dore okulları
Malatya
19 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    34.83
  • ALTIN
    2508.3
  • BIST
    9693.46
  • BTC
    64358.01$

Şu sıralar Malatya'da iki fotoğrafla ilgileniyorum!


Şu sıralar Malatya'da iki fotoğrafla ilgileniyorum!
Narin

Bazı objeler, bazı insanlar, bazı yaşananlar, kareler ve ritüeller ele avuca sığmaz. Değerlidir. Olması gerektiğinden çok gönüle akan huzurdur onlar, kapladığı hacimden kat be kat fazla hayatı anımsatır bize. Kendi doğal haliyle o “an” ki zamana atılmış aslında en güçlü bir imzadır.

96'da mezun olduğum aynı (Fatih lisesi) liseden, bizden 2 yıl önce mezun olmuş bir ağabeyin siyasetçi kimliğini bir yana bırakıp çekmiş olduğu 2 adet fotoğraf üzerine bu yazımı yazmaya karar verdim. Çoktan planlamıştım bu güne denk geldi. Geçen yıla kadar Fatih Lisesi Müdürlüğünü yapan ve yine Pütürge lisesinde okurken kimya dersi öğretmenimiz Ali Kaçmaz hocamız söyledi “Mehmet Çınar da Fatih Lisesi mezunudur” diye.

Böylelikle bir adım daha yakın hissetmenin ölçülerinin hepsine sahip olduk.

Fatih Lisesi ve Pütürge lisesinde bir dönemi paylaştığımız tüm öğrencilerin yıllar geçse de gönül bağı ile birbirine bağlı duygu aforizmalarını yabana atmamak gerekir. Pütürge Lisesi ve Fatih Lisesi çocuklarının biriktirdiği anılar deryasına bir (.) nokta şeklinde dahil olmasını isterim bu yazının.

Velhasıl konu siyasetçi olunca aklınıza eleştiri yapacağım gelebilir, zaten eleştirmek kanımızda var bizim. Önce oy verir, sonra yerden yere vururuz. Önce saygınlık duyar, elini eteğini toplumdan çekince cinler tepemizde çıkar, hazmedemeyiz bunu ve bizlerse yakarız tüm gemileri. İstikamet diye bir şey kalmaz. İsteriz ki sesimize ses, düşüncelerimize ufuk olsunlar. Yaralarımıza ilk onlar koşsun. Yakın dursunlar. Hele de telefonlara bakmamaları yok mu? En cüretkar bir durumdur bana göre. Bu kez eleştirmeyi bir yana bırakıp Mehmet abinin çınar gibi kökleri derinlerde olduğundan bahsetmek, kendi toprağında verimli olmasını ben sahici bir itirafla dile getirmeyi düşündüm.

Konumuz olan o iki fotoğrafla...

İkisinde de aynı çarpıcı mesajlar, saygınlık ve doğallık öne çıkıyordu. Benim gördüğüm, insanlarda çok nadir rastladığımız masumiyet hissi.

İlki: "Beni okuttun, öğrettin, daima yanımda oldun ilgilendin, senin şefkatinin sevginin alanından çıkmak istemezdim!”

Ona bunu söyleten öğretmenler gününde öğretmeni olan hanımefendinin eline eğilmiş küçücük bir çocuğun aslında yetişkin bir siyasetçi edasıyla tarihe gönderme yapması idi.

Onda öğrenmeye doymamış gibi “hayır bu kadarı yetmez, seni biraz daha dinlemeliyim bile, yüreğim karşında çırılçıplak, yeni açılmış defter sayfası gibi tertemiz” dedirten bariz saygınlığı tamamlayan ise manşetleri bilekten düğmeleri iliklenmiş, beyaz bir gömlek kadar saf tınıya tanık olmak bazen bu çılgın zamandan alıp başka bir yüzyıla sürüklemek gibi, sanki kocaman bir boşluğa bırakıyor insanı.

Göçten dönenlerin sılada bulduklarıyla bir karşılaşma biçimiydi belki. Hayatın orta bir yerinde, yüklemsiz, öznesiz, entelektüel dengelerle, cümlenin sonuna nokta koymadan, adına “kimim ben?” sorusunu kimseye sormadan, kulağa en hoş gelen, göz retina tabakasına en net görünen bol ışıklı bir nazireydi.

Oysa bizleri bezdiren dünyanın binlerce acayipliklerinden sonra böylesine uyumlu, Anadolu'nun renklerinde kaybolmuş ve tüm güzelliklere kapıları açan fakat geç kalınmamışlığın kompozisyonunda ender rastlanacak mesajın bir kare ile toplumla paylaşılmasından etkilendiğimi yazmasaydım kalemime ve kendime haksızlık olurdu bu.

“Özümüzden kopmayız, makam mevki mühim değil, hangi koltukta olursak olalım büyüklerimiz her daim başımızın tacıdır, çok güzel bir günün anlamı ancak bizim için el öpmektir, ender bulunur bir saygı düzeneği dediği, eski günlere özlemini saklamayarak...
Ne derseniz deyin...

İkinci resim ise sayın Çınar kayısı sergi alanında görülüyor. Malum memlekette kayısı vakti. Sarı altının hasadını yapıyor insanlarımız. Genizleri yakan kükürt kokusunun oksijen niyetine nefes alınıp verildiği, plastik kasa ağırlığı altında bir büklüm bedenler, sabahın beşinde kalkmanın mecburi olduğu günlerdeyiz. Bu güne kadar hiçbir siyasetçi islim sergi yerine uğramadı. Ben görmedim. Uğrayanı da unutmak ne haddimize. Sayın Çınar sanırım herhangi bir köylünün evine konuk olmuş. Kayısının en stratejik alanına girmiş dersek daha yerinde olur. Diğer siyasetçiler için mayın tarlasına girmek gibi bir şeydir sergi yeri. Yine sadelik, abartı yok, giyim kuşam muntazam, her şey kendi doğal formasyonunda ve kendi içimizden biri teması hakim....

Arkasında yürüyen bir ordu yok, siyah takımlı kompradorlar, korumalar, üç beş tane lüks araç, eğilip kulağa fısıldamalar, danışmanlar, şu-bu...

Belli ki çok da kendini taktim etme çabası gerektirmeyen sıradan bir duruş içerisinde. Ve bir şeylerin eksik olmadığını katlanamıyor, ardından büyük yoksunluk çekmiyor, birilerine kendinin iyi olduğunu taslamıyor. Mesafe 1500 metre değil. İmtiyaz var, yakınlık, ezberlenmiş bir müfredatı gözümüze sokmuyor finalin sonunda.

Açık söyleyeyim, biz halk olarak “siyasilerin neresindeydik, siyasetin neresinde var olduk?” sorusuna cevap niteliğinde bu doğal, yakınlık, abartı olmasını diama istemedik mi? Bize benzesinler, bizim gibi olsunları talep ettik daima. Sadece siyasileri değil; doktorları, sanatçıları, futbolcular, milletvekilleri, gazeteci, yazarları sıradanlığın dışına çıktıklarında afaroz etmedik mi onları? Milletin kılıcı her daim bilenmiş halde, kestiği ceza zamanın dehlizleri arasında kaybolmaları şeklinde ödediler. Halkla bağını kesen kim olursa olsun kadim bir yalnızlığa terk edildi. Kim bilir sayın Çınar bu içten samimi hali objektife yakalanmasaydı ben de şu an bu yazıyı yazmamış olacaktım. Halim bir ben olarak bu iki karenin çok değerli olduğu, günümüz “Z”lerin fark etmesi bakımından; ki, zamanın teknolojik alet-edevat imkanlara rağmen gün içinde elimizde cep telefonu ile çekilen yüzlerce fotoğraf-selfiden çok nadir benzer karelere sahip olmamızla kıyaslayabiliriz.

İşte seçimi de çok isabetliydi demeliyiz. Hayatı ve insanları, geçmişine bağlı, sıcaklık, sevgi, dostluk şeklinde görünmüyor mu cümle? diye bahsetmeliyiz. İkide iki tutturan kaç siyasetçi var aramızda? Hangi fotoğrafta kararımızı değiştiriyoruz, hangi eksene yakın olursak olalım biz doğru olanı daha çok tahlil ediyoruz? Memnun olduğumuz anlaşılsın diye, eleştirdiğimiz gibi onların (siyasilerin) bazen mutlu olmaya ihtiyacı olduğunu kabul etmemizle eş değer bir şeyi de iyi biliyoruz.

Belki onlar mutlu olsalar, bizler de oluruz. Bizi de mutlu ederler. Mutsuzluk ne katı bir kelime halbuki. Fakat mutlu muydular gerçekten, hepsinde para pul gani, etrafında dört dönenler, arzuhalini bir telefonla yerine getirmeleri... Hepsi mutlu mu değil mi bilmem ama sayın Çınar bu iki karede çok huzurlu. Ve bu iki kare kadar Yeşilyurt'ta huzur elde etmiştir. Ya diğer il, ilçe, bölgeler, onların da mutlu olmaya ihtiyacı yok mu? Siyasiler diyorum; bazen çaktırmadan insanlara mutluluk dağıtın. Hani istemeden de olsa...

Çünkü samimi bir tebessüm dağları aşıp uzak bir diyarda fakirin birinin sofrasında deli eden bir umuda, mutluluğa, huzura dönüştüğüne çok kez ortak oldum. Hatırlatayım dedim.

Saygılarımla...

TİMUR İNCE
Not: Siyasi bir yazı değildir.

elsan

Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!


  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Başka haber bulunmuyor!