DEPREMDEN GİDEMEMEK!

Cuma günü İzmir ve çevresi 6.9 şiddetinde büyük bir depremle sarsıldı. Yıkılan, zarar gören bina sayısının 30'u bulduğu, dün öğle saatleri itibarıyla yaralılara ulaşılmaya çalışıldığı söyleniliyordu. Tsunamiden zarar gören yerler ve araçlar da var. Dilerim can kaybı artmaz, enkazlardan sevindirici haberler almaya devam ederiz.
Ne yazık aynısını bizler de yaşadık. Tsunami harici bir de nokta 1 farkla Malatya-Elazığ depremiyle fiziki özelikler, şiddeti ve yüzeye yakınlığı ile nerdeyse birebir aynı sayılan İzmir depreminde en az 95 kişinin hayatını kaybettiği, 994 kadar da yaralı olduğu belirtiliyor.
Malumdur ki, 24 Ocak gecesi 6.8 şiddetinde olağanüstü korkutucu şekilde yaşadığımız Elazığ-Malatya depreminde ise 41 ölü, 1607 kişi yaralanmıştı. Depremle eş zamanlı olarak elektrik kesintisi yaşanmış, tüm bölge koyu sessiz bir karanlığa gömülmüştü. Yaralılar arasında 81 yaşında amcam da vardı. Can havliyle dışarı çıkmaya çalıştığı esnada duvardan düşen amcamın toprak kesek parçası başına düşmüş, alın ile başnoktasını yararak, oluk gibi kan akmasına sebep olmuştu. Derhal hastaneye kaldırdık. Ayrıca bir yeğenim soba üzerinde kaynayan su güğümünün sobayla birlikte devrilmesi sonucunda maalesef iki ayağı dizlerine kadar yanmış, günlerce hastanede tedavi görmüştü. Akrabaların 10 günlük bebeği şans eseri kurtuldu. Beşiği, üstü kapalı olduğu için duvarlardan düşen taş toprak kütleleri arasında kalmıştı öyle.
Çok geçmeden çevre köylerden enkaz altında kalarak hayatını kaybetmiş bölgemin insanlarının haberi geldi. Acımız katlanmıştı.
Bir komşumuzun 20 küçükbaş hayvanı telef olmuş, çöken damın altında kalmışlardı. Bağıra bağıra can verdi hayvancağızlar. Acı dolu bağırtıları dün gibi kulaklarımda.
Mevsim kıştı, hava oldukça soğuk… Dondurucu! Çoluk çocuk, yaşlılarla geceyi ayazda yaktığımız ateş önünde oturarak sabahlamak zorunda kalmıştık.
Soğuktan ateşe yakın durmanın etkisi bir iki gün sonra ortaya çıktı, birçoğumuzun dizlerinin yandığını sonraları fark edecektik.
Deprem felaketinin yıkım etkisini ise sabah olunca gördük. Eski taş toprak binaların birçoğu yıkılmış, ağır hasar almış… Betonarme binalarda ise ciddi çatlaklar, duvarlarda yer yer insan elinin gireceği patlamalar meydana gelmiş, evlerde bulunan eşyalar ise düşmüş, devrilmiş, hepsi bir şekil yer değiştirilmişti.
İkamet etmiş olduğum betonarme bina da ciddi hasar almıştı. Alt kat çift kanatlı demir doğrama kapı fırlamıştı yerinden. (Not: Gerçi hasar tespit memurları hasarsızlık raporu verdi, biz de oturuyoruz, bakalım ne zaman başımıza yıkılır!! Günahı vebali onların boynuna...)
Bir sonraki gün “AFAD” amblemli çadırlar geldi. Peşinden erzak yardımları. Jandarma boş kalmıyor çevre çadırları kuruyordu.
Bu sebeple İzmir halkını ancak en iyi biz anlayabiliriz.
Ne demişler “damdan düşenin halinden damdan düşen bilir.” O anki travma, şoklar ve korku nöbetleri dayanılmaz ağır bir psikoloji getirdi beraberinde. Güncel olan her şey aniden değişime uğradı. Tabi ki her an meydana gelen artçı depremler de bu korkuların taze kalmasını sağlayan diğer faktörler arasında idi. Evsiz kalmak, rutin olan yaşam düzeninin bozulması, çocukların en küçük ritimde bağrışmaları, dışarıda çoluk çocuk rezil olmakta işin ayrı bir olumsuz boyutu…
Aradan geçen 10 ay süre içinde yaklaşık 14 bin civarı artçı depremin meydana gelmesine rağmen yazıyı yazdığım saatlerde Pütürge-Ormaniçi merkez üssü olmak üzere yine 3.2 şiddetinde sallanmaya başladık.
Yani demek oluyor ki, henüz deprem burada son bulmuş değil.
Nerdeyse hemen her gün mutlaka bir veya birkaç sarsıntı meydana gelmekte.
Artık alıştık da denilebilir. Her deprem sarsıntısıyla birlikte çocukların “kaç nokta oldu?” sorusunu sormaları adet haline gelmiş bizim buralarda.
Anlayacağınız depremle dolu bir hayat geçiriyoruz. Sanırım bağışıklık sistemimiz de depremleri rutin görmek yönüne evirildi. Kimi zaman önemsemiyor, bazen şiddetli olunca artık bütün hayatımız boyunca depremlerle yaşayacağımızın kabul etmişliğini bir daha kabul ediyoruz. Bir daha… Bir daha…
Gerçekten korkunç bir travmaydı.
O kötü ve zor geceyi hiç unutmam. Unutmak imkânsız zaten. O gün arayan-soran, “bir şeye ihtiyacın var mı, elimizden ne geliyorsa yapmaya hazırız” diye irtibat kuran herkesi insan elinde olmadan bir ajandaya adını not edip saklıyor kafasında.
Derler ya; dost zor günde belli olur misali…
Onlardan biriside İzmir Bayraklı'da oturan bir dostum-arkadaşımdı.
Adı Melih…
İstanbul'da 2007 yıllından beri tanışıklığımız vardı.
Arayan yüzlerce insan arasında bana ulaşmayı başarmış, numaramı düşürmek için peş peşe defalarca arayarak ancak ulaşabilmişti. Çünkü yoğun ve ani bir telefon trafiği yaşanmaktaydı. Hatta bir ara şebekeler kilitlendi. Korku, şefkat, dostluk dolu sesinde “babamlarla altlı üstlü oturuyoruz. Ben babamlara taşınır evimi sana tahsis etmek istiyorum. Aileni de al, aracına atla gel. Hatta hesap numaranı gönder yol masrafı için para da gönderebilirim!” teklifine karşı burada olmam, eş dost, akrabalara yardım etmem gerektiğini söyledim. Israr etti. “Mümkün değil” dedim. “Burada insanların bana ihtiyacı olacak. Böyle bir günde buradaki insanları terk edemem. Hem aracım duvardan fırlayan bir taş nedeniyle ön sağ teker merkezini parçalamış. Burada kalmam en iyisi…”
Daha sonraki günlerde hemen her gün beni arıyor, genel durumlar hakkında bilgi alıyordu benden.
Cuma günü telefon ekranıma bir haber sitesinden “Son Dakika” olarak düşen “İzmir'de 6.9 şiddetinde deprem” haberi üzerine; ilk aklıma gelen şey Melih'i aramak olmuştu. Derhal telefona sarıldım. Ağlar bir ses tonuyla açtı. İlk söylediği şey: “arayacağını biliyordum!” sözleri oldu. Haliyle duygulandım. Korku kıvılcımları dolu, üzüntülü sesinde acaba bir şey mi oldu tereddütlüyle “Nasılsın, inşallah iyisiniz?” diyebildim. “Şükür hepimiz İyiyiz fakat oturduğumuz bina yan yatmış halde. Komşu binada hayatını kaybedenler oldu. Enkaz altında kalan insanlar var. Biz canımızı zor kurtarabildik. Burada her şey çok kötü!” sözleri sonrası yüreğim burkuldu. Bu kez aynı teklif benden geliyordu. “Aileni al, buraya gel!” dedim. Gerçi “gel” dediğim yer yine riskli bir deprem bölgesi ama en azından hafızalardan kısmen etkisi silinmiş bir bölge…
“Evi tamir ettim, üst kat boş, istediğiniz kadar kalabilirsiniz.” Önce sustu! Hıçkırıklı sesinde cevap olarak: “Sana şimdi hak veriyorum. İnsan gidemiyormuş depremden” dedi. “Burada kalıp mağdur olmuş, perişan insanlara yardım edeceğim. Cenazesi olan insanları nasıl terk ederim!” Yutkundum. Bir şey diyemedim. “Zor olsa da burada, mahallemde kalıp ailem ile ihtiyaç sahiplerinin yanında olmaya çalışacağım.”
Telefon kapandığında içimde gururla karışık, huzurlu bir duygu akıp gitti. Damarlarımda bir arkadaşa duyduğum saygı dolaşıyordu. Benliğimi ne güzel insanlar tanıdığım üzerine sevgiyle bezendi. Serin bir Ekim sonu rüzgârı yüzüme değerken Doğu-Batı eksenli, İzmir-Malatya arası keskin bir sancıyı hissettim kalbimin derinliklerinde. O anı bir daha yaşadım. Evet, bir daha… İçimden önce arkadaşım, ailesi ve İzmir halkına dua ettim! Çünkü yaşam kısacık bir ibareydi ve sadece zorlukları yaşayan bilirdi.
Acıyı, tatlıyı, sevgiyi, saygıyı, merhameti ve dostluğu biz insanlar icat ettik, iki eliyle alıp onu öldüren, yok eden de yine bizlerdik…
TAZİYE: İzmir depreminde hayatını kaybeden insanlarımıza Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Deprem kuşağı üzerinde yer alan ülkemizin son acısı/acımız inşallah bu olur.
TİMUR İNCE
Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!
BUNLARA DA BAKABİLİRSİNİZ
- Malatya Namaz Vakitleri 12 Eylül 2025: İmsak, Öğle, Akşam ve Yatsı Saatleri
- TOKİ’nin Rezerv Alanları Yükseliyor: 662 Konut Ve 62 Ticari Alan Mahalleye Yeni Bir Soluk Getiriyor
- Dolar 41,37 TL’ye Yükseldi, Euro 48,56 TL’de: 12 Eylül 2025 Döviz Kurları
- Altın Fiyatlarında Yeni Zirve: Gram 5.015 TL, Çeyrek 8.233 TL’ye Yükseldi
- Milli Dayanışma Komisyonu Sekizinci Kez Toplandı!
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.