Malatya
11 Eylül, 2025, Perşembe
  • DOLAR
    41.28
  • EURO
    48.41
  • ALTIN
    4811.9
  • BIST
    10.586
  • BTC
    114283.07$

Büyükler nasıl değiştiyse çocuklar da değişti!


Büyükler nasıl değiştiyse çocuklar da değişti!

Küçüktüm.

Boyumuz bir kaç karış… Koca bakır tabakalarda sigara saran pala bıyıklı, çatık kaşlı adamlar, ceplerinde esans taşıyan, “duman” marka şapka giyen, hakiki Bursa çakılı, Sorkisof DDY cepken saatleriyle, ceketi bir özenle elinde katlamış, iskarpineli çalımlı yürüyüşlerinde, o denli kültürlü, kibar, nazik, saygı izafiyetiyle dolu o nesil gitti.

Yerine şehir modernizesinden “hık” diye fırlamış, Amerikan tıraşlı, havuç giyimli, ağız içinde kelimeleri yuvarlayarak konuşan, parmak uçlarıyla Marllboro içen, cantili bol teknolojiyle donatılmış birileri doldurdu.

Kadınlar ılık yağmur sonrası bir selvinin dalları gibi salınır, up uzun endamlarında tedirginlikleri, yüzüne utangaçlıkla vuran o özenlilik içinde tatlı bir uyum hissinin kaplaması bir anda göz doldururdu.

Hepsinde bir asalet, saygı kavramı, günümüz modacılarını kıskandıracak şıklıkta giyim kuşam kombinasyonu, bu gün dönüp baktığımda gülücük dolu yüzlerinde “sevgi hissinin yatıştırıcı özelliğini” fevkalade görebiliyordu insan.

Günümüze ulaşamamış isimler, konuşma aksanları ve tabi ki üslup…

Sohbet etmenin, hal hatır sormanın, dertleşmenin, ziyaretlerin çok farklı icazetlerin hepsini tek tek gördük. Evlerin önüne açılmış avluları, pişirilen yemekleri, üç direkli heyâtları, kulinleri, yün yatakları, iki çift laf edebileceğin delikanlıları, dostlukları ve arkadaşlıkları…
Benim yaşımda ki biri için bu anlattıklarım sanki çok eski bir zaman, koca bir asır geçmiş aradan gibi düşünebilirsiniz.

Hayır, daha dündü!

İyice babamın dizlerinin dibine sokulduğum, babamın gözüme öyle büyük göründüğü, uzun boyu, esmer hüzünlü yüzü ile daha dün; 1984 bilemedin 85 ya da 86'lılarda…
Sonra “değişmek” diye bir lügat sızdı hayatlarımıza. Kimisi İstanbullular getirdi dese de, kimisi “zaman değişti” deyip saatleri suçlasada, kimi “ah şu gâvurlar” dese de ilk olarak televizyonun bu değişimin tetikleyicisi görevini üstlendi, diğer medya organları ise değişime hatırı sayılır bir katkısı oldu.

Hem de ne değişmek!

İyi kurgulanmış diziler, Subliminal mesaj dağıtan her kare, bol kazanç vaat eden reklamlar, beyin yıkama teknikleri ile dolu ürünlerin hayatlarımız üzerinden pazarlanması, sabah-akşam kuşağı film sentezleri derken; anne babaları bu zor durum karşısında alabildiğince “amatör” kalmalarını sağladı, sonrasında “teslimiyet” bayrağını göndere çekmeleri ile sonuçlanan bir kuşatma ele geçirdi bizi.

İşte biz bu gerçeği anlamak istemiyoruz. Hatta değiştiğimiz gerçeği ile yüzleştiğimizde beynimiz ile kalp arasında milyon tane frekans aynı anda tepki ürettiğinden moralimiz alt üst oluyor.

Ve kabul edelim bizler değiştik!.

Değiştimiz gibi çocuklarımız da değişti.

Ruh sağlığının bozulduğunu anlamayacak kadar kendimizi ikna ettik her seferinde.
Günümüz anne-babaların rutin hayat akışından meydana gelen sıkıntıları, çalışma saatleri, iş gücü yoğunluğu ve kimi zaman yaşadıkları aile içi sorunlar çocukların yetişme metabolizması üzerinde ciddi bir süreç oluşturduğunu fark etmiyoruz.

Diğer asosyal tüm davranışlar, bilgi kirliliği, komşuluk, akrabalık, aile bireyleri arasında meydana gelen çarpıklıklar zinciri…

Ve artık sabah kreşlere bırakılan akşam alınan çocuklar… Anne-Baba çalışmak zorunda, sistem böyle imar edilmiş çünkü.

Samimiyet, dostluk, gönül muhabbetleri kaldırılınca; kandıran, hissetmeyen, anlamayan, empati yapmayı bilmeyen, makaslarla kesilmiş halde şekil verilen hazır şablonlara dönüştü çocuklar.

O bahsettiğim bizim dönemlerde ki çocukların ne kadar şanslı olduklarını düşünüyorum şimdi. Tamam, üst baş eksikti fakat mutluydu-yetinmeyi biliyordu herkes. Yeme içme şimdiki kadar çok çeşitli bol değildi ama hepsi sağlıklıydı. Zıpkın gibi… Bir öğün aç diğerinde tok fakat dert etmezdi bunu. Yanakları kan patlayacak kadar kırmızı, zayıf iskeletleri çelikten güçlü, hisli, dayanıklı, dağ bayırda keçi gibi süratli koşan, saçları alnından fışkıran… Hiperaktif değillerdi ama hoyrat, sorumluluk sahibi, acımayı, merhameti paylaşmayı bilen, en önemlisi “çocuktur ne yapsa yeridir” felsefesinden tamamen uzak o kuşak yok oldu.

Şimdi ki çocuklar daha bebeklik yaşlarında “yalnızlık, can sıkıntısı, hayat şartlarının ürettiği bunalımlarla” tanışıp içli dışlı oluyorlar. Küçük yaşlarda teknoloji bağımlısı olmuş, tüm gününü bilgisayar başında bir oyun oynamaya ayıracak kadar hayattan kopuk, narsist… Biz onlara TV'yi açıp “kendine seyret” derken aslında bir nesli nasıl yalnızlığa doğru ittiğimizin, onu bir makine ile başbaşa bırakırken psikolojisinin hızla robotlaşarak evirimleştiğini öngörmüyoruz. Önüne plastik bol oyuncaklar yığdığımızda zannediyoruz ki ebeveynlik görevini yerine getirdik. Ya da sosyal ortamlarda “ah annem, canım, cicim” diyerek benliğini okşayıcı sözlerin afiliyi, sıfır hata beklentisi çocuklarımızda mekanik bir kişilik oluşuna neden oldu.

Hepsi hasta, doktor kontrolünde, ilaç kullanan, obez, gözleri iki yaşında miyoplu, bıkkın, bir bardak su getirip içmekten aciz…
Onların şımarıkça istekleri karşısında el pençe-diz divan durmamız ve her türlü imkânımızı seferber etmemiz, yüreğimizdeki iç sesleri bastırsa da aslında farkında olmadan onların geleceklerini ne denli zorlaştırdığımızı hesap etmiyoruz. Onları hayata hazırlamak yerine her şeyi hazırlayıp önüne koyma kolaylığına alıştırıyoruz. Ya yarın, bir şeyler ters gitse, masa başı bir iş bulamazsa, elinde kazma-kürek ağır bir işte çalışması zorunluluğu ile baş başa kalırsa…

Malumunuzdur, bu hayat her zaman böyle gitmeyecek. Rahatlık, bolluk, ultra bir konfor, süper bir yaşantı, sınırsız hayaller ve emrine her an amade, her an tetikte bekleyen bir anne baba! Kardeş ya da aile olmayabilir…

Benim bildiğim çocukları küçük yaşlarda itibaren hayata hazırlamak gerekir. “Ağaç yaş iken eğilir” atasözünü boşuna söylememiş büyüklerimiz. Zorluğu da, yokluğu, parasızlığı, emeği, çaba göstermeyi bir çocuk bilecek.

Devir değişti, o eskidendi derseniz bir şey diyemem. Yine de az da olsa bir şeyleri vermemiz gerekmiyor mu? Bizler bir araya gelip oyunlar oynardık. Kirlenirdik. Kavga ederlerdik. Babalarımızdan bozuk para isterdik. Meraklı olurduk. Durduk yerde sorun çıkarmaz, aptalca istekler için ağlayıp zırlamazdık.

Şimdiki veletler vahşi birer küçük kapitalizm eseri, bencil, egoları olan, istediğini muhakkak elde eden, abartılı ve abartıyı seven, hemcinsini feci duygularla kıskanan, her şeyi bilmişlikleriyle gözleri ışıl ışıl parlayan bir insan modeli ile karşı karşıyayız. Z'mi diyorsunuz, Alfa mı bilmem ama bir savaş çıksa “biz savaşmayız, verelim gitsin” diyecek bir tür.

Nötr bir jenerasyon…

Aslında sorun büyük. Sadece biz göremiyoruz.

Bence asıl ilk önce bunu tartışmalıyız.

TİMUR İNCE

Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!


  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Başka haber bulunmuyor!