dore okulları
Malatya
25 Nisan, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.57
  • EURO
    35.03
  • ALTIN
    2424.3
  • BIST
    9722.09
  • BTC
    64195$

Malatya'yı dinliyorum ağzım yüzüm kapalı...


Malatya'yı dinliyorum ağzım yüzüm kapalı...
Narin

 

 

Orhan Veli diyor ki:

“İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı

Önce hafiften bir rüzgar esiyor

Yavaş yavaş sallanıyor

Yapraklar, ağaçlarda

Uzaklarda, çok uzaklarda,

Sucuların hiç durmayan çıngırakları

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

 Herkesin şehri, doğup büyüdüğü yerler, dahası yaşadığı coğrafya kendisine kıymetlidir. Derler ki insanın doğduğu yerle arasında sürekli organik bir bağ bulunur, dünyanın neresine gidersen git ilk gözünü açtığı yerleri ruhu terk etmezmiş. Hani bülbülü altın kafese koymuşlar illa memleketim dediği şu mesele vardır ya buna örnek gösterebiliriz. Veya somon balıklarının küçük bir akarsuda başlayan hikayesi gibi. Binlerce km ötelerde okyanuslara açılsalar bile yeni yavrularını bırakmak ve doğduğu yerde ölmek için o binlerce km'lik yolu kat edip gelir. Dünyaya ilk başladığı yer olan, bir dere, ırmak, nehir her neresi ise yeni tohumlarını bırakır ve oracıkta ölür.

 Metaforu görüyor musunuz? Ne kadar müthiş ve de etkileyici.

 Şehrimiz Malatya da bizim gönlümüzün başkenti. Doğduğumuz yerler. Elbet istemeyiz parmağı taşa değsin. Fakat son günlerde bir yıpranmışlık, yorgunluk, karamsar ve de umutsuz bir tablonun şehrin derinlerine nüksettiği gerçeğini pas geçme şansımız yok. Dünyayı kasıp kavuran 100 binlerle ifade edilen salgının ölümcül etkisi buraları da vurdu. Sokağa çıkma yasağı sonrası en azından temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere sokağa akın etmiş vatandaşın genel halet'i ruhiyesinde bu etki var ne yazık.  Çünkü medya diye bir şey var ve dünyanın en gelişmiş ülkelerinin içinde bulunduğu çaresizliği seyredip görüyorlar. Sonuçta dünya bir gemi ise biz hepimiz aynı gemideyiz düşüncesi en varoş, tenha bölgelere kadar ulaştığının karamsarlığı bu!

 Her olağan duruma karşı yine de çok temkinli Malatyalılar. Biraz da huzursuz. Huzur elbet çok önemli bir kavram. Herkese lazım olan, üstelik onu bulabilmek adına ciddi risklerin göze alındığı yaşam kriterleriyle uyumlu ve alakalı bir yaşam biçimidir. Anadolu'da halk arasında “Allah kimsenin huzurunu bozmasın” diye bir tabir kullanılır. Bırakın ülkeyi? Dünyanın huzuru bozuldu bir kere, aynı şekil etkisi Malatya sokaklarına kadar ulaşmış. Sokakları dolaşırken insanların yüzlerini örten maskelerin altında konaklayan tek şey damla damla biriken bu huzursuzluğu fark etmemek elde değil. 

 Covid-19'dan ötürü bozulan dengeleri mi, maddi sorunlar mı, bu belirsizlik hali mi yoksa günün şartlarına karşın artan gelecek kaygısı mı bilemedim...

 Akpınar'dan ilerleyip Teze (yeni) cami önünde duruyorum, az ıtır tadı var havada. Gökte en eşsiz güneşin tazeliği. Beydağı arada kar serinliği üflüyor Aspuzu içlerine doğru. Dev solungaçlarını açıp kapatan gökyüzü altında ağaçlardan yere dökülen polenleri rüzgar bir oraya bir buraya savurup duruyor. Oradan bakırcılara indim, sokağın içinde yükselen hırpani sesler kesilmişti. Çekiç, bıçak bileme cayırtıları raflara kaldırılmış. Eski sebze meyve halinin o eski kargaşalı, hareketli, bonservis günlerinden zerre yok. Maskeli yüzlerinde insanların enfekte olmamak için gösterdikleri gayretin yanında diğer yandan bir an önce ihtiyaçlarını karşılama telaşını izledim. Üç beş bir şey alabilen derhal ortamı terk ediyor. Her yer aynı. Herkes gibi benimde ağzım ve burnumu kapatan bir maske. İnsanların acılarına çare olamayız belki, ama en azından rüyalarına eşlik edebilmek adına keşke elimden bir şey gelse diyorum. Baharın gelişinden bile habersiz Malatya halkının ılık nisan günlerini, kayısının tutup-tutmadığı tespitleri, tekdüze siyasi gündemde ne varsa anlaşılıyor ki hiç umurunda değil. Oysa onları bu dönemde en ateşli futbol, siyaset, kayısının gidişatı tartışmalarında bulurduk. Şimdi herkesi çepe çevre saran bu pandemik moddan alıp huzurlu bir şiirin çiçeklerle bezeli bahçesine götürmek isterdim.

 Bakkallar, marketler, manavlar, aktarlar, çay ocakları, tatlıcı dükkanları, cep telefoncularda da kimse yok. Birçok cadde sokak trafiğe kapalı. Umutlarını kaybetmiş gibi yeterince teselli bekleyenler, belki de; herkesin huzurunu kaçıran bu virüsün bir an önce yok olmasını istiyor ve de temenni ediyordu. Her gün, her saat, her dakika bir işkenceye dönüşmüş belli ki… Maskelere odaklı kalmış hayatlarında kırgınlık var birazda. Bozulan planları, hesapları, amaçsızlık, tüm şehir kendini kendi içine kapatmış aslında. En azından kırgınlıklarına eşlik edebilecek bir araç/ayrıntı bulabilse... Hayır! Yüreklerinde baharın sarı yaban güllerini dahi çoktan ertelemiş ömür sahifelerini birilerini yeniden açması gerekiyordu. Oysa güllerin tam da açma vakti. Solgunluktan, ayrılıktan, yorgunluk ve yalnızlıktan bahsetmek ne kadar kötürüm bir duyguyla sınırlı kalırdı.

 Tanıyorum bu şehri, gecenin en karanlık vaktinde bile

Kırlangıçları suçsuz bir rüzgardan çıkıp gelmişti

Bereketli sabahlarını

Gözleri iri kadınlarını, yüzü sanki ince bir tül gölgesi

Bir Fırat kenarında yüzer kayıklar türküsü kadar içten

Ötesinde insan belleğinin ulaşamadığı renkleri

Karantina günlerinden kalma az huzurla

Öncesinde aşkın, bereketin ve düşlerin şehri inzivaya çekilmiş sanki.

Ben bu şehri çok iyi tanıyorum

Biraz utangaç, biraz galebe, maziye saygılı

Kendime gücendiğim günlerde dahi bu kadar umutsuz değildi...

Ben bu şehri çok iyi tanıyorum.

 Nisan ayı ilk kez kendini soyutlamış sokaklardan, yağmur yağacak gibi, kimse pek aldırış etmiyor buna. İki minarenin kuytularından ikindi ezanı okunurken uzaklara gitmeye hazırlanan yolcunun kursağında beliren ilk özleme benziyor her şey. Halbuki Malatya'nın yası da sevinci de hafızasında gizliydi. Konumu onu daima en sevgiye değer bir bilgelik katmıştı. Çocukluğumdan itibaren gözlemlediğim neşeli ve canlı haline aykırı bir şeyler bilinçaltına yerleşmiş. Ah bu sabırsız rüzgarlar, paha biçilmez kaldırımlarıyla didişmesi... Ah bu bu benim çekilmez berbat huyum, bu şehirle ne zaman bitecek hem kavgam hem sevdam!

 Malatya'yı böyle dinliyorum ağzım yüzüm kapalı! Kulaklarımın taşıdığı iki lastik ipin sterilize bir maskeyle bütünleşmesi tedbiri altında. Malatya'yı dinliyorum, yanımdan bir Suriyeli çocuk geçiyor. Gözlerinde masumiyet notları. Elini uzatıyor, abi para ver... Ne kadar diye soruyorum, istediğin kadar cevabı bile endişe dolu. Uzattığım 5 lirayı almak istemiyor önce, neden almıyorsun? Yemek 20 lira diye cevap veriyor. Kriz var ama olsun sen yine de 20 ver diyor bana. Ortasını bulsak, yemek 20 diye ısrar etmesi de çok beyhude.

 Akşam olmak üzere, iftara 2, Pütürge'ye 1 saat var. Sokaklarını aceleyle terk etmek istediğim hissini bir türlü atamıyorum içimden, avuç avuç bahar serinliğine rağmen. Bir minibüs kurna çalıyor yanı başımda, müşteri mi çağırıyor yol mu istiyor belli değil. 65'ten küçük 20 yaşından büyüklerin gönül pencerelerinde bu sevdiğim şehrin dolunay sessizliğini seyretmek isterdim, kendi yurdunda hayalleri her gün biraz daha solanları, o sessizlik, o aceleci tavırlar, Suriyeli çocuğun beğenmediği 5 lira karşılığında satın almayı düşündüğüm kardelen tazeliğinde bir şiiri, o güneşle öpüşen yeni açmış kayısı yapraklarını, dağ lalalerinin güzelliğinin tutunduğu uçurumları dinliyorum.  Ağzım yüzüm kapalı. Fırat çok uzaklardan çığlık çığlığa, Kale köylerini mavi-yeşille iç içe duruşlarında sarı sonbahar tizliği, Venk zirveleri, ama sen bizi daima güzel hatırla Malatya.  Malatya'yı dinliyorum, kaygılı bir zamandan ölü hücrelerime kadar. Mersedes Kadir dolaşmıyor artık caddelerde. Önce öldürdük onu sonra reklamını yaptık. Yani canına okuduk bu memleketin, darağaçları da biziz kayısı ağaçları da. Şah damarlarını koparırken utanmalıydık tedavi ederken pişman olmayı... Fatih lisesini geçip haftanın nemli bir ilk gününde çiçek hırsızlarına emanet ediyorum seni sevgili yastıklarında. Renk değil rant kapısı olacak güne kadar yaşamalısın diyorum benim gönlümde. Malatya'yı dinliyorum siyaset iliştirmeli bir aşkın sahte sevgili olduğu günlerde.

 Kubbe dağını aştığımda geride bıraktığım şehrimin ilk kez sevincine dokunamadım. İçimde beliren kargaşalı bir şiirle, tozlu hayaller, parça pörçük kaygılarımla, hüzünlü bulutlar altında kar beneklerini izliyorum camdan. Yerini doldurma cabası olarak... Yüreğimdeki coşkuyu bende erteliyorum ve akşam karanlığı saatlerini erken başlatıyorum kendimde. İftara henüz 47 dakika var. Hikayenin en başına dönmeliyim, ama elimde bir tutam boşluk. Kirlenmezdi belki masumiyetimiz bu kadar. Şehrimiz fotoğraflarda böyle bulanık çıkmazdı...

 “Şehrime...”

 

TİMUR İNCE

elsan

Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!


  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Başka haber bulunmuyor!