dore okulları
Malatya
19 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.6
  • EURO
    34.78
  • ALTIN
    2497.6
  • BIST
    9524.59
  • BTC
    63923.93$

TAKVÂ VE VERÂ'YA DAİR


TAKVÂ VE VERÂ'YA DAİR
Narin

 

 

"Hayvaniyetten çık, cismâniyeti bırak, kalb ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nûr bulursun. İşte o âlemin anahtarı 'marifetullah' ve 'vahdaniyet' sırlarını ifade eden 'lâ ilahe illallah' kelime-i kudsiyeyle kalbi söyletmek ve ruhu işletmektir" hakikâtini tasdik eden ve bunu bütün insanlığa duyurmak için gayret gösteren kalb-i selim sahiplerine ithafen... 

Kalb, tüm hayırların, güzelliklerin insana tecellisinde önemli bir köprü vazifesi üstlendiği gibi aynı zamanda şeytanî ve nefsanî tüm dürtülere, tüm telkinlere, tüm tuzaklara da köprü kurabilir. 

O nazargâh, Hakk'a irâde ile yönlendirilebildiğinde, bedenin en dipsiz karanlıklarına kadar nur yağdıran bir vaha; yine irâde ile cismaniyete yönlendirildiği anlarda da şeytanın zehirli oklarının kaçınılmaz hedefi olur. 

İrâdesini alışkanlık hâlinde yanlış olana yöneltmenin neticesi imânsızlıktır. İmânsız kalp, ölü ve ötelere karşı hissiyatları ve idrâkı da bütün bütün kapalıdır.

Ölüm pençesindeki hasta gibi; öyle güçsüz, öyle savunmasız ve öyle çaresiz... 

Oysa kalp, hem tüm duygu, düşünce, idrâk, izân, basiret, şuur ve hissiyatın, hem hayır ve şerrin, hem olduran ve hem öldüren yegâne vesilesidir insanın. 

Kalbî ameller deriz; bu amel ve eylemler için, farz, sünnet, vacip, müstahab, helâl, haram, mekruh gibi değer ölçülerini doğru uygulamayla hakikî insanı inşâ eder, kâinatı, mevcudâtı var eden, sonsuz nimetleri kudretiyle emrimize sunan Rabbimize şükrümüzü, hamdimizi ifâ ederiz. Ifâ ederken; tüm bunları ifade eden ibadetlerimizi yerine getirmek adına kılınan namaz, tutulan oruç, verilen zekât ve insanlığa atfedilen her türlü müsbet hizmet bu kalbî ameller içindedir. 

Muttali olunamayan, bazen kendimizin dahi farkına varamadığı veya farkına varmakta güçlük çektiği amel ve eylemlerimiz de dâhil. Bundandır ki; "Müminin niyeti amelinden hayırlıdır" hadis-i şerifi de, niyetin aslî bir kalp ameli olduğunu nezâket ile vurgular. Niyetin sarsılmaz ölçüsü ise elbette ki takvâdır. 

Odur ki; Allah'ın hoşuna gitmeyen her şeyden sakınmaktır. Ve hatta; Allah-u Teâlâ'dan sakınmaktır, bilhassa iki hususta; razı olduklarını/emrettiklerini yerine getirmemek, haram/yasak kılıp nehyettiği şeyleri de gizli ya da aşikâr yapmak. Bunların aksi de şudur; Allah'ın rızasını gözetmek, emirlerini yerine getirmek, nehyettiklerini ve haram kıldıklarını da terk etmek. 

Izâhen, bir fitne çıktığı zaman, Talk b. Hubeyb'in; "Ondan takvâ ile sakının" dediği, Bekr b. Abdullah el-Muzeni'nin de; "Bize takvâyı izâh et!" sözü üzerine; "Takvâ, Allah'tan bir nur üzere, O'ndan rızasını ümit ederek, yalnız O'na itaatle iş yapmaktır" şeklinde cevap verdiği rivâyetle nakledilir. 

Takvânın ameli eylemlerdeki hakikâti, hakkı yerine getirmek ve yasakları bizzat terk etmektir. Dünyanın sahte tekliflerine, sonu kalıcı hüsrân olan geçici keyif ve zevklerine 'asla!' meydan okuyuşudur. Vicdândaki hakikati ise farzlarda, ihlâsla Allah'ın irâdesini hâkim kılmak; ancak Allah'ın kullarını teşvik ettiği yine de onlara olan merhameti ve acımasından ötürü farz kılmadığı namaz, oruç gibi nafile ve benzeri tüm amellerde çaba ve samimi gayret ile amel izhârıdır. 

Çünkü kulların teşvik edildiği ibadetler ve ameller ancak ve yalnızca takvâ ve irâdeyi O'na teslim etmekle mümkün, makbul ve kabul olur. Nitekim, kul Allah'a karşı takvâlı olunca verâ ile hemhâl olur, rızaya kavuşur. 

Verâ; Allah'ın hoşuna gitmeyen her şeyden özenle uzak durmaktır.

Hz. Ömer'in (radıyallahu anh); "Hırsızdan uzak durun, onu gözetlemeyin" sözü, "Onu yüklerinizin başından kovun, hırsızlık yapıncaya kadar onu gözetlemeyin" mânâsını teşkil eder ve hatırlatır. Bu minvâlde Araplar da; "Deveden uzak dur!" mânâsını "verâ'a" şeklinde kullanırlar. 

Takvâ ve verâ'nın tam zıttı da; gaflettir. Gaflet ise sonsuz saadetimizle aramıza perde çekmiş kalp kasveti, Allah'ın yasak ve tehditlerine rağmen kalpleri hissizleştiren, donuklaştıran, alıştıran günah ve isyân pası, Allah'ın rıza, sevap, ikâz, ceza, emir ve nehiylerine karşı insanın basiretini perdelemiştir. 

Maalesef durum budur. Budur; çünkü insan hür irâdesiyle ve kendi tercihleriyle kalbini sonsuz saadetten alıkoyarak, bu alıkoyma fikrini de kaderi olarak mühürlemiştir. Neticede geçici dünya hayatının zavallı teklifleri galebe çalmış, nefse hiç eğilmediğinden, insana bu gerceği, nefislerinin hazin tuzağını unutturmuştur. 

Rabbimizin o sarsıcı ayetinde buyurduğu gibi; "Allah'ı unuttuklarından ötürü Allah'da onlara nefislerini unutturdu." (Haşr/59, 19)

Müfessirler, bu ayeti; "Nefislerini ele alıp onu hesaba çekmeyi unutturdu" şeklinde tefsir etmişlerdir. 

Demek ki ilk musibet hâli; kalbi Allah'ı zikredip, sonsuz saadeti, kavuşma/vuslat ânını tefekkür etmekten, düşünmekten, hislenip içlenmekten bizzat alıkoymasıdır. 

Devamında sehiv, akabinde nisyân, sonucunda da günah işlemekte alışkanlık kazanan, aşırı giden kalbe pas ve katılık gelir ki, bunlarla kötülük üzerine kötülük amelleri ile hakikât düşüncesi perdelenir. (Allah'a sığınırız.) 

Dolayısıyla, kalbin ısrarına mâni olan, hata ve günahlardan alıkoyan havf ve recâdır. Yani kim nefsin hoşuna giden, kalbinin meylettiği ve Allah'ın hoşlanmadığı şeyleri terk ederse, kendisiyle Allah'ın hoşnutsuzluğu arasına bir perde germiş ve aslolan rıza yolculuğunda yakînen Allah'ın himayesini kazanmış olur. 

Sonsuz kudret sahibi olan Allah, yarattıkları ve yarattıklarına en yararlı olan şeyleri de elbette ki bilir. "Ol" hükmünü vermeden önce yaratılışına uyan hususları sevecek, uymayanları ise sevmeyecek bir tabiatta yaratması ve bu zıt hâllerin de kulu tarafından bilinmesi, idrâk edilmesi durumunda, şehevî hislerinin zuhur edeceğini ve nefsinin mücadele edeceğini de bilir ve yüklenilebilecek durumları kuluna musahhar kılıp, sorumlu tutar. 

Bilhassa ömrünü, şehevî duyguların tatmini için harcayan, hiç eden bedbaht kimse, sonucunda ağır bir ceza konulup, onunla muamele görmesi, iyilikleri için de, sonsuz mükâfat ve nimetler konulup kendisine güzellikler ve lütuflar sunulması sonsuz bir ilmin adâletane neticesidir.

İmtihan gereği, yarattıklarının da tabiatını ilmiyle bildiği için her iki durumu da sebep ve sonuçlarıyla birlikte yaratmıştır. Bununla dostlarını hayâllerinin dahi hayâl edemediği şekilde yüceltmiş, düşmanlarını da hakettikleri ölçüde alçaltmış ve zelil kılmıştır. 

Velhasıl; lâyık olduğu vecihle, zatının keremi ve celâlinin izzetine yakışır bir sekilde O'na hamd eder, O'ndan hidayet ve yardım diler ve ancak O'na teslim olur, sığınırız. 

Habibim dediği Hz. Muhammed'e (sallallahu aleyhi ve sellem) ve âline salât ve sonsuz selâm olsun. 

Vesselâm...

elsan

Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!


  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Başka haber bulunmuyor!