dore okulları
Malatya
23 Nisan, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.78
  • ALTIN
    2407.6
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66295.56$

Sanat, festival için değil insan için yapılır


Sanat, festival için değil insan için yapılır
Çarşamba Sohbetleri Bölüm: 31
Narin

 

Çarşamba Sohbetlerinin bugünkü konuğu, Türk sinemasının önemli isimlerinden Ünal Küpeli oldu. Sinemamızın son 50 yılına senarist, yönetmen ve yapımcı olarak damga vuran Ünal Küpeli'yle, dizi ve sinema sektörünün dünü ile bugünü arasındaki farkı, olması gerekenlerden başlayıp olmaması gerekenlere kadar geniş bir yelpazeyi konuştuk. Hemşerimiz Kemal Sunal'dan başlayıp Fahri Kayahan'a kadar uzanan bir hikayeler silsilesinin yanına Malatya Film Festivali'ni de iliştirerek, Ünal Küpeli'nin görüşlerini öğrenmek istedik. Sorularımıza büyük bir samimiyetle cevap veren Ünal Küpeli, Malatya Time okuyucularına farklı bir bakış açısı sunuyor.

 Saygıdeğer hocam, öncelikle bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. Sohbetimize klasik bir soruyla başlayalım. Ünal Küpeli kimdir?

İlkokul, ortaokulu, liseyi Malatya'da okudum. Tam yerli bir Malatya çocuğuyum. İstanbul Edebiyat Fakültesini bitirdikten sonra TRT'nin sınavlarını kazandım. Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu yeni kurulmuştu ve hayli de itibarlıydı. Torpilsiz olarak, Allah'a emanet sınavı kazandım. Kazanmam konusunda aldığım eğitimin büyük faydası olmuştu. Bizi Genel Kültür Sınavıyla aldılar. O zamanlar sinemadan bazı kişilerle yakınlığım olmuştu. Bizi İstanbul Televizyonu Drama Bölümüne tayin ettiler. Orada çalıştıktan sonra zaten piyasaya çıktık. O zamanlar TRT'nin çok meşhur ilk dizilerini biz yaptık. Aşk-ı Memnu, Hanımın Çiftliği, Mardin Münih Hattı, Kartallar Yüksek Uçar gibi dizilerde imzamız vardır. TRT Televizyonlarında ilk yerli dizileri yapan insanlardan birisi de benim. Sinemaya geçişim, 1987 senesinde olmuştur.  

Türk sinemasının şu anki konumunu nasıl görüyorsunuz?

Yapılan işlerin sadece yüzde 3'ünü beğeniyorum. Kalan yüzde 97'si ise abuk subuk senaryolar bence. Bizim zamanımızda bir tane minibüs ile işe çıkılırdı. O minibüsün içinde oyuncular da olurdu, ışıkçılar da olurdu, set malzemeleri de olurdu. Bir arabayla Kilyos'a gider çekim yapar ve dönerdik. Şimdi ise 5 tane tır, 6 tane ışık arabası, 8 tane malzeme aracıyla işe çıkılıyor. Bu kadar çok imkan var ama maalesef kafa yok. Çünkü sinema malzemeyle değil beyinle yapılır. Şimdi sinema eğitimi yok eskiyi takip etmek ise hiç yok. Sadece Amerikan sinemasını izlemiş ve yola çıkmışlar.

Nuri Bilge Ceylan'ın 2005 yılındaki ödülünü saymazsak, son yıllarda, Türk Sinemasının uluslararası düzeyde ürünü yok gibi. Bunu neye bağladığınızı merak ediyoruz?

Batılıların bize yaklaşımı politik tavırlardır. Bir tek Yılmaz'a Yol Filminden dolayı ödül vermişlerdi. Umut filmine de toplumun alt kesimini anlattığı için ödül vermemişlerdi. Sen toplumun iyi ve gelişmiş yanlarını yazarsan batılı sana itibar etmez.

Söz Nuri Bilge Ceylan'dan açılmışken, ödül alan Uzak filmini nasıl bulduğunuzu öğrenmek isteriz.

Uzak Filmini ben tam izleyemedim. Çünkü, Nuri Bilge Ceylan'ın sinemasını pek beğenmiyorum. Biz Zeki Ökten ve Şerif Gören ile çok tartıştık ve filmin yarısında çıktık. Çünkü bizim sinema anlayışımızda aksiyon ve tempo vardır. Burada peş peşe fotoğraf vardı. Bir şey anlattığını sanıyordu. Sadece Üç Maymun filmi fena değildi. Orada da daha çok insan, daha az dağ-bayır vardı. Bana göre, insanın olmadığı sinema sinema değildir.

13_169

Gişeden veya toplumdaki karşılığından ziyade, festivaller için çekildiği söyleyen filmler vardır. Bu konuya sizin bakışınız nasıl?

Bizim felsefede tartışma konusu vardır. Sanat sanat için midir, sanat toplum için midir? Sanat toplum için olduğu zaman bir anlam ifade eder. Ben sanat diyeyim anlayan anlar anlamayan anlamaz diyemezsin. O zaman niye perdeye çıkıyorsun, niye resmi sergiliyorsun? Tabii ki toplumun kabulünü görmek için. Ben yaptım oldu mantığıyla olmaz. Topluma hitap etmeyen sanat bana göre sanat olamaz. Herkes resimden veya müzikten anlamaz ama, uzmanların görüşleri vardır. Sanat toplum içindir ve birey için olamaz. Benim görüşüm budur.

Festival demişken, Malatya Film Festivali'ni de es geçmeyelim. Malatya Film Festivali'nin nasıl buluyorsunuz?

Ben o konuda çok eleştiride bulundum. Bir kere festivalin yapıldığı tarih yanlıştır. Kasım ayı olması itibarıyla kış mevsimi. Festivallerin birinci derecede amacı o şehrin doğasını, tabiatını, yemeğini, meyvesini tanıtmaktır. Bir anlamda turizm yapmaktır. Yurdun dört bir köşesinden, hatta uluslararası sahadan insanları alıp Malatya'ya götürüp, AVM'yi gösteriyorsan, amacına ulaşmamış olursun. Ben buradan gidenler ile görüştüm. Bana hiçbir yeri görmediklerini söylediler. Gidip film izleyip döndüklerini anlattılar. Malatya'nın mesire yerlerini, tarihi eserlerini, subaşlarını niye göstermediniz? Akçadağ'ın, Pütürge'nin köylerini neden göstermediniz? Böyle festival olmaz. Festival bahanedir, önemli olan ise şehri tanıtmaktır. Şehrin ince noktalarını, turistik noktalarını, ekonomik değerlerini anlattığınız zaman, festival anlam kazanır. İnsanlar her yerde AVM'ye gidip film izleyebilir. Giden insanlar çıkıp dolaşamıyor. Ben fikirlerimi vali ve belediye başkanlarına da ilettim. “Festival tarihini Haziran sonuna alalım. Kirazlar, kayısılar olsun. Yurt içinden ve yurt dışından gelen sinemacılar orada Malatya'yı yaşasınlar. Zamanlama bakımından yanlış.” dedim. Diğer yandan da hep aynı kişiler var. Seçici kurul aynı, jüri aynı… Ya hu kardeş, bu memlekette adam mı yok? Beni bir kere, o da utandıkları için çağırdılar. Hayat boyu onur ödülü verdiler. Ama benim bilgilerimden yararlanmalarını isterdim. “Şurada ne yapalım?” diye sorulmasını isterdim. Fikirlerime önem verilmesini isterdim. Ama birileri köşeyi tutmuş. Eskiden para da çoktu şimdi para da yok. 

Festivalin daha nitelikli bir şekilde düzenlenebilmesi için önerileriniz nelerdir?

Bir kere çok parayla da olmaz. İlk başladığı yıllarda Kültür Bakanlığı tanıtım fonundan 1-2 milyon alıyorlardı. Çalık'tan 8-10 milyon aldılar. Şimdi 500 bin tl ile yapmaya çalışıyorlar. İş daraldı. Malatyalıların elini taşın altına biraz daha koymaları gerekiyor. 2-3 proje verildi. Bir tanesi “Fahri Kayahan” dı mesela. Üzerinde de çalıştım her şeyi hazır. Tam bir Malatya hikayesi. Ama kimse yanaşmıyor. Ben de kalkıp bu dar zamanda büyük miktarda para harcayamam. Malatyalılar eleştirmeyi seviyorlar ama, hiç kimse elini taşın altına koymuyor.

Fahri Kayahan ile ilgili bir proje hazırladığınızı söylediniz. Bu projenin kabul görmesi durumunda Malatya'ya ne gibi katkıları olabilir?

Çok faydası olurdu. Mesela “Müslüm” dizisi Adana'yı ve o çevreyi yeniden canlandırdı. Her kültürel sanat hareketinin mutlaka bir izi kalır. Bir de Fahri Kayahan iftiraya uğramış bir adam. Dedikodu yüzünden karısı intihar etmiş. O adam kendini temize çıkarana kadar neler çekmiş? Gidip mezarının başında da türkü bestelemiş: Uyu demeye geldim. Yâri görmeye geldim. Yavrum yaren nerende? Merhem olmaya geldim…

Sayın Küpeli, yine film ve yönetmenlere dönecek olursak, Semih Kaplanoğlu'nun ödüllü filmi Buğday'ı hatırlatmak isterim. Filmle ilgili yorumunuzu almak isteriz.

Ben bu tarz filmleri merak da etmiyorum, izlemeye de gitmiyorum. Bunlar kötü iş yapıyorlar. O filmler toplumun her kesimini kucaklamıyor. Sadece entelektüel kesime hitap ediyor. Böyle sinemacılık yapmayı yanlış buluyorum.

Andaç Haznedaroğlu'nun 2017'deki Suriyeli sığınmacıları konu alan "Misafir" filmini hatırlatmak isterim. Bu filmle ilgili yorumunuz nedir?

Filmi izlemedim ama duyumlarıma göre film fena değilmiş.

Bu tarz sosyal konulu filmlerin sinemaya katkısını nasıl buluyorsunuz?

Eskiden daha çok fakir edebiyatı yapılırdı. Şimdi ise daha çok yüzme havuzlu villalarda oturan insanlar var. Aralarında bir mevzu oluyor adına da sosyal konu deniliyor. Sosyal konu dediğin eskiden fakir mahallelerinde “Orhan Kemal”lerin yazdığı romanlardı. O fakir mahalleleri anlatırlardı. Buna Hanımın Çiftliği'ni örnek gösterebilirim. Orta sınıf halkı aşağıdaki halkı anlayabilirlerdi. Şimdi sosyal konu deniliyor. Ama ben sosyal konu göremiyorum. İnsanlar Jiplerle geziyor. Villalarda oturuyor. Paranın nereden geldiği belli değil. Nasıl para kazanıyorlar nasıl hayatını idame ettiriyorlar belli değil. Benim en çok kızdığım konu şimdiki filmlerde bu. Bu pırasanın bolluğu nereden geliyor? Paranın kaynağı belli değil. Halk kültürü, halkın arasına sıkıştırılmış efsaneler, rivayetler o toplumun genel hayata bakışının tortusudur. Onun için o bilgiden ve kültürden yararlanmak lazım. Çünkü örf, adet, gelenek, töre senelerce insanların hayatını belirlemiştir.

14_106

 Son yıllarda popüler olan televizyon dizileri, Kurtlar Vadisi, Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz veya Çukur gibi dizilerin  topluma etkilerini nasıl görüyorsunuz?

İşte bu sosyo-psikolojik öneme sahip bir konu. Güzel bir araştırma konusu. Bizim ergenlik çağına gelen gençler, eskiden Kovboylara ve Tarzan'a özenirdi. Çünkü çocukların içinde 12-13 yaşlarında hep bir kahraman vardır. O kahramanın bir şekilde birilerini temsil etmesi lazım. Amerikan sineması bunu zamanında çok kullandı. Amerikan toplumu kovboylara ve Tarzanlara hayrandı. John Wayne'ın Kızılderili Katliamlarını izledik biz çocukluk ve gençliğimizde. Bunlar benim notlarımda var. Bunların hepsini yazdım. Şimdi memleketin polisi mi yok, jandarması mı yok, askeri mi yok. Sen gayri meşruyu devlete rağmen kahraman ilan ediyorsun. Şurada bir silah patlasın hemen polis geliyor. Sokaklarda çalıp çırpınca ne oluyor? Sokaktaki 15 yaşındaki çocuk da kendini o rüzgâra kaptırıyor. Televizyonun başından kalkmıyor.

Son dönemde TRT ile birlikte birkaç kanal tarihi konulardaki dizilere ağırlık vermiş durumda. Diriliş Ertuğrul,  Kuruluş Osman, Payitaht Abdülhamit, Kut-ül Amare gibi isimlerle seyirciyle buluşuyor. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Senaristler bizim yakın tarihimizi çok iyi yazmamışlar. Diziler tamamen hayal mahsulü. Çünkü tarihi belge yok. Ama birileri Diriliş Ertuğrul diye dizi yazıyorlar. Ben Itri'yi yazdım. 50 tane kaynaktan araştırdık. Yanlış yapacağız diye de korktuk. Çünkü küçük bir hata yapınca hemen protestoyu çekiyorlar. Bunun için çok inandırıcı olmayan işlere girmemek gerektiğini düşünüyorum. Mesela Çanakkale'yi istediğiniz kadar yazın. Yakın tarih… Ama çok eski tarihlerde kesin bilgi veremezsiniz.

 Tekrar sinemaya dönecek olursak, komedi filmlerinin öne çıktığını görüyoruz. A.r.o.g, Eyvah Eyvah, Düğün Dernek, Recep İvedik gibi filmlerin Türk sinemasına katkısı nedir?

Komedinin de bir gereksinim olduğunu ifade etmek isterim. Ancak komedinin arka planında müthiş bir mesaj olması gerekir. Sadece güldürmek için hokkabazlık yapılmaz. Komedinin bir mesaj verip gönderme yapması lazım. Bu bizim Kemal Sunal filmlerinde vardır. Kemal Sunal ezik adamı oynardı. Kapıcı, bekçi, postacı, çöpçü rolleriyle ezik adamı temsil eder ama sonunda da erdemi ve namusuyla çok güzel mesaj verirdi. Şimdi bunların hiçbir mesajı yok. Afedersiniz ama şimdiki filmlerde gaz çıkaran adamın ne gibi bir mesajı olabilir ki? Bilmiyorum…

Son yıllarda sinemada insani değerler ve erdemler ön plana çıkarılıyor. Bu gibi konuların işlenmesiyle ilgili bir düşünceniz, öngörünüz var mı? Ayrıca yeni jenerasyon sinemacılarla iletişiminizi de öğrenmek isteriz.

Bilgisayarda yapılan uçuk kaçık filmlerin yaşadığımız toplumla hiç alakası yok. İnsanın içinde olmadığı hiçbir eser bana göre sanat eseri değildir. Yeni jenerasyondan, çok sevdiğim çocuklar var. Onların içinde başarılı olan da var. Bazen projeyi iyice çalışmadan, araştırmadan acele ediyorlar. Detaylandırmadan çekime gitmesinler. Çünkü el elden üstündür. Belli bir ekol belli bir grup üzerine yoğunlaşırlarsa seyirciye ulaşılamaz.

Bizim dönemimizde şehrin içinde oturur mahalleliyle sohbet eder konuşurduk. Camiye gider avluda oturup sohbet ederdik. İnsanlarla iletişim kurardık. Şimdiki çocuklar kendi anne-babalarını bile küçümsüyorlar. Küçümsedikleri için de iletişim kuramıyorlar.

 Malatyalısınız, Malatya kelimesini duyunca zihninizde neler canlanıyor?

Malatya hayatı ilk tanıdığım yer. İnsan doğar-büyür, ilk kerpiç evini görür, o evin önündeki asmayı, akan suları görür… Ben bugün bile evin önünden akan suyu hâlâ özlüyorum. Şimdi oralarda hep kapandı gitti. Nostalji insanı hayata bağlar. Benim çocukluğumda her evin bahçesinde elma, armut, ayva, dut, erik, asma vardı. Cennet gibi güzel mekanlarımız vardı. Şimdi her yer beton. Malatya'ya gittiğimde buralarda duramıyorum. Ancak köye gidince rahat edebiliyorum. Özellikle Gündüzbey'e gidip bir kahve içiyorum. Şimdi Malatya merkezinin betonlaşma anlamında İstanbul'dan bir farkı yok. Aynı trafik, aynı kalabalık. Yeşili unuttuk. Artık şehirler giderek birbirine benzemeye başladı. Her şehirde aynı yapılar görebiliyorsunuz. TOKİ için bir tane plan çizmişler. O planı Malatya'ya da, Kayseri'ye de, Sivas'a da koyuyor. Halbuki bizim şehir renkli bir şehirdi. İki katlı evler vardı. Tek katlı bahçeli evler vardı. Dereler vardı. Şimdi ise tek tip evlere döndü. Ekonomik değeri olan farklı yapılarda evler yapılmalı. Bahçe içerisinde evler yapılıp isteyenlere satılmalı. Binalar aynı, renkler aynı ve oldukça sevimsiz yapılar inşa ediliyor.

15_66

 Ne sıklıkla gidiyorsunuz Malatya'ya?

Her sene giderim. Gökçe Köyü'ne gidiyorum. Pütürge Ağvanlıyım. Benim rahmetli babam Pütürge'ye kamyon çalıştırırdı.

Malatya ile ilgili ne söylemek istersiniz?

Malatya, Türkiye'nin kadim şehirlerinden biridir. Her insanı işçisi- çiftçisi, okumuşu- politikacısı hep birinciliğe oynamıştır. Karadenizliler biz hamsiden dolayı akıllıyız derler. Biz de kayısıdan dolayı akıllıyız deriz. Zihnimizi de kayısıyla çalıştırırız.

Malatyalı sanatçılardan bahsetmişken Kemal Sunal'ı anmamak olmaz. Bize Kemal Sunal'ı anlatın lütfen.

Kemal Malatya'ya çok az gitmişti. Kemal'i ilk defa ben Malatya'ya götürdüm. İstanbul Vefa'da doğmuş büyümüştü. Köyünü bile bilmiyordu. Kemal Sunal üslubunu, tarzını hiç kaybetmedi. Tipik bir Malatyalı idi. Konuşması da aynıydı. Hatta biz birbirimize takılıyorduk. Biz çok konuşmayalım, bu İstanbulluların dilini bozuyoruz derdik. Ben Kemal'i çok severdim. Ciddi bir adamdı. Filmlerinde görüldüğü gibi laubali bir adam değildi. Eğer laubaliliği sokağa taşırsa o zaman Recep İvedik'e dönüşürdü. Kemal ile beraber oturduğumuzda insanlara gülmemeye çalışırdı. O mesafeyi koyar ve o disiplini sağlardı. Kemal Sunal hayatın içinde son derece ciddiydi. Gerçek hayat sürekli komediyi kaldırmaz. Komedyen kişiliğini sette bırakarak sokakta bir anda kendi kimliğine bürünen bir adamdı.

 Kemal Sunal'ın sinemayla tanışması nasıl oldu?

Üç Maymun Kabare Tiyatrosu'nda bir oyun vardı. Zeki Alasya, Metin Akpınar, Kemal Sunal ve Ayşen Gruda oynuyordu. Bir Almanya tablosu yapmışlardı. Kemal elinde süpürge Almanya'da işçiydi. Metin geliyor ve “Bre zındık senin ataların buraları Viyana'ya kadar fethetti. Sen utanmıyor musun burada süpürgecilik yapmaya?” diyor. Kemal Sunal da “Nedek abi, ekmek parası” diye karşılık veriyordu. İşte o sahne Ertem ağabeyin dikkatini çekmiş. Kemal'i alıp parlattı.

 Saygıdeğer hocam, sohbetimizin bu kısmında size on kelime söyleyip, karşılığında aklınıza ilk gelen cümleyi söylemenizi isteyeceğim.

İnsan

En mükemmel varlık

Devlet

İyi yönetilirse çok büyük organizasyon

Siyaset

Güçlünün işine gelendir

Sanat

Herkese nasip olmaz

Sinema

Çok yönlü bir malzeme. Anlamlı kullanılması lazım.

Malatya Film Festivali

Emekleme döneminde

Kadın

Ana, sevgili, kız kardeş.

Aşk

Olsa da olur olmasa da olur

Ahlâk

Çok önemli

Malatya

Benim memleketim

Türkiye

Bana göre dünyanın merkezi

Pütürge

Benim doğduğum bölge

Gökçe

Benim köyüm

Kemal Sunal

Hemşerim, kankam

 

elsan

Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!


  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Başka haber bulunmuyor!