dore okulları
Malatya
03 Haziran, 2025, Salı
  • DOLAR
    38.77
  • EURO
    43.89
  • ALTIN
    4143.5
  • BIST
    9.391
  • BTC
    102916.45$

Evliya Çelebi Malatya’ya Geldiğinde Ne Gördü?


Evliya Çelebi Malatya’ya Geldiğinde Ne Gördü?
Evliya Çelebi’nin latif dediği hava hâlâ esiyor Malatya’da. Yüzyıllar geçse de şehir susmuyor, sadece derinleşiyor.
Narin

Sabah erken, daha sokaklar uyanmamışken, Malatya’nın üstüne ince bir serinlik çökmüştü.
Geceden kalma rüzgâr, Beydağları’ndan süzülüp şehrin çatılarında gezinirken,
birinin sesi duyulacak gibi oldu ansızın:

“Havası latiftir… Suyu şifadır… İnsanı merttir…”

Bu sesi yalnız duyanlar bilir.
Kimileri rüyasında işitir,
Kimileri Levent Vadisi’nin ucundaki uçurum başında, rüzgârın tam ortasında.
Ama aslında bu ses, dört yüz yıl öncesinden gelen bir yolcunun sesidir: Evliya Çelebi.

O da bir vakit düşmüş bu yolların izine.
Sırtında heybesi, dilinde duası, kaleminde hayretiyle geçmiş Malatya’dan.
Ve yazmış defterine ne gördüyse:
“Bu memleketin havası öyle latiftir ki, insanına dirilik verir.
Kadınları ay parçası gibi, yiğitleri kaya gibi…”
Demiş bunu.
Ve sanki bir dua gibi işlemiş satırlarına.

Evliya, bir şehirde önce rüzgâra bakardı.
Sonra suya, sonra insanın tenine, gözünün rengine, sesinin tınısına…
Malatya’da bunların hepsini bulmuş.

Yüzyıllar sonra, biz de çıktık aynı yola.
Ayakkabımız modern, suyumuz pet şişede, fotoğraf makinemiz omzumuzda.
Ama niyet aynı: Şehri anlamak.

O yüzden, başladık en tepeden…
Levent Vadisi.

Dağların arasına oyulmuş vadi, sanki zamanın elinden düşmüş bir sır gibi duruyordu.
Kayalar 65 bin yıllıkmış.
Bunu bir afiş söylüyordu ama vadi öyle bir bakıyordu ki yüzünüze,
insan ister istemez inanıyordu.

Üzerinde yürüdüğümüz tahta seyir terası,
bir uçurumun üstünde yükseliyordu,
ve altında ne varsa susuyordu.
Bir keklik ötüyordu uzaktan,
ve iğde kokusu, insanın burnuna değil, kalbine dokunuyordu.

Vadinin yamacında iki gençle karşılaştık.
Biri pedal çeviriyor, diğeri mola vermiş.
Bisiklet sporcularıymış.
“Yarışlara hazırlanıyoruz,” dediler.
“Nefes kesiyor ama güzelliği dayanıklılığa değer.”

İçlerinden biri,
“Malatya’nın doğasına âşığım,” dedi.
Söylerken sesi titremedi.
Çünkü samimiydi.

İşte Evliya’nın latif havası buydu belki de.
İnsanı konuşmadan bile anlatan,
toprağın içinden geçip gelen bir sevda.

Sonra döndük yine şehre.
Vadinin yüksekliğini bırakıp surların gölgesine indik.
Evliya Çelebi zamanında hangi taş nereye konmuştu bilinmez ama,
bizim attığımız her adımda sanki onun gölgesi yürüyordu arkamızdan.

“Malatya’da meyve çoktur,” demiş.
“Bahçelerinde nar, üzüm, kayısı eksik olmaz.”
Bunu yazan adam, yedi cihanı gezmiş.
Her diyarda elma görmüş, portakal yemiş.
Ama kayısıya methiyeyi Malatya’da yazmış.

Malatya’da her şey zamanla yarışıyor sanki.
Vadiler binlerce yıllık,
sur taşları asırlardan geliyor,
ama türküler dün yazılmış gibi taze.
Ve insanlar…
Hâlâ mert.

Belki de bu yüzden Evliya’nın sözleri bugün de geçerli.
Çünkü Malatya, zamanı yormayan şehir.

Evliya gitmiş.
Biz kaldık.
O Seyahatnâme yazdı.
Biz birkaç satır.

Ama ne yazarsak yazalım…
Malatya hâlâ
“Doğunun batısı, batının doğusu”dur.

Bir kavşak değil sadece.
Bir kıvam noktası.
Ve kim bilir, belki de
Anadolu denen yüreğin tam ortası.

Editörden:

Bu yazı dizisinin ikinci durağında Evliya Çelebi’nin izinden yürüdük.

Bir sonraki bölümde taşların dilini, kekliklerin sesini dinleyeceğiz: Levent Vadisi: Taşların ve Kekliklerin Arasında.

Yolculuğumuz devam ediyor…

elsan

Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!


  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Başka haber bulunmuyor!