendi şehrimizden başlayarak yazmamız gerekir. Fakat olaylar o kadar mühim ve büyük ki şehrinizin sorununu görmeniz mümkün değil.

7 Haziran seçimlerinden sonra henüz bir hükümet şekillenemedi. Yaklaşık 50 gün boyunca hükümet kurulacağına dair bir emareye denk gelmedik. HDP'nin terör örgütü ve uluslarüstü amirlerine bağımlı siyaseti, MHP'nin ana muhalefet olma sevdası ve CHP'nin kendi içerisindeki parçalanmış yapısı; koalisyon hükümetini imkansız hale getirmiş durumda. Böyle bir durumda Ak Partinin ya transferler yoluyla ya da partilerden birinin desteğini alarak, azınlık hükümeti kurması gerekiyor. Görünün o ki bu da mümkün değil. Böyle bir durumda yeni bir seçim kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.

Son Olaylar Seçimi Etkiler mi?

Birçok kişiye göre son yaşanan olaylar seçim sürecine etki edecek. Etki etmeyeceğini düşünmek zaten ahmaklık olur. Fakat Ak Partinin seçime yatırım amacıyla, bu operasyonları yaptığını iddia etmek vicdansızlık olur diye düşünüyorum. Aslında Ak Partili yöneticiler ve Reis-i Cumhur, açılım ve barış sürecinde sonuna kadar gitme konusunda kararlıydılar. Öyle ki siyasi hayatlarına mal olsa bile bu sorunu çözmenin derdine düşmüşlerdi. Hatta 7 Haziran seçimlerinde kaybedilen oyların büyük çoğunluğu, açılım sebebiyle kaybedilen oylardı. Fakat seçim sonrası yaşanan olaylar ile terör örgütleri iyice zıvanadan çıktı. Ak Partinin tek başına iktidar olmaması birilerinin zafer sarhoşluğu yaşamasına sebep oldu. 20 vekilli HDP'nin 80 vekille mecliste yer almasıyla, -terör örgütü dahil- sürecin tüm aktörleri bu sarhoşluğun etkisinde kaldılar. Akıllarınca Kürdistan kurma hayalleri gerçeklemiş oldu. Uluslarötesi kuruluşlar ve medyanın etkisi ile bu durum biraz daha vahim bir hal aldı. Vaziyet o kadar değişti ki; terör örgütü yandaşları ve paydaşları iyice zıvanadan çıktılar. Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bunlara karşı operasyon yapması, kaçınılmaz bir hal aldı ve düğmeye basıldı. Türk uçakları havadan Kandil'i bombaladıktan sonra birilerinin akılları başlarına geldi. Aslında devletin yaptığı doğru olandı ve vatansever herkesin buna destek olması gerekiyordu, fakat herkes işine geldiği gibi yorumladı.

Yapılan operasyonlar sonrası olası bir erken seçimde, Ak Partinin oylarını arttıracağı kesin. Fakat operasyonun oy için yapıldığını iddia etmek aptallıktır. Eğer öyle olsaydı, Ak Parti en güçlü olduğu zamanda, daha fazla operasyon yapar, daha fazla oy alırdı. Fakat hükümet ve devlet; rotayı çatışma ve savaştan ziyade, uzlaşı ve barıştan yana çevirmişlerdi. Bu operasyonlar ile ilgili çizgisi net olmayan bir MHP, olası erken seçimde baraj altında kalırsa şaşırmam. Doğrusu şaşırdığın şey; bu tür olaylarda sürekli hükümetin arkasına duran Devlet Bahçeli'nin bu operasyonlar sonrası net bir açıklama yapmamasıydı. Zannımca Devlet Bey'in kafası ve zihni fazlasıyla karışık.

Açılım Süreci Bitti mi?

HDP'nin şu anki durumu; zeki fakat şımarık ilkokul çocuklarının haline benziyor. Selahattin Demirtaş'ta öyle. Demirtaş, zekasına biraz da şımarıklık ekliyor. Özellikle 80 vekil çıkarınca, ayakları tamamen yerden kesilmiş durumda. Kendilerini büyük bir zafer kazanmış addediyorlar. Parti içerisinde akil sayılacak kişilerin ise hiçbir fonksiyonu yok. HDP içerisindeki bayan vekillerin militanca davranışları ise gün gibi ortada. HDP kendisini masanın güçlü olan tarafı olarak görüyor. Gerçekte Kandil'den çıkacak karar göre hareket eden HDP'nin bu tavrı, açılımın önündeki en büyük engel. Bu şartlar altında açılımı devam ettirmeniz zaten mümkün değil. Aslında Cumhurbaşkanı da hükümette sürecin devam etmesinden yana. Fakat HDP artık o kadar zıvanadan çıkmış ki; oturup konuşulacak bir ortam bulunmuyor. HDP; paralelciler ve onların dış bağlantılarını arkasına alarak, çok güçlü olduğunu zannediyor ama durum hiçte öyle değil. Aslında 7 Haziranda hükümetin bir parçası olabilirlerdi fakat kendilerine verilen talimatlara göre hareket ettiler. Önlerine gelen fırsatı ellerinin tersiyle ittiler. Bugünden sonra bir daha aynı gücü ve konumu yakalayacaklarını zannetmiyorum. Daha güçsüz bir HDP ile açılımın devam ettirileceğini düşünüyorum. Aksi halde süreç biter. Fakat verilmiş haklar asla geri alınmayacaktır.

Operasyonlar Neden Yapıldı?

Açılım ile birlikte Doğu ve Güneydoğu'da sakin bir ortam hakimdi. Bu sakin ortam içerisinde gerek terör örgütü gerekse devlet daha rahat hareket imkanı buldu. Ara sıra oturup sohbet ettiğimiz istihbaratçı dostlarımız, her ne kadar açılım sürecinden dolayı ortam sakin görünse de devletin iyi yığınak yaptığından bahsediyorlardı. Olası bir olumsuz durum karşısında, devletin tüm birimleri ile tetikte beklediğini ve tek emirle gerekenin yapılacağını söylüyorlardı. Bazı dostlarımız "kafalarını bile kıpırdatamazlar" diyordu. Doğrusu eylem yapma ihtimali olan kişilerin tamamı, devlet tarafından biliniyor ve takip ediliyordu. Operasyonlar başladıktan kısa bir süre sonra bine yakın kişinin gözaltına alınması bunun en bariz göstergesi. Şimdi birilerinin aklına, "madem öyle neden Suruç hadisesi yaşandı" şeklinde bir soru gelebilir. Bize göre Suruç olayı, içerisinde her türlü ihanetin bulunduğu ve çözümlenmesi zor bir olay ve biz Suruç gibi onlarca olayın Devlet tarafından önlendiğini iyi biliyoruz. Devlet yaptığı operasyonlar ile düşmanlarına, "sizi tanıyorum" mesajı verirken; Ak Parti, kendisini PKK ve DAİŞ ile işbirliği yapmakla suçlayan kişilere, öyle olmadığını gösteriyordu.

Aslında Suriye meselesinin ilk gününden beri Türkiye meselenin tarafıydı. Milyonlarca Suriye'li halen ülkemizde sığınmacı olarak barındırılmakta. Ülkemiz artık 50-100 senelik planlar yapan bir ülke olması hasebiyle, en önemli sınır komşusu olan Suriye'nin geleceğine elbette ki etki etmek zorunda. Sınırında yaşanan olaylara, müdahil olmamak aptallık olur. Devlet bu ahval içerisinde Suriye'de bulunan çeşitli birliklere dolaylı ya da doğrudan yardım etmiş olabilir. Bu gurupların DAİŞ'le bağları olabilir ya da olmayabilir. Kimin kimi vurduğu ve kimin kimin adamı olduğunu bilmediğiniz bir ortamda, size düşen kendi milli menfaatlerinizi korumaktır. Nitekim ülkemizde bunu yapmaktadır. Yoksa kimse DAİŞ'e silah vermiş değildir.

Suruç Hadisesini Nasıl Okumak Gerekir?

Başta, insanların ölümü üzerinden rant devşirmeye çalışan ve bundan siyasi çıkar sağlamaya çalışanlara lanet okumak gerekir. Suruç hadisesi, üzerindeki sis perdesi henüz aralanmamış bir hadise. Görünen o ki; uluslararası güçlerin kontrolünde, bir ihanet şebekesi tarafından gerçekleştirilmiş elim bir hadise. Paralel örgüt her yönüyle bu olayın bir tarafında duruyor. O kadar kafa karıştıran ve üzerinde düşünülmesi gereken konu var ki; içinden çıkamıyorsunuz. Fakat özellikle 6-7 Ekim olaylarının benzeri bir olayın tertiplenmek istendiğini düşünüyorum. HDP ve Paralel yapının birlikte hareket etmesi ve ülkede çıkarılacak bir kaos ortamının faturası; Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Partiye çıkarılacaktı. Bombacı her ne kadar DAİŞ militanı olsa da, hadise çok yönlü bir hadise.

Peki Neden 6-7 Ekim Gibi Olmadı?

6-7 Ekim tarihlerinde devlet yönetimi halen açılım süreci ile ilgileniyordu. O zamanlar masanın diğer tarafında oturulup konuşulacak bir ekip vardı. Fakat şimdi durum daha farklı. Ayrıca o zaman paralel yapı üyeleri henüz tasfiye edilmemişlerdi. Şimdi ise paralel yapı üyeleri tasfiye edilmiş durumda ve eylem yapma ihtimali olan herkes anında yakalanıp, derdest ediliyor. Önceleri görmezden gelinen hatta yapılmasına yardım edilen eylemler, şimdi zamanında alınan önlemler ile başlanmadan sona erdiriliyor. Eylem yapma ihtimali olan herkes devletçe biliniyor ve gerekli işlemler yapılıyor. Bazı ufak tefek alçak olaylar dışında, büyük olaylar yaşanmıyor. Bundan sonra yaşanacağını da düşünmüyorum.

Bundan Sonra Ne Olacak?

Ne PKK ve uzantıları ne de DAİŞ tarafından yaşananlardan daha büyük çaplı bir eylemin gerçekleşeceğine ihtimal vermiyorum. Devlet içerisindeki ihanet şebekeleri faaliyete geçmedikçe, yaşanma ihtimali olan bütün eylemler için devletin tedbir aldığını biliyorum. Ufak çaplı bazı eylem ve elim hadiseler yaşanabilir ama büyük bir eyleme fırsat verilmez. Yani 6-7 Ekim benzeri olayların yaşanma ihtimali yok. DAİŞ henüz tam olarak çözümlenememiş bir örgüt olması hasebiyle, bazı intihar olayları gerçekleştirebilir fakat büyük çaplı olacağını düşünmüyorum. PKK'nın ise kelimenin tam anlamıyla gafil avlandığını düşünüyorum. Kanımca onlar; açılım sürecindeki rahat hareket etmelerinden mütevellit, artık "Türkiye bize birşey yapamaz" inancındaydılar. Halbuki devlet onları adım adım takip ediyordu. Bunu ancak ilk operasyondan sonra anladılar. Bu saatten sonra devlete aracı göndereceklerini ve "vurmayın, anlaşalım" diyeceklerini düşünüyorum. Nitekim HDP'nin ağız yapısı bu hale dönmeye başladı bile.

Amerika-İran İlişkisi!

Amerika ve İran; yasak aşk yaşayan iki kişi gibi geliyor bana. Geçtiğimiz günlerde yaptıkları anlaşma ile bu ikili ilk defa bir arada görüntülendiler. Aslında sürekli bir aradaydılar ve İran tarih boyunca İslam Dünyasına olan ihanetini devam ettiriyordu. Şimdi bu yasak aşklarından bir veled-i zina dünyaya getirmek istiyorlar. Yani Suriye'de yeni bir devletçik kurmak istiyorlar. Bunun önündeki en büyük ve tek engel Türkiye. Türkiye bu süreçte elindeki kozları iyi oynamalı. Aksi takdirde bu ikilini birlikteliğinden doğacak olan devlet, en fazla Türkiye'nin başını ağrıtır. Türkiye'nin İncirlik Üssünü kullandırmasını bu minvalde değerlendirmek gerekiyor. Türkiye'nin bu konuda en büyük zaafı; devlet içerisinde var olduğu söylenen İran bağlantılı kişiler. Kilit noktalarda olduğu iddia edilen bu kişilerin ne yapacağını zamanla göreceğiz. Eskiden İran'a bağlılık yenini eden ve şimdilerde;  "İran hurması yerken, cocacola içmiş gibi oluyorum. O denli İran'dan nefret ediyorum" diyen ve giderek devlet içerisinde yeni bir paralel yapıya dönüşen gurupların tavırları da merak ettiğim bir başka husus. Amerika ve İran birlikteliğinde dikkat çeken bir başka husus ise; Amerika'nın bir başka çocuğu olan paralel yapının tavrıydı. Her platformda, "devlet içerisindeki acem uşaklarıyla mücadele ettiğimiz için, bunlar başımıza geldi" diyen paralelciler; Amerika-İran anlaşmasından sonra, neredeyse halay çekeceklerdi. Bu aslında onların gerçek yüzlerini gösteren en önemli konulardan bir tanesiydi. Bundan sonraki tavırlarını da zamanla göreceğiz.

Ve Malatya...

Aslına bugün Malatya'yı yazmak istiyordum. Uzun bir zaman ara verdiğim yazılarımın ilkinin Malatya olmasını düşünüyordum. Fakat yukarıda belirttiğim gibi, o kadar hızlı gündem değişiyor ki şehrinizle ilgili yazamıyorsunuz. Büyükşehir olan fakat bir türlü değişimi yakalayamayan, yeni bir cadde açılmayan, hep aynı cadde ve parklar üzerinde yapılan değişiklikleriyle ön plana çıkan Malatya'yı yazmak istiyordum. Motaş'ı, Esenlik'i, trambüsü, ulaşımı,  park sorununu yazmak isterdim. Çöp toplamayla övünen metropol ilçe belediyelerini yazmak isterdim. Yolda yürümesini bilmeyenlerin itfaiyeci yapıldığı, yangınlara müdahale edemeyen itfaiye teşkilatını yazmak isterdim. Millete kan kusturan ve halen teşkilatını kuramayan Maski'yi yazmak isterdim. Başkanın belediye kesesinden yaptığı gezileri haber olarak veren, dağ başına şemsiye sokak absürtlüğü yapan, hiçbir projeleri olmayan; ilçe belediyelerini yazmak isterdim. Fakat bugünlük bunları yazamayacağım.

Malatya'da gündeme gelmeyen bir başka konu ise; kayısı don paraları. Malum kayısıda yaşanan don felaketi sonrası seçimlerden önce Malatya'ya gelen Başbakan Ahmet Davutoğlu, çiftçimize kayısı don parasının ödeneceği müjdesini vermişti. Fakat bugüne kadar herhangi bir ödeme yapılmadı. Aslında ödenecek paranın hazır olduğu ve Malatya Valiliği kasasında beklendiği söyleniyordu. Normalde kayısının yanması olayının Bakanlar Kurulunca, afet kapsamına alınması ve buna göre dekar başına ödenecek meblağın belirlenmesi gerekirdi. Bugüne kadar böyle bir karar alınmadıysa bu para nasıl ödenecek? Aslında ödenecek olan para Malatya İl Afet Acil Durum Müdürlüğü'ne 2014 yılında aktarılan ödenekten artan kısımdı. İlimizde barındırılan Suriyeliler için devletin ayırdığı ödenek 2014 yılında 96 trilyon fazla verdi. Daha açık bir ifade ile Allah o ödeneğe bereket koydu. Artan bu ödeneğin Başbakanlığa iade edilmesi yerine, çiftçiye ödenmesi kararı çıktı. Fakat basit bir hesaplama hatası yapıldı. Hesaba göre dekar başına 175,00 TL ödenecek ve totalde bu 96.000.000,00 TL'yi bulacaktı. Şimdi yapılan hesaba göre var olan ödenek ile dekar başına ancak 45-50 TL ödenebiliyor. Hal böyle olunca ya çiftçiye 45-50 TL dekar başına ödeme yapılacak ya da ödenek artışı istenilecek. Yeni ödenek için Bakanlar kurulunun karar alması gerekiyor. İşte kayısı don paraları maalesef bu sebeple ödenemiyor. Fakat her ne hikmettir bunu ne dile getiren var, ne de sorgulayan?

 

Selametle...
Adem İnsanoğlu

elsan

Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!


  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Başka haber bulunmuyor!