dore okulları
Malatya
04 Mayıs, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.33
  • EURO
    34.89
  • ALTIN
    2393.5
  • BIST
    10272.67
  • BTC
    62741.067$

Avrupa’ nın iyilik meleği Avrupa Birliği!


Avrupa’ nın iyilik meleği Avrupa Birliği!
Malatya TIME yazarlarından Alper Sancaktar'ın tertiplediği bu yazı, sizi farklı bir bakışa götürecek...
Narin

Avrupa Birliği 1957 Roma Anlaşmasıyla kurulan ve giderek gelişmiş olan bir sistemdir. Ortak Pazar'dan, ekonomik topluluktan, Avrupa Birliği'ne doğru giden yol kolay ve çok kısa olmamıştır. Ama bu iki dünya savaşına sahne olmuş bir kıtada barışı, istikrarı, insanların mutluluğunu ve ekonomik gelişmeyi sağlayabilmek için yeni bir uluslararası işbirliği modeli ortaya konulmuştur. Bu işbirliği modelinin temelinde de her şeyden önce savaşlarda en fazla kullanılan kömür, çelik gibi maddelerin kontrol altına alınması yer almıştır. Bunda başarı sağlandıktan sonra ise, gümrük birliği, tek pazar, ekonomik işbirliği hedeflenmiştir. Sonraki süreçte sonuç aşamasına gelinmiş ve Avrupa'da siyasi birliğe geçilmiştir. Şimdi ise, güvenlik alanında, dış politika alanında yakın bir işbirliğini içeren birlik oluşturulmuştur.

Bilinen şudur ki bu sistem, aynı zamanda değerlersistemidir. Avrupa Birliği değerler sisteminin temelinde, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, kurumları ve kurallarıyla işleyen bir serbest piyasa ekonomisi kavramı vardır. Bu temeller üzerinde geliştirilmiş Avrupa Birliği, giderek kıta için ve genelde dünya için bir cazibe merkezi haline gelmektedir. İşte soğuk savaşın hemen sonrasında ideolojik kutuplaşmanın bittiği bir dönemde, Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerini birdenbire tam üyelik yarışına iten de bu değerler sisteminin hakim ve egemen olmasıdır.

Osmanlı devleti, bir güç olarak hep Avrupa'da olmuş, çatışma boyutu kadar, işbirliği  mevcuttur. 15. Yüzyılın başından itibaren Türk tehdidi, ulus-devletlerin oluşması ve reformasyon hareketleriyle parçalanan Avrupa'yı birleştiren en önemli unsur haline gelmiştir. Bir tehdit olarak da Türk kimliği, Avrupalılarca genellikle din temelinde ve olumsuz algılanmıştır.

Avrupa, 18. Yüzyıldan itibaren ortaçağ düzenini tümüyle geride bırakarak, kendisini "medeni" olarak tanımlamaya başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu 1856 Paris Antlaşmasıyla Avrupa sistemi içinde resmen yer alırken, 19. Yüzyılın ikinci yarısında Avrupa'da ortaya çıkan güçlü ulusçuluk akımı İmparatorluğun dağılma sürecini başlatmış, aynı düşünce Türk ulusal bilincinin doğmasına da neden olmuştur. Ulusal Kurtuluş Savaşımız, özünde, 19.yüzyıl Avrupa modeline uygun bir ulus-devlet kurma mücadelesidir. Bu hareketin temelinde, 19. Yüzyıl Avrupa'sının özgürlük, ulusçuluk, anayasacılık, laikleşme, hümanizm, demokratikleşme ve sanayileşme gibi bugünkü Avrupa medeniyetinin esasını oluşturan düşünce akımları yer almaktadır. Atatürk'ün ulusçuluk anlayışının -Avrupa'da olduğu gibi- ulusal konsensüs temelinde yurttaşlığı esas alması, ayrıca "yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesine ve çağdaş uygarlık hedefine bağlı olması, geleneksel Osmanlı-Avrupa çatışmasının niteliğini değiştirmiştir. Bu mücadele, yerini, birbirine benzer düşünce yapısı ve devlet sistemine sahip birimlerin bir arada yaşama arzusuna bırakmış, diğer bir deyişle, Türkiye ile Batı organik bir uyum sürecine girmişlerdir.

Türk dış politikasının 20. Yüzyıldan itibaren Batı'ya yönelmesinde, ülkemizin stratejik konumundan kaynaklanan güvenlik ihtiyacı ile ekonomik kalkınma gereksinimi de önemli rol oynamıştır. Türkiye'nin Batı güvenlik sistemlerine ve Batı'nın kurduğu diğer uluslararası örgütlere üyeliği, esas itibariyle güvenlik ve kalkınma ihtiyaçlarının karşılanması amacına yönelik olmuştur.

Avrupa Topluluğu ile Türkiye'nin ortaklık ilişkisini belirleyen Ankara Anlaşması, Yunanistan'ın Toplulukla yaptığı ortaklık anlaşmasından iki yıl sonra, 12 Eylül 1963'de imzalanmıştır. Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun Türkiye ve Yunanistan'la akdettiği bu anlaşmalar, daha sonra yapılan ortaklık anlaşmalarından farklı olarak, iki ülkeye de tam üyelik hakkı tanımış ve ortak üyeliği tam üyeliğe yönelik bir süreç olarak öngörmüştür. Bu tutum, soğuk savaş döneminde iki ülkenin siyasi ve ekonomik istikrarına, stratejik ağırlıkları doğrultusunda verilen önemi göstermektedir.

Ankara Anlaşması, "hazırlık", "geçiş" ve gümrük birliğinin gerçekleşeceği" nihai aşama" olarak, üç dönem öngörmüştür. Hazırlık aşaması nispeten sorunsuz geçmiş ve Türkiye, geçiş aşamasını başlatmak için Mayıs 1967'de Topluluğa müracaat etmiştir. Gümrük Birliği ilişkisinin önem kazanmaya başladığı bu ikinci aşamaya esas teşkil eden Katma Protokol, Ortaklık Konseyi'nde, Temmuz 1970'de kabul edilmiştir. Katma Protokol'ün yürürlüğe girme ve uygulanma süreçleri ise, Türkiye ile Avrupa Topluluğu ilişkilerinde sorunların arttığı bir döneme rastlamıştır.

1970'li yıllarda Türkiye'yi etkileyen iç ve dış dinamikler ve yaşanan ekonomik sıkıntılar ile terörle mücadele, ülkemizin Avrupa Topluluğu'nun evrimine uyum sağlamasını da zorlaştırmıştır. 1973 yılı petrol krizinin ardından yaşanan ekonomik sıkıntıların da etkisiyle Türkiye, 1971'de imzalanan Katma Protokolde öngörülen gümrük birliğine geçiş sürecinin kısa olduğunu düşünmüş; bu durumun, sanayileşmesini ve ithal ikamesine dayalı kalkınma stratejisini olumsuz etkileyeceğini değerlendirmiştir. Netice itibariyle Türkiye, 1978 yılında Avrupa Topluluğu'ndan, gümrük birliği ilişkisinin gözden geçirilmesini talep etmiş ve beş yıllık ek bir süre istemiştir. Böylece, Türkiye ve Yunanistan'ın Topluluk'la o zamana değin eşit ve dengeli şekilde yürüyen ilişkileri de farklılaşmaya başlamıştır.
 
Öte yandan, Avrupa Topluluğu'nun demokrasi ve insan hakları alanlarındaki görüşleri de bu dönemde şekillenmeye başlamıştır. Topluluk, üyelik müracaatlarını da-iktisadi kriterlerin ötesinde- siyasi görüşmeler ışığındadeğerlendirmeye başlamıştır. Dolayısıyla 1980'li yıllarda, Avrupa Topluluğu'yla ilişkilerimizde, Türkiye'deki 12 Eylül askeri müdahalesinin de bir sonucu olarak, demokrasi ve insan hakları konuları ön plana çıkmıştır. Topluluk, Türkiye'de insan haklarının durumu hakkında raporlar hazırlamaya başlamıştır. 1984 yılı itibariyle Topluluk, -demokrasi alanındaki hassasiyetinden taviz vermeksizin -Ortaklık Anlaşması'nı canlandırma arayışına girmiştir. Ancak Topluluğa 1981 yılında tam üye olan Yunanistan, ilişkilerin normalleşmesini engellemiştir. Türkiye'nin 14 Nisan 1987'de yaptığı tam üyelik başvurusu da, Yunanistan faktörü yanında Topluluğun dikey reform diye adlandırılan çalışmalarının ağırlık kazandığı bir döneme rastlamıştır. AB komisyonu, bu müracaatımıza 1989 yılında verdiği cevapta, Türkiye'nin AB'ye tam üyelik konusundaki ehliyetini teslim etmekle birlikte, Birliğin derinleşme ve müteakip genişleme sürecinin tamamlanmasının beklenmesini, bu arada da gümrük birliğinin tamamlanmasını önermiştir.

 1989 yılında Berlin duvarının yıkılmasıyla birlikte, Avrupa köklü bir değişim sürecine girmiştir. 1990'lı yıllarda çok sayıda Doğu Avrupa ülkesinin Avrupa Birliği'ne tam üyelik müracaatında bulunması, Birliği, "derinleşme" ve "genişleme"yi bağdaştırma çabasına sevk etmiştir. Bu koşullarda Avrupa Birliği, 1993 yılında, üyelik için gerekli gördüğü "Kopenhag kriterleri" ni benimsemiştir.

Bu kriterlere göre "üyelik, aday ülkenin demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan hakları ile azınlıkların korunmasını ve saygı görmesini teminat altına alan kurumlarının istikrara kavuşturulmuş olmasını, işleyen bir piyasa ekonomisinin mevcudiyetini, AB içindeki rekabet ve piyasa güçleriyle başetme kapasitesini" gerektirmektedir. Ayrıca aday ülkelerin, siyasi, ekonomik ve parasal birliğe katılım da dahil olmak üzere, üyeliğin getireceği yükümlülükleri üstlenebilip üstlenemeyeceğine bakılmaktadır.

Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki gümrük birliği müzakereleri, işte bu koşullarda gerçekleştirilmiş ve gümrük birliği 1 Ocak 1996 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir.

12-13 Aralık 1997 tarihli Lüksemburg Zirvesi'nde, ülkemizin genişleme sürecinin dışında tutulması üzerine Türkiye, AB'yle siyasi diyalogu askıya almıştır.

Aralık 1999'da düzenlenen Helsinki Zirvesi'yle, Türkiye'nin AB üyeliğine aday ilân edilmesi, Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir dönüm noktası olmuştur. Böylece hem Türkiye, hem de Avrupa Birliği, ortaklığın tam üyelik hedefine yönelik olduğunu onaylamışlardır.

Helsinki Zirvesi ile birlikte, diğer aday ülkeler için olduğu gibi Türkiye için de bir "katılım öncesi stratejisi" açıklanmıştır. Bu stratejinin birinci ayağı AB Komisyonu ve Konseyi tarafından yayınlanan "katılım ortaklığı belgesi" dir. Bu belge ile Avrupa Birliği'nin tam üyelik için Türkiye'den beklentileri açıklanmıştır. İkinci ayağı, bu ilişkinin mali unsurlarını saptayan bir "çerçeve yönetmeliğin" yayınlanmasıdır. Üçüncü ayağı ise, Türk hükümetinin bir taahhüdü olarak "AB müktesebatının üstlenilmesine ilişkin Türkiye Ulusal Programı"nın 24 Mart 2001 tarihli Resmi Gazetede yayınlanmasıdır. Böylelikle katılım öncesi stratejinin 3 ayağı da tamamlanmış ve Türkiye artık resmen bir AB adayı ülke haline gelmiştir.

Yıllardır devam eden bu süreçte Türkiye Avrupa Birliğine alınmadığı gibi, alınmasının mümkün olup olmayacağına ilişkin bir çok yorumda yapılmaktadır.

Avrupa Birliği, bir yönüyle devletlerarası yakınlaşmayı gerektirmekte, daha geniş bir siyasi yapılanmayı sağlamaktadır. Diğer yönüyle de, kendi içindeki farklılıkları korumayı bir erdem olarak görmektedir. Avrupa Birliği içinde farklılıklar, bir zafiyet değil, bir zenginlik olarak değerlendirilmektedir.

"Derinleşme" ve "genişleme" süreçleriyle, bölgesel bir iktisadi birlik olmaktan, küresel bir siyasi-iktisadi süper güç olma aşamasına gelen Avrupa Birliği için, Türkiye'nin getireceği stratejik boyut, kilit önemi haizdir. Avrupa Birliği, dünya çapında bir güç olacaksa, Doğu Akdeniz, Karadeniz ve Hazar Havzalarının kavşak noktasında, bir ulaşım, enerji nakil ve ticaret merkezi konumunda bulunan Türkiye'yi bünyesine almak durumundadır. Doğu Akdeniz'de barış ve istikrar ortamının sağlanamaması halinde, Avrupa Birliği, ana ulaşım ve enerji nakil hatlarının güvenliği ve istikrarı üzerinde söz sahibi olamayacak, bu da Avrupa'nın küresel güç olma savını zayıflatabilecektir.

Tüm bu süreçler göz önüne alındığındaTürkiye AB' ye girme sürecinde “ Uluslararası değerleri elde etmesi yönünde” yüzlerce proje yapmıştır. Bu projeler tabiki Türkiye' ningelişmesi içindir.(?)

Şöyle ki Avrupa  Birliği Projeleri kapsamında acılan hibe yardımları ile Kamu Kurumları, Sivil Toplum Örgütleri, Üniversiteler, Eğitim Kurumları, Yerel Yönetimler, Odalar, Şirketler dahil edilerek ülkenin her anlamı ile gelişmesi sağlanacaktır.

Ancak verilecek hibe yardımlarının kapsamı tabiki parayı veren taraf tarafından belirlenmektedir. Yani ana başlıklar para kimdeyse onun kapsamında değerlendirilmektedir. Bununla kalmayıp belirlenen ana  başlıklar kapsamında hibe yardımını alacak kurum, kuruluş, belediye, sivil toplum örgütü vs.. tarafından tüm verilerin bilimsel temellere oturtulup  gerekçelerini kaynak sağlayana sunması gerekmektedir.  Tamamen ekonomik  temellere dayanılarak kurulan  bu topluluğun daha sonra görev edindiği insani değer ve Avrupa' da oluşturmayı amaçladığı sonsuz huzur ortamı için tüm bu projeler Türkiye' niniyiliği içindir. 

İlginç olansa bir dönem dirsek temasında galeyana gelerek başladığımız bir AB Projeleri dikkatimi çekmişti. Sosyal Politika anlamında “ Kadın, genç, engelli, sivil toplum diyaloğu” gibi ana başlıklar vardı. Bulunduğumuz bölgede ise işsizlik sorunu vardı,   o dönem nedendir bilinmez aylarca istihdam konusunda ( cinsiyet farkı olmadan) açık proje duyurusu beklemiştik.  Sanırım hibeyi sağlayanlar ülkemizin sorunlarını bizden daha iyi bilmekle kalmıyor aynı zamanda, açık olan hibe yardımları konusunda gönderdiğimiz taslakları da uygun bulmuyordu. Oysa ki ne güzel yazmıştık, bölgemizde ki gençlerin sorunlarını, uyuşturucu, istismar, şiddet vs… gibi konuların tüm verilerini ellerine vermiştik. Sonra bir iki arkadaşla görüştüğümüzde “ ama siz öncelikli bölge değilsiniz belki ondandır ! demişti.  İçim rahatlamıştı bir anda.  Sonra bir ara araştırdığımda haklı olduklarını görmüştüm! Doğru söylüyorlardı. Batıya doğu ve güneydoğudan göç yoktu!  Birden oluşan şehir ortamına adaptasyon yoktu. Şehirlerde ne vardı? İşin içine girdikçe resme tersten bakmaya başlamıştım. Neden AB Projelerinde eğitim, genç, çocuk, yaşlı, kadın alanları ile  madenlerimiz,  tarımsal üretimimiz,  denizlerimiz ve tüm sivil toplum örgütlerimizin  verilerini ve ülkemizin en zayıf yanlarını diğer ülkelerle paylaştığımızı anlamamıştım. Sonra yukarıda paylaşmış olduğum bilgiyi okudum ve içim rahatladı. Avrupa Birliğine girmek için gelişmemiz gerekliydi. Ve Avrupa Birliği tüm Avrupa' nın iyiliğini görev edinmişti. Görev edinmişti edinmesine fakat AB'ye gireceğiz diye tüm verilerimizi de ellerine vermiştik adamların. Peki ya AB'ye giremezsek; bu verilerin illeri de bize bir silah olarak kullanılmaması ne malum?

 

 

Alper SANCAKTAR

 

elsan

Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!


  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Başka haber bulunmuyor!