dore okulları
Malatya
25 Nisan, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.49
  • EURO
    34.96
  • ALTIN
    2430.6
  • BIST
    9795.81
  • BTC
    63897.66$

RESTE REST!...


RESTE REST!...
Narin

Cumhuriyet Gazetesinin “Davutoğlu oyları yükselişte” propaganda maksatlı anket dosyasını mail adresime yollaması sonrası bu yazıyı yazmaya karar verdim.

Zaten çoktandır bu konuyu derinlemesine irdelemeyi planlıyordum! Babacan ve Davutoğlu'nun neden siyasi parti kurmaya gerek duyduklarını; daha dün içinde bulundukları siyasi partiyi böylesine hunharca yerden yere vururken nerden ve kimden cesaret aldıklarını… Gül, Davutoğlu, Babacan'ın çok iyi bir eğitime sahip oldukları halde; Erdoğan, tam tersi eğitimiyle değil, parti teşkilatındaki liderlik vasfıyla öne çıkmış birini devirmek altındaki imgelere elbet çıplak bir gözle bakmak gerekiyordu.

Ki bunlar Erdoğan'ın diplomasını bile tartışmalı hale getirdiler.

Gül kliğinin nasıl Kraliçe Elizabeth'in şövalyesi olup kadeh tokuşturan papyonlular olduklarının cevabı ve bu günü iyi analiz edebilmek, yarını ise net şekilde tahlil edebilmek için sizleri bir 500 yıl geriye götürmem gerekecek. Kanuni Sultan dönemine. Hadi gidelim bakalım.

Aslında her şey FAS Kralı Abdülmelik'in yeğeni ve eski kral Ebu Abdullah Muhammet Mütevekkil'in tekrar tahta göz dikmesi ile başladı.

Meşru yollarla tahtı ele geçiremeyeceğini anlayan yeğen, dönemin en büyük donanmasına sahip Portekiz kralı Sebastiyan ile iş birliği yapmak için ona sığınmış, Avrupa'nın ikinci en büyük donanması İspanya ordu ve donanmasını yanına alıp Fas'ın üzerine giden Avrupa iki büyük Haçlı ordusu/donanması Fas açıklarına dayandığında, son umut olarak Fas kralı Abdülmelik Osmanlı'dan yardım istemesinin sonuçları “tam olarak” bu günün siyasi varyantının hepsiyle büyük tezahür içermektedir.

4 Ağustos 1578 sabahı Osmanlı donanması ve ordusu Fas açıklarında İspanya ve Portekiz güçlerinin karşısına çıktı, üç gün süren çetin çarpışmanın adına VADİSSEYL (Alkazar) savaşı deniliyor ve tarihi literatürlere bu isimle geçmiş olsa da kimi tarihi belgeler “üç kral” savaşı olarak açıklar. O dönemin üç büyük devletinin krallarının savaşa katıldığı için olsa gerek.

Savaşı Osmanlı kazandı, İspanya-Portekiz orduları mağlup oldu, Portekiz Kralı Sebastian bir kılıç darbesiyle savaş meydanında öldürüldü. Fas kralı Abdülmelik hastaydı ve savaş bitmeden hayatını kaybetti. Onun için Faslılar savaşı kutlamadılar. Ama başarı İngilizlerin oldu. Ne garip değil mi? Ne alaka dediğinizi duyar gibiyim. Hâlbuki savaşla uzaktan yakından hiç bir ilgisi bulunmayan Birleşik Krallık İngiltere nasıl oldu da savaşın galibi olmuştu?

Biraz açalım, şöyle!

İspanya donanması ve ordusu Avrupa'nın en büyük güçlerinden biri, ikinci en güçlü donanma Portekizlerin, bir de Osmanlı faktörü var. Yine dünyanın en büyük donanması, ordusu ve savaş stratejisine sahip. Vedisseyl Savaşı'nda İspanya donanması ve ordusu yok edildi, Portekiz ordusu ağır yaralandı, Osmanlı yine savaşı kazandığı halde yoruldu, yıprandı ve donanma hasar almıştı. Akabinde ikinci büyük bir savaşa hazır değildi.

İşte bu boşluğu iyi bir fırsata çeviren İngiliz-Britanya krallığı donanması derhal sıcak denizlere indi, çünkü karşısına çıkacak, onu durdurma yetisine sahip bir güç yoktu artık.

O gün bugündür İngiltere çoğu kez dünya hinterlandı üzerinde “tek” kayıp vermeden politikalarını yerine getirmeyi işte o gün filtren öğrendi. “Güneş batmayan Britanya krallığı” böylece kurulmuş oldu.

Bu gün Dünyayı ve dünyada meydana gelen gelişmeleri buradan itibaren okumak gerekiyor. İngiltere'nin tek kayıp vermeden savaşın galibi olması üzerinden. Araplar, Suriye, İsrail, Libya, Cezayir, Fas ve Türkiye'de meydana gelen birçok olayın altında benzer politikalar görülür. Ortadoğu'nun etkisizleştirilmesi, Arap ülkelerin emperyallerin şube zincirine dönüştürülmesi, Osmanlı'nın çöküşü, Çin-Hindistan zengin topraklarının kaynaklarını sömürmesi altında Britanya imp. muhipliğinin parmağı muhakkak görülür. IŞİD benzeri gruplar, terörizm taşeronları, vekâlet savaşını sürdüren birçok radikal unsur onların üretimidir. İngiliz kumaşını bir giyen daha çıkarmadı. Tıpkı VADİSSEYL savaşında ki gibi. Bazı otoriterler kendi alanında buna “İngiliz anahtarı” diyor.

Bir Kızılderili sözü ise şöyle der: “Bir suda iki balık kavga ediyorsa oradan beş dakika önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir!” özetlemesi bu anlattıklarımıza büyük ölçüde ışık tutmaktadır.

Boşnak bilge kral Aliya İzzetbegoviç'in 1988 Srebrenitsa katliamında çimenlik bir alanda bağdaş halde otururken; yanındaki çocuğa (Velid ıaha) “Bunu hiç unutma evlat. Batı hiçbir zaman uygar olmamıştır ve bugünkü refahı, devam edegelen sömürgeciliği; döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur…”

Bugün Suriye'nin kan gölüne dönüşmesinin altında yine Birleşik Krallığın kraliyet ailesi var, oysa genel tablodan baktığımızda Suriye meselesinde İngilizlerin adı hiç geçmez. Gerçekten İngilizlerin Suriye'de adına rastlayanınız var mı? Var ise söylesin. Çünkü perde arkasında yönetici durumundalar. Çok enteresan Irak'ta da öyleydi. Onlar suya sabuna dokunmadan tarikatlar ve cemaatlerle işini yapar. Tarikatların arka bahçesinde Birleşik Krallık Bayrağının renkleri hep var oldu.

İşte Osmanlı imparatorluğunun çöküşünün altında ki etkenleri tüm detaylarıyla yeniden incelemek gerekiyor. Üniversitelerimiz, milli ve duyarlı akademisyenlerimizin, vicdanlı yazarlarımız, fiyatı konulmamış gazetecilerin iyi formda geçmiş tarihi yeniden mercek altına alması lazım. Gittiği her yere adalet götüren Osmanlı imp. (Osmanoğulları) nasıl paramparça edildiğinin sebeplerini öğrenmeye hakkımız var. Hâlbuki Osmanlı bir ırkın ismiyle anılmaz, ümmetçi kodları ve adalet kılıcını götürürdü. Düşünün gittiği yerlere bir ırkın ismiyle gidilseydi dünyaya hükmetme oranında bunca geniş bir alan ve yüzyıllara kavuşabilir miydi sizce?

I. Dünya savaşının “Protestanlar” ile “Katolikler” arasındaki çekişmeden çıktığının hepsini bu İngiliz aklı dedikleri “Kardeşi kardeşe kırdırma” popülizmine ekleyebiliriz.

Sonuç: 80 milyon insan ırkçılık yüzünden hayatını kaybetti. Sonra Alman ve Fransa bilim insanları bir araya gelip icat etmiş oldukları “ırkçılık” kavgasını İslam ülkelerine aktardırlar.

İslam coğrafyasını görüyorsunuz, hali ortada! Her gün patlayan bombalar, darbeler, savaş ve iç çatışmaların merkezi haline gelmesinin altında çok farklı cemaat, grupların, tarikatların ortaya çıkmasıyla alakalı bambaşka bir sürecin işlediği muhakkak. Yani, I. Haçlı, II. Haçlı, III. IV, V. Haçlı saldırısı düzenlemek yerine İslam ülkelerinde bir cemaat kurmak yetiyordu, böylelikle Truva atı misali içten fethetmek daha kolay oluyordu. Düşünseniz de İslam coğrafyasını meydana getiren ülkelerde; yüzlerce grup, binlerce cemaat, yine bir o kadar İslam olduğunu iddia eden terörizm grup ve faaliyetlerinin bulunması bir tesadüf olabilir mi? Fakat Kudüs'ü fetheden Selahattin Eyyubi bir cemaat, bir mezhep veya Kürt komutan sıfatıyla değil sadece Müslüman kimliği ile Kudüs üzerine yürüdü. Öldüğünde de kefeni borca alınmıştı. Velhasıl tek bir çöp malı mülkü dahi yoktu.

Kudüs'ü savunan “İbelinli Balian” adlı Hristiyan komutan ile Selahattin arasında geçen o adil, bir İslam komutanına yakışır diyalog… Saygıda ve adaletinden ötürü batılılar hala Selahattin'e saygı duyarlar. Hatta filmini dahi bu saygı ve sevgi çerçevesinde yaptılar. (Cennettin krallığı)

FETÖ'nün 15 Temmuz kalkışmasını hatırlayın. Asıl maksadını tam olarak bu millete anlatamadık.

Irak'ta –Kesnezani– cemaati Saddam Hüseyin'i yok oluşa götüren bir misyon yüklenmişti ve hakeza ABD'yi fetva ile ülkesine çağırmadı mı?

–Bokoharam– Nijerya ve Afrika'nın farklı bölgelerinde büyük çaplı katliamlar gerçekleştirdi. Hesapta şeriat yanlısı radikal İslam örgütü ama temel prensibinde kraliyet ailesinden aldığı talimatları yerine getiriyordu.

Ülkemizde Nakşibendi cemaatinin –Halidiye– Kolu da aynısı. Yine İngiliz emperyalizmin güdümünde olduğunu söylesem yok, cart-curt sesleri yükselecek ama ne yazık öyle.

Şeriatçı, radikal İslam örgütler ile El-kaide katilleri Çeçenistan savaşında, Rusyalara karşı verilen o aziz, kutsal mücadeleyi dahi sabote ettiler. Kirlettiler. Tutup Rus askerilerinin kafasını ekranlar önünde kesince tüm dünyanın, batılıların dahi sempati duyduğu, hatta destek verdiği Çeçenistan'da ki mücahitlerin mücadelesi tılsımını yitirdi. İnsanlar artık cani katil gözüyle değerlendirdi Çeçenler'i. Hâlbuki Rus ordusuna kök söktüren Çeçen kahramanlığı dillere destandı ve Allah için, adaletli savaşıyorlardı. Bu El-Kaide katilleri bir geldi her şeyi mahvettiler, böylece Çeçen savaşının ruhu klişeleşti.

Bunların hepsini ayrı ayrı değerlendirip anlatmalıyız. Yeni nesil bomboş. Hem kafaları hem vicdanları hem de inanç ve kültür bakımından.

Bizi o kadar çok böldüler, o kadar çok küçük parçalara ayırdılar ki artık bir araya gelmemizi nerdeyse imkânsız hale getirdiler.

Suriye meselesinin bu hale gelmesinde de aynı politikalar etkili oldu… (Böl+parçala+yönet ya da yut!)

Suriye demişken Ahmet Davutoğlu realitesini ürettiği politikalardan bahsetmeden pas geçersek tarihe haksızlık olur. Davutoğlu Suriye'de işi bambaşka boyutlara taşıdığını belirtmekte fayda var. “Şam Emevi Camisinde cuma namazını kılacağız” sözü aslında bir şifreydi ve yine verilen bir görevi yerine getirmesinin “başlangıcı” sayılıyordu. Bizler ne dediğini anlayamadık ya da ne demek istediği üzerinde durma gereği duymadık. Davutoğlu'nun önce müsteşar, ardından Dışişleri Bakanı ve Başbakan olduğu dönemi keşke zaman olsa da geriye dönük bir analiz edebilseydim sizlere. Malum yazılar uzuyor ve zaten okuma alışkanlığı olmayan toplumumuz iyice sıkılıyor bundan. Fakat şuraya parmak basmakta fayda var. Davutoğlu, Başbakan olduğu halde bir gecede görevinden azledilmesi meselesi kimsenin tahmin edemeyeceği kadar büyük bir meseledir. 2500 yıllık devlet aklı tam orada devreye girdi. Koltuğundan alındı ve kapı kenarına koydu. Hani bizim muhalefetin başı sıkıştığında “seçilmiş başbakanı görevden aldın” diye Recep Tayyip Erdoğan'a çıkışırlar ya… Öyle değil. Davutoğlu'nu Recep Tayyip Erdoğan görevden almadı, onu Türk devletinin asıl sahipleri; Fatih'e İstanbul'u kazandıran, Viyana kapılarına dayanan, Atatürk'ü yetiştiren, Menderes ve Özal'ı başa getirenler, 18 yıldır AK Partiyi sahada tutan güç azletti. Binlerce yıllık devlet aklımız var bizim ve bugüne kadar asla ıskalamadı.

Şayet o gün Ahmet Davutoğlu görevinden azl edilmeseydi, Recep Tayyip Erdoğan ve Ak parti, tüm ekibiyle birlikte bu gün olmayacaktı.

Çünkü Kraliçe ll. Elizabeth'e karşı “reste rest” cevabının verilmesi gerekiyordu bir şekilde/verildi. Kraliçe Davutoğlu üzerinden Suriye'de çok illeri gitmişti. Bu gün Davutoğlu'nun parti kurması ise kraliçenin devlet aklımıza cevabı niteliği taşıyor. “İktidara geleceğim ve seninle ölümüne mücadele edeceğim” karşılığıdır. Mağduriyet devşirmenin bir anlamı yok. Her şey bilinçli bir pragmatikte gerçekleştiriliyor. FETÖ meselesine ise hiç girmeyeceğim.

Aynı şey Babacan için de geçerlidir.

Davutoğlu'na bağlı –Karar– gazetesinin arkasında kim var zannediyorsunuz. Bazen Cumhuriyet ve Sözcü gazetelerinden çok Erdoğan ve hükümetini yerden yere vurmaları konularında cesaretinin arkasında aynı mistik Angol-Sakson felsefesi var.

Ara not: (Davutoğlu ekibinde Selçuk Özdağ gibi çok değerli isimleri de tenzih ediyorum.)

Rus Uçağı SU-24'ün Türk jetleri tarafından düşürülmesi hadisesi bunun ilk kırılma nedeni oldu ve kraliçenin açıkça hata yaptığı bir konu olduğudur… Davutoğlu fikir babası, FETÖ ve Kılıçdaroğlu saha uygulayıcısıdırlar. Sonra yok efendim angajman kuralları gereği, falan bir sürü maval okundu ama uçağın düşürülmesi emrini bizzat Ahmet Davutoğlu vermiş, küresel bir operasyon adına emri verdiğini mesajını gerçekleştirmiştir. Küresel operasyonda kimler yoktu kimler… CIA, MOSSAD, MI6 ve BND! “Söz konusu uçağa angajman kuralları çerçevesinde 24 Kasım 2015 saat 09.24'te bölgede hava devriye görevinde bulunan iki F-16 uçağımız tarafından müdahalede bulunulmuştur” denilerek düşürdüğümüz uçağın faturasını Türkiye; Ruslar tarafından başlatılan ekonomik yaptırımlarla bedel ödedi, İngilizler ise 4 önemli casusunu Rus KGB'ye kaptırması ile…

Rus KGB ajanları Putin'in emriyle MI6 ajanlarını doğramaya başlaması için sahaya indikleri haberi ilk kez Kraliçe'yi sersemletti.

Çünkü Putin'in intikam almasının altında bir uçağı ve pilotunu kaybetmesi değil, uzun yıllar boyunca, büyük yatırımlar ve çalışmalar sonrası buldukları NATO sistem ve uçaklarının yerini bulamadığı (Düşük görünürlük-Deep/Strike) yeni radar sisteminin ele geçirilmesine çok içerlendi. Elimizdeki en gelişkin savaş jetleri F16'lar kati suretle Sukhoi SU-24'ler karşısında manevra yapma şansı yok. Yani, Ruslar Türk uçağı tarafından düşürüleceğini beklemiyordu. Bilselerdi belki de savaşırlardı. Her zamanki gibi it dalaşı yapılacak ve bizim uçaklar geri dönecek zannediliyordu. Son anda çok yakın mesafeden güdümlü bir füze ateşlendi ve Rus uçağı kuyruk gövde arasından vuruldu. Rus uçağının vurulacağını önceden bilen İsrail MOSSAD ajanları uçak enkazına ilk ulaşan kişiler olması kafaları bir daha karıştırdı. (Bölgedeki Türkmen gruplarından önce) NATO'nun sistemlerinin bulamadığı radar sistemlerini uçaktan söküp götürdüler çünkü.

Ve tarihte ilk kez Davutoğlu sayesinde Ruslarla yeniden karşı karşıya geldik.

(Not: 33 Askerimizin şehit edildiği saldırı Sukhoi-SU-24 uçağı tarafından yapılması da önemli bir mesaj içeriyor!)

Diğer taraftan Rus'lar çarlık olduktan sonra ilk işlevsel politikalarında sıcak denizlere inmek istemesi vardı hep. Uçak krizinden sonra Suriye süreci üzerinden sıcak sulara inme hayali kısmen gerçek oldu.

Peki, neydi Suriye meselesi? Dünyada bir çok ülke, emperyalistler, Perslileri ve Bolşevizm torunlarını heyecanlandıracak kadar önemli ne vardı orada? 12 milyon insanın imha edilmesi, 10 milyon insanın mülteci konumuna düşürecek, 20 büyük kentinin haritadan silinmesi, 750 milyar dolarlık zarar-ziyan oluşması kadar ne oldu orada? Suriye'nin aslında hiç bir suçu yok. Ne halkın, ne de Baas'ın. Zaten yıllardan beri Baas Suriye'yi yönetiyordu. Ki, Türkiye'de bulunan Suriyelilerden anlıyoruz ki keyif, bolluk, saltanat içinde yaşamışlar. Peki, nedir o zaman? Diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Yalnız günümüz medya ve ajansların anlattığı gibi değil birçok şey. Kısaca basit sözcüklerle ifade edeceğim ki; net anlayalım hepimiz LÜBNAN HİZBULLAHINI YOK ETME PROJESİDİR. İSRAİL LÜBNAN HİZBULLAHI TARAFINDAN TAMAMEN KUŞATILDI. Peki, Suriye'yle ne alaka diyecek olursanız? Şöyle: Lübnan Hizbullah'ına en büyük silah ve lojistik destek ikmali Suriye üzerinden yapılıyordu. Esad baba ve oğul Esad Suriye'yi Lübnan Hizbullah'ına açıkça açtı. Yani, Suriye'nin bu hale gelmesi İsrail'i işgalden kurtarma projesidir. İran nasıl geldi, Ruslar İran yanında neden oradalar? ABD'nin ne işi var Suriye'de? Uçak gemileri, savaşmak için vekâlet verilen örgütler… IŞİD nasıl ortaya çıktı? Türkiye sınırlarını korumak adına peş peşe neden harekatlar yaptı? S400'ler neden bu süreçte satın alındı? Tüm bu sorunların perde arkasında Suriye'nin Lübnan Hizbullah'ına verdiği desteği bertaraf etmek var. Kısmen başardılar, kısmen kayıp ettiler. Kazanan: Türkiye, İran Rusya… Kaybeden kraliçe (ABD, SDG, YPG-PKK, Fransa, İsrail ve uzantıları)

Hatırlayın Türkiye'de o sıra patlayan bombaları… Çünkü savaşı Türkiye topraklarına taşıma emri verildi. Kime? IŞİD'e… Emri veren kim, tabi ki müstakbel kraliçe. Türk üniter devlet aklı bir daha devreye girmişti ve “bizim Suriye'de olmamız gerekiyor” diye ısrar ettikçe bombalar patladı. “Sen gelemezsin/gelmeyeceksin!” mesajlarıydı bu. Ve Recep Tayyip Erdoğan'ın “bir gece ansızın geliriz” sözü Washington, Pentagon, Buckingham'ın sabahlara uyumamasına sebep oldu. Ruslar en seçkin birliklerini teyakkuza hazırladı. Türkler gelirse işler karışacaktı çünkü. “ABD ordusu Türk ordusuna müdahale ederse ABD ordusunu vurun!” talimatı o gece Kremlin'de acil koduyla alınmış bir karardı. “Ya hep ya hiç!” denildi.

Karşılığında Rusların amiral Kuznetso uçak gemisi 2 yıl önce ağır hasar aldı, Lazkiye limanında aynı ameliyatta 17 Su-35 kırıma uğramıştı hala faili meçhul açıklayamıyorlar…

Sabaha kadar süren telefon trafiği, çünkü Türkler Suriye'ye girerse tüm planlar bir anda sekteye uğrayacak ve hem masada hem de sahada kaybedeceklerdi. Türk ordusu bir gece ansızın girdi Suriye'ye. (Fırat kalkanı harekâtı-24 Ağustos 2016) İran ve Rusların son bir kritik hamlesi Türk ordusunun ilerleyişini durdurdu. Hedefte Amerikan ordusuyla karşı karşıya gelmek vardı. Tabi, tarih tutarsızlıklarla doluydu. Şayet, Türk devlet aklı o gün Davutoğlu'nun kulağından tutup kapı önüne koymasaydı meydana gelecek olumsuz bitevi sonuçları üzerine yine çok geniş bir analiz yapabilirim. Ama kısaca değineceğim yine: patlayan bombaların sayısı kaç katına ulaşacak, doğal olarak Türk halkı zayıflamış bir psikoloji ve panik durumuyla sesini çıkartmayacaktı. Suriye'deki haklarımızda bertaraf olmuş olacaktı.

Şunu aklınızdan geçirdiğinizi biliyorum. Tüm bunlar olurken Recep Tayyip Erdoğan neredeydi?

Evet, güzel bir soru! Bu sorunun cevabı ile Suriye meselesi daha geniş bir perspektiften tanımlamak için savaşın başladığı Mart 2011 yılından daha öncesi 2004 yılından başlamak gerek.

Sizde bilirsiniz ki Recep Tayyip Erdoğan ailece Esad ailesiyle görüşen, beraber tatil yapan, “kardeşim” diye Esad'a el uzatan bir konumdan nasıl oldu da kan davalı hale geldi sorusunu soralım önce. Şöyle. Önce müsteşar, ardından Dış işleri bakanı, en son başbakan görevinde bulunan Davutoğlu'nun dış politikaları yönettiği süreç içerisinde Recep Tayyip Erdoğan çok güvendiği Davutoğlu'nun dış politikalarına pek karışmadı. Ta ki, bir Mit mensubunun çekmiş olduğu fotoğrafları Recep Tayyip Erdoğan önüne konuluncaya kadar. Suriye'nin kuzeyini temsil ettiğini iddia eden bir kaç grup lideri ile Türkiye'de etkin bir derneğin üyelerinin Davutoğlu ile bir çadırda yapmış olduğu toplantı Recep Tayyip Erdoğan sinirlerinin yükselmesine sebep olmuş “çadır devleti mi yönetiyoruz!” ilk ve en keskin çıkış sonrası Davutoğlu'nun aslında ne denli illeri gittiğini görmüştü. Ve akabinde gelen diğer ters düşme sonuçları. Nihayetinde Davutoğlu'nun “istifa” etmesi başlığı altında derhal tası tarağını topla çek gitmesi oldu.

1926 yılında doğmuş ve 1952 yılında tahta geçmiş kraliçenin elinde milyonların kanı var. Halen görevine devam eden ll. Elizabeth, Birleşik Krallığı'n siyasi tarihinde tam 68 yıl ile en uzun süre tahtta kalan kraliyet mensubu olmasını kanlı politikaları sonrasında elde ettiği Britanya kazanımları yer alıyor.

Yani, Kraliçe Türkiye'de son 20 yılda kaybettiklerini amorti etmek peşindeydi. Ya Davutoğlu, ya Babacan, ya da Gül'le… CHP'mi? O gözden çıkarılmış. Biri olmazsa diğeri, fark etmez. Politik serüven böyle başlayacaktı. Nasıl olsa hepsi aynı torna makinesinden çıkma.

Peygamber efendimizin Hz. Muhammet (s.a) veda hutbesinde şöyle demiştir: “Müminler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslüman'ın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman'a kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.”

70 yıl önce yapılan “Dersim katliamını” alın biraz kurcalayın altından kim çıkacak sizde şaşıracaksınız. Şeyh Sait kıyamı ve Seyit Rıza direnişi arkasında bizim daima sütten çıkmış ak kaşık gibi görünen yine Britanya cenahı çıkacağı kuşkusuz. Konuyla alakalı Mustafa İslamoğlu'nun “Krallar ve Sultanlar” eserini okumanızı tavsiye edebilirim.

Emeviler'in ve Abbasilerin düştükleri durumlar vs, “PKK neden var?” bunun sebebi Dersim'de yatıyor, bu katliamın talimatı ve tetikçileri kim ve onların sahiplerine gittiğinizde tartışmasız Britanya kraliçesi çıkar karşınıza…

Bizim vatan severler gibi görünenler, ideolojik hastalıkları bulunanlar, kafatasçılık yapanlar, kimi kürtçü, kimi Ermenici, kimi mezhepçi, kimisi tarikatçı olmaları yabancı istihbarat servislerinin iştahını kabartmaktan başka işe yaramadı. Biri çıkıp “sizler Müslümansınız” dese iş biter ama işte dedirtmiyorlar ha dedirtmiyorlar.

Farkındayım, yazımız can sıkıcı olmadan burada son vermek istiyorum. En son şunu söylemek gerekirse: onun için herkes safını iyi belli etsin, gardını iyi alsın. Bu savaş daha çok büyüyecek. Ona göre. Daha çok üzerimize geleceklerdir.

TİMUR İNCE

 

elsan

Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!


  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Başka haber bulunmuyor!