dore okulları
Malatya
02 Mayıs, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.33
  • EURO
    34.69
  • ALTIN
    2391.2
  • BIST
    10154.69
  • BTC
    58510.88$

Mustafa KUŞÇUOĞLU / Malatya'da sarılık ocakları

Mustafa KUŞÇUOĞLU / Malatya'da sarılık ocakları
Mustafa KUŞÇUOĞLU Yazdı
Narin

Sarısı sana, beyazı bana.

Konuya geçmeden evvel şu hususu bilhassa belirtmek isterim. Uzun yılların neticesi olarak bazı anılar açık veya koyu sis perdesine büründüğünden dolayı oluşacak yanlışlığı hoşgörünüze sunuyorum.

Bir rahatsızlık hissettiğimizde tedavisi için gereğini yapmaya çalışırız. Duruma göre bu tedavi uzun veya kısa olabilir. Genelde ender olsa da uzun tedaviler bazen psikolojik etki yapar. Bunun için tıbbi tedavi dışında çare aranır. Folklorik halk inançları olarak tedavi maksadıyla kutsiyetine inanılan OCAK (ziyaret) denen yerlere şifa için gidilir. Duruma göre ziyareti takiben bir subaşında piknik yapılır. (Not: Geçenlerde Kernek’le ilgili bir yazımda da belirttiğim gibi şimdi piknik dediğimiz gezilere Malatya’mızda gezme denilmekteydi. Bundan sonraki yazılarımda da piknik kelimesini kullanırsam yadırgamamanızı diliyorum.)

Ocakların maddi belirtisini bir ağaç, bir mezar veya bir pınar vb. temsil ederdi. Bedensel veya ruhsal rahatsızlıklar için dağıttığı şifaya göre de isim alırlardı. Bedensel için: Boğmaca Mezarlığı, Dabaz Pınarı gibi…

İnsanın içindeki cini, şeytanı çıkaran veya uzaklaştıran yahut şeytan ve cinden koruyan ruhsal rahatsızlık ocağı:  Korucuk, Harik Ocağı gibi.

Bedensel rahatsızlıkla ilgili iki sarılık ocağı veya ziyareti vardı. İkisi de Orduzu’da. Biri köyün dışında olmasına rağmen ulaşım güzeldi. Güzel deyince yol parke veya asfalt değildi. Toprak yol. Yerel deyimle su yolu. Daracık ama bu yolda yürümenin ayrı bir tadı olurdu. Hava sıcakta olsa harıktaşırıl şırıl akan suyun serinliği kâfi gelirdi. Yol boyu çalı çitlerinin arasından dal budak salan böğürtlenlerin tadına doyum olmazdı. Halı gibi serilmiş binbir çeşit yabani bitkiler ve çeşitli ağacın dallarında Delegen’lerin (ağaçkakan), Gıragıra’ların (mavi, sarı, yeşil renkli serçeden biraz büyük), İbobop’ların (çavuşkuşu), Sağça’ların (saksağan)ve daha birçok kuşların ötüşü, çırpınışları… Deyim yerindeyse adeta canlı bir tabiat müzesi.

Yol üzerindeki bazı bahçelerde ender bulunan Şam çeftelisi (şeftali), İncaz eriğinin tadı hırsızlık olunca bir başka olurdu. Tabii bu arada Davin’ide (çitlembik) unutmamak gerek.

Sarılık ocağına yani sarılığa gelince biraz dinlenmek gerekirdi. Yol boyundaki gibi sık ağaçlık yoktu. Bulunan bir ağacın gölgesinde oturulurdu. Sarılığın üç duvarı taşlarla çevrili. Öyle düzgün, muntazam taşlar değil, sıradan taşlar. Tepesi ise ağaç dalı ve gövdeleriyle örtülü barakadan öte bir yer. Ufacık odanın içinde duvara bitişik üzerinde toprak bulunan iki karış genişliğinde ve tahminen bir metre kadar bir yükseklik vardı. İçeriye girenler dua ettikten sonra getirdikleri çıkından çıkardıkları haşlanmış yumurtaları kabuğundan itina ile soyarlardı; sarısı dağılmasın diye… Hasta olan sarılığının geçmesi, hasta olmayan ise sarılığa yakalanmamak için:

Sarısı sana, beyazı bana

Sarısı sana, beyazı bana

Diyerek soyduğu yumurtanın sarısını toprağa bırakır, beyazını ise hafifçe toprağa dokundurup şifa niyetine yerdi. Ayrıca toprağa belenmiş yumurtanın birkaç tanesini sarıp sarmalayıp götürenlerde olurdu. Yakınlarından ocağa gelmemiş olanlarda yesin diye.

Sarılık yakınında piknik için uygun bir yer olmadığından pek fazla kalınmazdı.

Kara sarılık denilen diğer sarılığa gelince; Orduzu’nun sembolü olan asırlık Ulu Çınar’ın az ötesindeki kilisenin girişinde karşı duvarında bulunan taka (oyuk) sarılık sayılırdı.

Rivayete göre çınar ağacını diken Battal Gazi kışı Eski Malatya da, yazı ise Orduzu Beybağı’ndaki yazlık evde geçirirdi. Geniş gölgesi Pınarbaşı’ndan gelen suyun aktığı derenin serinliği sarılığa gelenler için güzel bir piknik yeri idi. Yanı başında gürül gürül su çıkmadığından pınarcık diyeceğim berrak, tatlı küçük bir kaynaktan şapşağ (maşrapa)larını dolduranlar şifa niyetine içerdi. Altında ve bitişiğinde sadece baş ve ayak ucunda basit birer taş bulunan, toprak yüksekliği olmayan ve kime ait olduğu bilinmeyen bir mezar vardı. Fatiha okunur, dilekte bulunulurdu.

Kaybettiğim not defterime çapını yazdığım, gövdesi çok büyük Ulu Çınar’ın yıldırım düşmesi sonucu gövdesi boşalmış olduğundan içine rahatlıkla girilirdi. Dileği olanlar konuşmadan yedi kere bir taraftan girip diğer taraftan çıkarlardı. Çınarın gölgesinin altında kilimi serip yemek yemenin, çay içmenin, çocukların oynamalarının ayrı bir tadı vardı.

Acaba şimdi gövdesine ve dallarına kazılan özel isimler hala duruyor mu?

Umarım bu Ulu Çınar korumaya alınmıştır.

Kayısının tadı, dostların yâdı, Malatya’nın adı ile hoşça kalınız…

Batu Işık

Çocukken bende gitmiştim. Toprağa bulanmış yumurta yedirmişlerdi.

elsan

Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!


  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Başka haber bulunmuyor!