dore okulları
Malatya
26 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.55
  • EURO
    34.92
  • ALTIN
    2442.0
  • BIST
    9716.77
  • BTC
    64419.140$

28 Şubat ve Malatya!..


28 Şubat ve Malatya!..
28 Şubat sanığının Malatya Time için kaleme aldığı yazı
Narin

Ön not:  Yazım biraz uzun olabilir ama emin olun bugünlerde okunması gereken bir yazı. Okudukça sonuna kadar okuma isteğiniz artacak ve belki birkaç defa daha okumak isteyeceksiniz. Hafızalarınızın tazelenmesi için okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

 14 Yıl Sonra Neden Bu Yazı:

28 Şubat sürecinde en çok gündemde olan ve en çok mağdur edilen illerin başında Malatya gelmektedir. Malatya'da yaşayan birçok insan bu süreçte mağdur edilmiş, 28 Şubatın en şiddetli soğuğunu iliklerinde hissetmiştir. Bu süreçte Malatya'da kimi okulundan, kimi işinden, kimi sağlığından olmuş kimisi de hayatını kaybetmiştir. Süreçte yargılanarak ceza alanlardan halen cezaevlerinde tutuklu olanlar olduğu gibi kaçak bir şekilde yurtiçinde ve yurtdışında hayatını devam ettirenlerde bulunmaktadır. Yüzlerce insan bu süreçte mahkemelerde yargılanmış, onlarcası farklı sürede cezalar ile tecziye edilmiştir. Yine süreçte onlarca dava açılmış, en büyük davada 51 kişi idamla 25 kişi 5 ila 15 yıl arasında değişen ceza istemiyle Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılanmıştır. Üzerinden 14 yıl geçmiş olan bu dava neredeyse unutulmak üzeredir.

 Dava ile ilgili önemli bir not ise bu davanın bir başka dava ile karıştırılmasıdır. Bu dava bittikten takribi 1 yıl sonra yeni bir dava daha açılmıştı. O dava “Malatyalılar Gurubu Terör Örgütü” davası idi. Her iki davanın birçok sanığı aynı kişiler olduğundan dolayı sürekli her iki dava birbirine karıştırılmaktadır. O dava “kitap dışında silahı olmayan silahlı terör örgütü” davası idi bu dava ise başörtüsü eylemlerinden dolayı açılmış bir dava idi. Asıl büyük dava bu dava idi. Asıl komik olan dava bu dava idi. Diğer davada en azından birbiriyle iletişimi bulunan ve aynı cemaate mensup olan kişiler yargılanmıştı. Bu davanın onunla karıştırılmaması gerekiyor. O davayı fazla bilmiyorum, inşallah o davanın sanıklarından birisi de çıkıp o davayı yazar ve öğrenmiş oluruz.

 Biz dönelim tekrar “Malatya Davasına”. Kimileri bu davadan rant elde etmekte, kimileri bu davadan dolayı kararan hayatlarını bir türlü düzene sokamamaktadır. Bu davanın karar metninde sanıklar içerisinde görünmeyen kimileri ise davada idamla yargılandıklarından bahsetmektedir. Davanın açılmasına sebep olanlar, provokatörler, ajanlar, muhbirler vs. hepsi şimdilerde el üstünde tutulmaktadır. Yüzlerce insana, insanlığın kabul edemeyeceği, yazılınca dahi birçok insanı ürkütecek kadar kötü işkenceler yapan emniyet görevlileri elini kolunu sallamakta, sırtını Ak partiye dayayarak makamlarını yükseltmektedir. Kimse o günkü işkencecilerden hesap sorma niyetinde değildir. Herkes halinden memnunmuş görüntüsü vermektedir. Bütün yaşananlar unutulmakta, davanın tamamı sadece bir cemaat için kullanılmaktadır. Davada mağdur olanların halini bilen, merak eden kimse yoktur. İşte tamda 28 Şubat darbecilerinin yargılandığı bugünlerde bu davayı yazmak gerektiğine olan inancımdan dolayı, bu yazıyı hazırlamak boynumun borcu oldu. Zira yaşananlardan kimsenin ders almadığını ve her şeyin unutulduğunu görüyorum.

 

Süreç Nasıl Başladı:

İnönü Üniversitesi Senatosunun 1998-1999 eğitim öğretim yılı başında başörtüsü takan öğrencilerin derslere alınmayacağı ile ilgili karar alması fitili ateşleyen ilk hareket oldu. Zamanın İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ömer ŞARLAK (emekli tümgeneral) İnönü Üniversitesine rektör olarak atanır atanmaz öncelikle “irtica ile mücadele” başlatmıştı. 1998-1999 Eğitim Öğretim yılında senatoya aldırdığı karar ile üniversitenin tüm alanlarında başörtüsü takılmasını yasaklamıştı. İlk dönem yasak aşırı uygulanmasa da ikinci dönem yasak katı ve baskıcı bir şekilde uygulanmaya başlanmıştı. Başörtüsünün yasaklanması ve yerel medyada yer bulması muhafazakâr Malatya halkı üzerinde çok büyük etki yaratmıştı. Marjinal gurupların da konuya müdahil olması, bir takım komplo teorilerinin kurulması ve provokatörlerin provokasyonları sayesinde şehir ateş topuna dönmüştü. Birbirinden bağımsız farklı guruplar farklı türde eylemler yapıyor giderek eylemler artıyordu. Başörtü yasağı bahanesiyle kışkırtmalar ve yanlış yönlendirmeler ile halk adeta çılgına dönmüştü. Her gün ayrı ayrı yerlerde farklı farklı eylemler yapılıyordu. Bu durum birkaç hafta böyle devam ettikten sonra artık toplu ve büyük eylemler yapılmaya başlandı.

 

Cuma Eylemleri:

Büyük eylemler için nisan ve mayıs ayı içerisinde iki Cuma günü seçilmişti. Eylemin kimler tarafından tertip edildiği, insanların toplanması için kimlerin çalışma yaptığı bilinmiyordu. Hiçbir İslami cemaat eylemlerin tertipleyicisi değildi fakat eylem Malatya'yı bile aşacak boyuttaydı. Yaygın medya kanallarının bazıları canlı yayın araçlarıyla eylemleri yayınlıyorlardı. Kimler nasıl organize etmişti bilinmiyordu ama eylem olabildiğince büyük boyutlardaydı. Birinci Cuma eyleminde polis ve jandarmanın çok sert müdahalesi, eylemin ulusal bazda ses getirmesi, bir takım kışkırtıcıların üstün çabası ve ortalıkta görünmeyen bir elin her şeyi organize etmesi ile bir sonraki Cuma çok daha büyük bir eylem gerçekleşecekti. Bazı İslami guruplar eyleme katılmamaları için üyelerine telkinlerde bulunsa da faydası olmamıştı. Malatya neredeyse herkes ile eyleme akmıştı. Eylem sırasında çevre illerden gelen takviye ekipler ile birlikte polis ve jandarmanın çok sert tepkisi bile insanları vazgeçirememişti. Malatya tarihinin en çok polisi ile karşı karşıyaydı. Söylentilere göre Kocaeli, İstanbul gibi illerden bile gönüllü takviye kuvvetler getirtilmişti. Alandaki eylemcilerin arasında karışmış provokatörlerin haddi hesabı belli değildi.

 Her iki Cuma eylemi sonrası yüzlerce insan tutuklanmış cezaevi ve nezarethaneler yetmeyince insanlar polis okulundaki sınıflara doldurulmuştu. Olay artık birilerinin istediği kıvama çoktan gelmişti. Artık bu olaylar sonrası birileri -olaylar ile ilgisi bulunsun veya bulunmasın- istedikleri kişileri tutuklayıp istedikleri şekilde yargılayabileceklerdi. Nitekim ikinci Cuma eyleminden sonraki günlerde Malatya'da birçok insan evlerinden, birçok öğrencide okullarından alınmış ve cezaevlerine konulmuştu. Olaylar sırasında Malatya'da olmadıkları halde bazı kişiler hakkında eylemlerin tertipleyicisi olarak gıyaben davalar açılmıştı. O kadar çok kişi evlerinden okullarından alınıyordu ki; Yeşiltepe Polis Karakolunun altında bulunan her biri iki kişilik iki nezarethaneye tam 30 kişi koymuşlardı. Sonrasında ise bu tutuklananlardan 51'i hakkında idam 25'i hakkında ağır ceza istemi ile zamanın 1 nolu DGM'sinde dava açılmıştı. Yani Cuma eylemleri nedeniyle bu insanlar hakkında TCK'nın 146. Maddesindeki “Anayasal düzeni zorla değiştirmeye yönelik hareketten” dava açılmıştı.

 

“Mitinge Katıl” Afişlerini Kim Ya da Kimler Astırdı?

 Cuma eylemleri sonrası istedikleri kişileri yakalayabilmek için tezgâh kurucular; babaları imam olan, çocuk yaşta iki kişinin ellerine “başörtüsü mitingine katıl, yer: Akpınar Meydanı” yazılı afişlerden vererek çeşitli yerlerde asmalarını istediler. Afişler bu iki kişi tarafından asılırken polis suçüstü yaparak ikisini de yakaladı. Sonrasında bu kişiler afişleri İslami Dayanışma Vakfından aldıklarını ifade ederek birçok insanın gözaltına alınması sürecini başlattılar.

 

Süreçte Ön Plana Çıkanlar:

1.Medine Mescidi Cemaati:

Malatya'nın bilindik simalarından Ramazan KESKİN Hocanın başında olduğu bu cemaat biraz radikal çıkışlarıyla süreçte en göze batan guruplardan bir tanesiydi. Geneli köylü kesiminden oluşan, farklı bazı uygulamaları ile bilinen cemaat, dini hassasiyetlerinin yüksekliği nedeniyle eylemlerde aktif olarak yer almıştı. Keskin Hoca'nın işin içinde “porovakasyon olabilir” uyarılarına rağmen cemaatin üyeleri eylemlere en çok katılım gösteren gurupların başındaydı. Bu cemaat diğer cemaat ya da dernekler gibi kurumsal hiçbir altyapısı olmayan tipik cami cemaatinden öte bir cemaat değildir. Normal cami cemaatlerinden farkları hocalarının görüşleri ve bazı dini konulardaki farklı uygulamalarıdır. Cuma eylemleri sürecinde eylemcilerin birçoğu Medine mescidinde toplanmış ve burada Cuma namazı kıldıktan sonra eylemleri başlatmışlardır. Cemaat içerisine sızmış birçok ajan-provokatörün kışkırtmaları cemaat üzerinde etkili olmuştur. Eylemler sonrası Ramazan KESKİN hoca tutuklanarak çeşitli davalarda yargılanmış ve uzun süre cezaevinde yatmıştır.

 

2.İslami Dayanışma Vakfı:

Zamanın Hizbullah örgütünden ayrılan birkaç kişinin önayak olması ile kurulan ve giderek büyüme eğiliminde olan altyapısı en sağlam guruptur. İslami Dayanışma Vakfı özellikle gençler üzerinde etkisi büyük olan, İran'a bağlılık yemini etmiş, devlet imamlarının arkasında namaz kılmayan, siyasetin küfürle eşdeğer olduğunu savunan, Türkiye'nin “Darul Harp” olduğuna inanan, temel referansı cihat olan İslami bir cemaatti. (İstihbarat örgütlerine göre.) Özellikle radikal İslami görüşlü gençler ve üniversite öğrencilerinin uğrağı olan vakıf sürekli cihat söylemiyle gençler üzerinde büyük etki yapmıştır. Dolayısıyla da sürecin en önemli aktörüdür. Malatya ölçeğinde giderek büyüyen bu cemaatin varlığı birileri için hem tehlike hem de yapmak istediklerini yaptırabilecekleri bir kaynak haline gelmiştir. Vakfın Başkanlarından İsmail ÖZER kaçırılarak ölüme terk edilmiş daha sonra ise akli dengesini kaybederek balkondan düşme sonucu hayatını kaybetmiştir. Aslında Vakıf, sokak eylemlerine şiddetle karşıdır ve bu konuda bütün üyelerini sıkı sıkıya tembihlemiştir. Fakat Vakıf resmiyette Cuma eylemlerinin tertipleyicisi olarak görünmekte ve yukarıda yazılı “afiş” tezgâhı ile birlikte eylemlerin baş aktörü olarak kabul edilerek, üyelerinin bazıları derdest edilmiş haklarında çeşitli davalar açılmıştır. Vakıfla hiç ilgisi olmayan birçok mütedeyyin insan da “vakfa yakınlıkları vardır” denilerek tutuklanmışlardır. 28 Şubat sürecinde üyeleri en çok ceza alan en çok mağdur edilen ve en büyük zararı gören sivil toplum örgütü olmuştur. Buna rağmen Ak Partinin kurulması ile birlikte “siyaset küfürdür” anlayışları tamamen değişmiş ve Ak Parti Malatya il yönetimi büyük oranda vakfın eski yöneticilerinden oluşmuştur.  Vakıf halen Meşale Kültür ve Eğitim Derneği olarak faaliyetine Malatya'da devam etmekte, yurt çapında ise Anadolu Platformu olarak giderek büyüyen bir yapıya dönüşmektedir. Bir diğer önemli husus; olaylar sırasına işkence gören vakıf yönetici ve üyeleri hala kendini toparlayamamış olmasına rağmen, hiçbir işkence ve ceza yemediği halde bugünlerde vakfın ismini kullanarak servetlerine servet katanların oldukça fazla olmasıdır.

 

3.İnönü Üniversitesi Öğrenci Temsilci Konseyi:

İnönü Üniversitesindeki öğrenci konseyine aktif çalışmalarından dolayı genellikle muhafazakâr öğrenciler seçilmişlerdir. Hal böyle olunca başörtüsü yasağına üniversite içerisindeki tepkilerin adresi Öğrenci Temsilci Konseyi (ÖTK) olmuştur. Üniversite içerisindeki eylemlerin çoğunun tertipleyicisi olan ÖTK, eylemlerinin basın aracılığıyla tüm şehre duyurulmasını sağlamış ve büyük eylemlerin başlamasına ön ayak olmuştur. Üniversite içerisindeki eylemlerin birinde ÖTK Başkan Yardımcısı Yusuf ASLAN kendisini yakmış, bu eylemi tüm Malatya'da duyulmuştur. Bu eylem ilgiliye pahalıya patlayarak okuldan atılmasına sebep olmuş, daha sonra ise DGM'de idamla yargılanmasına neden olmuştur. ÖTK içerisinde yer alan birçok kişi süreçte okuldan atılmış bazıları mahkemelerde yargılanmışlardır fakat radikal İslami guruplar içerisinde yer almasına rağmen ÖTK Başkanı (?...) hakkında herhangi bir işlem yapılmamıştır.

 

MALATYA DAVASI

Her iki Cuma eyleminin ses getirmesi ve birilerinin istediği şekilde sonuçlanmasından sonra yukarıda anlatılan afiş olayının da tezgâhlanması sonrası yakalanan birçok insan hakkında çeşitli davalar açılmıştı. Bu davaların en büyüğü 51 kişinin idamla 25 kişinin ise ağır hapis istemiyle 1 nolu DGM'de yargılandığı dava olmuştur. Toplam 76 kişi hakkında “Anayasal düzeni zorla değiştirmeye yönelik hareketten” bu dava açılmıştı. Davanın sanıklarına bakıldığı zaman başlı başına saçma sapan bir dava olduğu hemen göze batmaktaydı. 18 yaşın altında çocukların idamla yargılandığı davada, birbirleriyle ilişkisiz 76 kişi Malatya'daki bütün eylemlerin tertipleyicisi ve anayasal düzenin yıkıcıları olarak görülüyordu. Davada eğitimciler, öğrenciler, gazeteciler, işçiler ve işsizlerden oluşan farklı durum ve konumda sanıklar mevcuttu. Çoğunluğu 20 yaş civarı üniversite ve lise öğrencileriyle birlikte göze batan birkaç önemli kişi dışında, tamamen normal sıradan ve birbirleriyle hiçbir bağı bulunmayan kişiler sanık olarak seçilmişti. Hatta okuma yazması olmayanlar bile sanık sandalyesine oturtulmuştu.

 Davanın Sanıkları:

Hüda Kaya 1960 D., Z. Nurulhak Saatçioğlu 1980 D., G.İntizar Saatçioğlu 1981 D., Nurcihan Saatçioğlu 1982 D., Mehmet Keskin 1975 D., Necdet Akboğa 1966 D., Mahmut Öner Özer 1961 D., Hüseyin Perçin 1966 D., Ahmet Kazgan 1960 D., Yusuf Aslan 1975 D., Metin Bakan 1977 D., Murat Derince 1972 D., Seyfettin Duman 1981 D., Mehmet Uğur 1977 D., Aziz Özgür 1980 D., Mehmet Noğay 1980 D., Mehmet Dizak 1968 D., Ahmet Poskıranoğlu 1981 D., Muhterem Yaşar 1980 D., Mesut Şahin 1978 D., Kadir Çay 1972 D., Ufuk Yılmaz 1974 D., Mehmet Şahin Özel 1980 D., Nejmettin Arı 1970 D., Fatih Tanrıkulu 1979 D., Nihat Seviniş 1980 D., Menderes Sever 1979 D., Veli Dana 1976 D., Turan Çavuş 1965 D., M. Serdar Aslangiray 1966 D., Erkan Gözetlik 1978 D., Hüsnü Çolakoğlu 1964 D., Şevket Başıbüyük 1968 D., Orhan Alan 1957 D., Mustafa Kayan 1961 D., Yaşar Tursun 1948 D., Ayetullah Geçen 1984 D.,Mücahit Tankoba 1982 D., Esan Gül 1972 D., M. Hanifi Yoldaş 1979 D., Yahya Dayan 1979 D., Cebrail Baltacı 1982 D., Kenan Adıgüzel 1978 D., Doğan Varlıköz 1960 D., Mehmet Akduman 1981 D., Mehmet Su 1980 D., Mehmet Kayhan 1984 D., Mustafa Şahin 1956 D., Mehmet Keskin 1980 D., İrfan Herdilli 1970 D., Tamer Çalhan 1964 D., Bayram Vurmaz 1964 D., Selçuk Gönül 1976 D., Özkan Hoşhan 1965 D., Ali Karakaş 1972 D., Hasan Kado 1960 D., Yavuz Alhan 1977 D., Abdullah Çamurlu 1976 D., E. Aydın Acar 1973 D., Abdullah Polat 1953 D., Kemal Kaplan 1965 D., Fatih Ayhan 1980 D., Aziz Kılıç 1954 D., Vedat Uzun 1971 D., Osman Konak 1954 D., Abuzer Aydın 1972 D., Şükrü Yavuzer 1978 D., Oktay Çilingir 1977 D., Tekin Baydar 1978 D., Semra Öz 1983 D., Yasin Balkı 1968 D., Hilal Çobanoğlu 1982 D., Abdulkadir Kocaaslan 1972 D., Fırat Diriklioğlu 1966 D., Ali Alan 1970 D. ve Memet Çiçek 1972 D.

Bu Sanıklar Nasıl Belirlendi:

 Sanıkların bazıları gazeteci, bazıları sivil toplum örgütü başkanı, bazıları toplum içerisinde sivrilen kişilerden seçilmişti. Geneli üniversite öğrencisi 10 tanesi lise öğrencisi olan bu sanıklar arasında ortak bir nokta yoktu. Eylemlerde çok aktif rol alan birçok kişi bu davanın sanığı değildi. Zaten bu dava dışında aynı mevzuda açılmış onlarca dava vardı. Farklı farklı özelliklere sahip sanıklardan otuz tanesinin çok önemli bir ortak noktaları vardı. Belki onların çoğu bile bu ortak noktalarını bilmiyorlar. Bu 30 kişi Yeşiltepe Polis Karakolu nezarethanesinde nezaret edilmişlerdi. Ortak noktaları buydu. Kimisi 5 kimisi 1 gece nezarethanede kalmıştı ama otuzu da Yeşiltepe Polis Karakolunun 2 küçük nezarethanesinde kalmıştı. Zaten başörtüsü gözaltılarının toplu son dalgasındaydı bu otuz kişi. O zamana kadar açılan davalar etkili olamamıştı ve milletin direncini kırmak için ses getiren büyük bir dava açılmalıydı. Piyango son toplu dalgada gözaltına alınanlara vurmuştu. O zaman ki durumda bu kadar insan idamla yargılanmalıydı ve seçilirken hiçbir kıstas olmamalıydı. O sebepten dolayı zamanın iddia makamı 76 kişiyi belirlerken böyle bir yolu seçmişti. Bu otuz kişi içerisinde tesadüfen yoldan geçerken polis tarafından tutuklanan ve ailesinden hiç kimsenin başörtülü olmadığı, başörtüsü yasağını savunanlarda vardı. Ama o karakolda tutulmuşlardı ve o otuz kişinin içerisindeydiler. Bu yüzden başörtüsü yasağını savunmalarına rağmen idamla yargılanmışlardı. Söz konusu karakolu özel kılan bir durum daha vardı. Her akşam nezarethanede kalanların yanına gelen, kendini sevdiren, onları mescide alarak konuşturan ve kendini gece bekçisi olarak tanıtan bir görevli vardı. Aslında kendini bekçi olarak tanıtan bu kişinin tam kimliği hala bilinememekte. Mahkeme salonunda not tutarken görende vardı, valilikte brifing verirken görende. Hâsılı kelam her gece 3-5 kişiyi mescide alarak konuşturuyor ve almak istediğini alıyordu. Hatta nezarethanede gözaltında bulunanlardan bir kişi sürekli arkadaşlarını bu adama güvenmemeleri konusunda uyarsa da durum değişmiyordu.

 

Davanın 18 Yaşından Küçük Sanıkları:

18 yaşından küçük sanıklara ait bilgiler, Mahkemenin 1999/182 nolu kararındaki kimlik tespitinden alınmıştır.

Davada Dikkat Çeken Sanıklar:

1.Mustafa Şahin:

Herkesin yakinen tanıdığı Mustafa Şahin; o zamanlar özel bir dersane işletirken şimdi Ak Partiden Malatya Milletvekilidir. Mustafa Şahin bugüne kadar süreç ile ilgili neredeyse hiç konuşmamıştır. Son dönemde 28 Şubatla ilgili TBMM'de Araştırma Komisyonu kurulmasından sonra davadan bahseder olmuş ve idamla yargılandığını beyan etmiştir. Şahin; bir milletvekili olarak elinde yetki olmasına rağmen süreci araştırmak, arkasındaki güçleri deşifre etmek, işkencecilerden hesap sorulmasının yolunu açmak vs. hiçbir konuda hiçbir şey yapmamıştır. Sadece davada idamla yargılandığını, idam edilmesi halinde bundan şeref duyacağını beyan ederek bir nevi reklam yapmıştır. Bugüne kadar işkencecilerle veya diğer provokatörlerle ilgili hiçbir işlem yapılması için önayak olmamıştır. Dava sonucunda da beraat etmiştir.

 

2.Abdullah Polat:

Abdullah Polat şimdi Derme Sulama Birliği Başkanlığı yapmaktadır. Dava ile ilgili hiçbir çabası olmayanlardan biridir. O'da işkencecilerle ilgili herhangi bir işlem yapılmasına ön ayak olmamıştır.

 

3.Veli Dana:

Yukarıda mahkeme kararında Veli Dana ile ilgili bilgiler görünmektedir. Normalde Yeni Cami önünde esans satan bu kişi, eylemcileri en çok kışkırtan kişi olarak kayıtlara geçmiştir. Dava dosyasında hakkında en çok fotoğraf bulunan kişidir. Maddi durumu en zayıf sanıklardan biridir. Fakat Ankara Barosu avukatlarından zamanın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in fıkracı başı olarak bilinen, Süleyman Demirel'in yakın dostu, Türkiye'nin en pahalı avukatlarından birisi olan Ferhan Olcay savunmuştur Veli Danayı ve ilk celsede tahliye edilmiştir. Aleyhine en çok delil bulunan kişi ilk celsede tahliye edilmiştir. Sonrasında ise Veli Dana sır olmuştur. Kararda bile kimlik bilgileri şüpheli denilerek davası ayırtılmıştır. Veli Dana örnek olarak buraya yazıldı. Çünkü Veli Dana gibi birçok ajan-provokatör görev yapmıştı o eylemler sırasında. Net bir şekilde bilindiği için Veli Danayı buraya yazdım. O zamanlar derin devlet cami önlerine tezgâh kurmuştu. Derincilerin adamları gâh simitçi, gâh boyacı, gâh esansçı olarak cami önlerinde nöbetteydiler. Bunlardan birisiydi Veli Dana. Bugün hala bunlardan ders almayan Müslümanları görünce buradan bir kez daha uyarma gereği duydum.

 

4.Ayetullah Geçen-Mücahit Tankoba:

 

Yukarıda mahkeme kararından alıntılanmış bölümler, ikisi de imam çocuğu olan bu iki kişi hakkında yeterince bilgi veriyor. Davada en kilit iki isimdir bu iki kişi. Zira gözaltı sürecini başlatan afiş olayının başkahramanlarıdır kendileri. “Mitinge katıl” afişini asarken suçüstü yakalanan ve afişleri “İslami Dayanışma Vakfından aldık” diyerek gözaltı sürecini başlatmışlardır. Mahkemenin ileriki safhalarında bu iddialarını reddetmişlerdir. Davanın ilk celsesinde haklarında tahliye kararı verilmiş ve sonucunda mahkeme görevsizlik kararı vererek bu iki kişiyi bir nevi aklamıştır. İkilinin kim tarafından kullanıldığı halen bilinmemekle birlikte, olayın bir tezgâh olduğu açıktır.

 

Bu iki kişiden Mücahit Tankoba'nın ne yaptığına dair elimde herhangi bir bilgi yok. Fakat Ayetullah Geçen'i herkes tanımaktadır. Önceleri Ak Parti Gençlik Kolları Başkanı olmak için çaba sarfetse de bu çabası sonuç vermemiştir. Daha sonra Nizamı Âlem Ocaklarında çeşitli görevlerde bulunmuş, bölge başkanlığı yapmıştır. Şimdi ise kendi kurduğu Anadolu Selçuklu Medeniyet Derneği'nin Genel Başkanlığını yapmaktadır. Ayetullah Geçen, İslami bir neslin yetişmesi için çaba sarf ettiğini, dindar gençlik için çalışmalar yaptığını belirtmektedir. Hakkında çok olumlu bilgiler almaktayım. Bu olumlu bilgilerin yanında Ayetullah Geçen'in bu halka vermesi gereken bir cevabının olması gerektiğini de düşünüyorum. Çıkıp aslanlar gibi o süreci anlatmalı ve gerçeğin gün yüzüne çıkması için elinden geleni yapmalıdır. Aksi takdirde birçok insanın gözünde halen süreçte kullanılan Ayetullah'tan farklı bir kişi olmayacaktır.

 

5.Osman Konak:

Osman Konak, davadan en fazla ceza yiyen iki kişiden biridir. Okur-yazar bile değildir. Balcılık ve çiftçilikle uğraşmakta, resmi evliliğini bile yapamamış 10 çocuklu bir adamdır. Mahkemede “Balcı Osman” diye bilinir. Hakkındaki tek suçlama “polise çekiç savurmak istemesidir.” Net okuyun “çekiç atmasıdır” değil, “atmak istemesidir” diyorum. Zira çekiç attığına dair hiçbir delil yoktur. Zaten yukarıdaki mahkeme kararında da bu durum net bir şekilde apaçık ortadadır. Elinde ki çekici korniş takan birine yardımcı olurken yerden kaldırdığını söylemiş olmasına rağmen davadan en çok ceza alan iki kişiden biri olmuştur. Tek suçu elinde bir çekiç olmasıdır. Tek delil de elinde çekiçle beraber çekilmiş bir fotoğrafın bulunmasıdır. Çekiç atmadığını poliste, mahkemede kabul ediyor. Üstelik bu adam okuma yazma bilmeyen bir köylüdür. Buna rağmen idamla yargılanmış, mahkeme kendisine 4 yıl 6 ay ceza vermiş, cezası Yargıtay tarafından bozulmuş, ikinci defa 10 yıl ceza almıştır. Ama onu suçlu yapan en önemli şey, yüzündeki siyah renkli sakalıdır. Osman Konak'ı kimse bilmez, kimse sözünü etmez, unutuldu gitti diye buraya ekledim. Mahkeme salonunda hâkimin “resmi nikâh niye yapmadın” sorusuna “uğraşıyoruz” diye verdiği cevap hiç aklımdan çıkmıyor. “Bir çekice on yıl ceza” almıştı, Balcı Osman…

Aklımda Kalanlar

Emniyet Müdürlüğündeki İki Çocuk: Malatya Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinde çektiğimiz sıkıntıları burada yazmaya kalksam bir kitap çıkar ortaya. Burada yapılan işkencelerden, kötü muameleden ve insanlık dışı uygulamalardan bahsetmeyeceğim. Fakat şu unutulmamalıdır ki o gün; akla gelen her türlü fiziki ve psikolojik işkence neredeyse bu davanın her sanığına yapıldı. Kapalı gözler, tehditler, küfürler, hakaretler ve her türlü baskı altında; işkence odalarında alındı ifadeler. Kimsenin cinsiyetine ve yaşına bakılmadan. Kim bilir belki konum olarak üst düzeyde olan veya ekonomik durumu iyi olanlara baskı biraz daha az yapılmış olabilir. Burada onları yazmayacağım ama aklımda kalan ve bilinmesi gereken bir olayı anlatmak istiyorum. Bir ara ihtiyaç saikiyle lavaboya gitmiştim. 15-16 yaşında iki çocuğu tartışırken gördüm. Birisi diğerine “hani bizi bırakacaklardı, ne oldu? Dört gündür buradayız” diye çıkışınca, diğeri o'na “oğlum korkma bizi bırakacaklar, sen işine bak” demişti. “Gençler, hayırdır neden buradasınız?” diye sorunca, “abi galiba sen başörtüsü davasından buradasın, bizimki başka bir konu” diye cevap almıştım. Ama mahkemenin 1-2 ay sonraki ilk celsesinde de ikisini de sanık sandalyesinde görünce konuyu yavaş yavaş anlamaya başlamıştım. Bu iki çocuk “mitinge katıl” afişinin iki kahramanı olan Ayetullah Geçen ve Mücahit Tankoba'dan başka birileri değildi. Bu arada günahlarını almayayım beklide gerçekten başka bir suç isnadıyla da orada olmuş olabilirler ama bu uzak bir ihtimal. Zira bahsettiğim yer Terörle Mücadele Şubesi.

 

İdamla Yargılanmak Nasıl Bir Şey: Aslında bu konu psikologların üzerinde akademik çalışma yapabilecekleri kadar önemli bir konu. Ama şimdi ülkemizde idam diye bir ceza olmadığı için, nasıl bir duygu olduğunu araştırmaya gerek kalmadı. Fakat ben yinede kendi penceremden konuyu kısaca özetleyeyim.

İdam istemiyle hakkımızda dava açıldığını birçoğumuz gazeteden öğrenmiştik. Başörtüsüne özgürlük isteyen insanlar hakkında idam isteniyordu. Yani mesele rejim meselesiydi ve kelle alınmalıydı. Aslında ilk aklımıza gelen “bu bir gözdağıdır, insanları sindirmek istiyorlar” olmuştu. Ama idam edilir miyiz edilmez miyiz diye de ciddi ciddi düşünceler birçoğumuzun beynini bulandırmaya başlamıştı. Dışarıya aksettirdiğimiz görüntü, “şeref duyarız, onur duyarız” şeklindeydi. Ama ailelerimizi, geleceğimizi ve geçmişimizi düşününce içten içe bir korku sarıyordu bedenimizi. En azından ben öyleydim. İdam isteminin gözdağı olduğunu düşünmemize rağmen, “olur mu olur” diye düşündüğümüz de oluyordu bazen. Zira iddianame saçma sapandı, dava baştan aptalcaydı ama gözünü hırs bürümüş din düşmanları her şeyi yapabilirlerdi. Bir yanımız gururlu iken, bir yanımız endişe içindeydi. Eğer idam kararı çıkarsa ne için idam edilmiş olacaktık? Bu soru zihnimi perişan ediyordu. Gerçekten üniversitede okuyan bir kızın başındaki örtü, uğruna ölünecek kadar önemli miydi? O başı kapalı kızlar o örtülerinin hakkını gerçekten vermişler miydi? İslami bir toplum için bu şart mıydı? Bunun gibi onlarca soru beynimi allak bullak etmişti. Bir yandan da “madem öleceğim, neden Çeçenistan da savaşta şehit olmayayım? Orada ki şehadetle, buradaki idam aynı değerde miydi?” diyerek kafamı daha da karıştırıyordum. Bütün bu düşünceler altında mahkemenin ilk celsesine kadar kafa bulanıklığıyla beklemiştim.

 

Mahkeme Salonundan Notlar: Dava Malatya 1 nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinde açılmış ve 7 celse sonucunda mahkeme kararını vermişti. İlk celse 22.07.1999 tarihinde son celse 30.11.1999 tarihinde yapılmıştı. İlk celsede herkesin savunmasını neredeyse mahkemenin başkanı yapmıştı. Mahkeme başkanı Şahin Kurt sorduğu sorulara sanıklardan kısa bir cevap aldıktan sonra geri kalan savunmayı kendi yapmıştı. Yani soruyu sorarken cevabını bildiği için, zaman kazanmak namına kendi sorup kendi cevaplandırıyordu. Bu durum herkeste mutlulukla karşılanmıştı, herkes o gün serbest kalınacağını ve davanın beraatle sonuçlanacağını düşünüyordu. Zaten doğrusu da buydu. Hatta dışarıda bekleyen sanık yakınlarına öğlen arası “bugün herkesi bırakırlar, içinizi ferah tutun” haberi verilmişti. Dışarıda sevinç gösterisi yapan bile olmuştu. Ama baştan saçma olan dava saçma olarak devam edecekti. İlk celsede sadece 5 kişi tahliye edilmişti. Bu, herkes üzerinde müthiş bir olumsuz hava estirmişti. Mahkeme başkanının tavırları da apayrıydı. Sanki mahkemenin kararı daha dava açılırken belirlenmiş bir hal vardı. Avukatların savunma yapmasına bile müsaade etmiyordu başkan. Bu tavırlarının bahanesini ise “zaman az, yetiştirmemiz lazım” diye açıklamıştı.

Bugünün Malatyasında ön planda olan avukatların çoğu davada vekil olarak görev almıştı. Onların mahkeme heyeti karşısındaki tavırlarını görmenizi isterdim. Şimdi “küçük dağları ben yarattım” edasıyla dışarıda yürüyen avukatların çoğu, mahkeme salonunda süt dökmüş kedi gibiydiler. Kimse doğru dürüst savunma yapamıyordu. TCK'nın bilmem hangi maddesinden, kem kümden öte bir savunma yapan yoktu. Çoğu yazılı savunma vermişti. Hepsinde bir endişe hâkimdi. Zira korkuyorlardı, kendilerini de davayı dâhil ederler mi diye. Hatta savunma yapan Malatya'lı avukatlardan birisi, başkanın kendini dinlemek yerine diğer üye ile konuşması üzerine; “beni dinlemeyecekseniz savunma yapmayayım” diye çıkışınca mahkeme başkanından okkalı bir fırça yemişti. Bugünün kudretli avukatlarının hepsi “sus-pus” olmuşlardı. O sıra Veli Dana'nın Ankara'dan gelen Avukatı Ferhan Olcay ayağa kalkarak; “meslektaşımla böyle konuşamazsınız, sizi şiddetle kınıyorum” diyerek mahkeme başkanına bağırmıştı. Sus-pus olma sırası mahkeme başkanına gelmişti. “Bizi de anlayın, mazur görün” diyebilmişti ancak. Zaten esaslı bir savunmayı sadece Ferhan Olcay yapabilmişti. Mahkeme heyetinin karşısında müvekkiline dönerek, “sen Veli Dana kalk ayağa, boyun kaç? – 1,60 Kilon kaç? – 65, otur…” sonra da mahkeme heyetine dönerek “bu 1,60 boyundaki 65 kiloluk adam mı bütün olayların sebebi? Eğer öyleyse helal olsun o'na” sözlerini hiç unutmuyorum. Birde Avukat Rahmetli Bedri Timur'un mahkeme başında salonu terk ederken, mahkeme başkanının “bir şey demeyecek misin Bedri Bey?” sorusunda karşılık “ben bir hukuk adamıyım, hukukun olduğu yerde konuşurum. Burada hukuk mu var ki ben konuşayım? İnsanlar başörtüsüne özgürlük istemişler, polise birkaç taş atmışlar diye siz onları idamla yargılıyorsunuz, bu hukuk mu? Ben burada ne konuşayım?” diyerek verdiği cevabı unutmuyorum. Mahkemenin ilk celsesi sonucunda “hepimiz beraat ederiz, hepimizi salarlar” düşüncesi; biraz korkuya ve endişeye dönüşmüştü. Ama yinede umutluyduk. Fakat başka bir celsede, mahkeme salonunun robocop diye tabir edilen polisler ile doldurulduğunu görünce; içimizdeki umut tükenip bitmişti. Avrupa'dan gelen gözlemci heyet bile alınmamıştı mahkeme salonuna ama içeride sivil polisler, istihbaratçılar cirit atıyorlardı.

7 celsenin hepsini yazmak ciltlerce kitap alabilir, o sebepten bir iki anekdotla yetinmek istedim. Zaten yaşananları davanın sanığı Şevket Başıbüyük, “Bir İdamlık Kent; Malatya” ismiyle kitaplaştırmış, kitabı derhal toplatılmıştı.

 

Davanın Sonucu:

Mahkemenin Görüşü:

1999/182 nolu kararda aynen şu şekilde ifade edilmiştir.

 

 

Karar:

Davada 12 sanık (Necdet Akboğa, Yusuf Aslan, Mustafa Kayan, Yaşar Tursun, Doğan Varlıköz, Mehmet Akduman, Mehmet Su, Mehmet Kayhan, Mustafa Şahin (şu an milletvekili), Abdullah Polat, Abdullah Çamurlu ve Enver Aydın Acar) beraat ederken, 10 kişi hakkında davanın reddine, 2 sanık hakkında görevsizlik, 4 sanık hakkında da dosyanın ayrılmasına karar verildi. Geriye kalan herkes çeşitli cezalarla tecziye edildi. Hatta sürücü belgesi olan sanıkların belgelerine bile 3 ay el konuldu. Bazılarının cezaları Yargıtay tarafından onanırken bazılarının ki Yargıtay tarafından bozuldu. Davadan ceza yemiş olup halen kaçak yaşayan kişiler ve ceza yiyip halen cezaevinde yatanlar bulunmaktadır. Dava nedeniyle yıllarca kaçak ve sürgün hayatı yaşayanlar, sağlıklarından, ailelerinden olanlar, okullarından ve geleceklerinden olanlar hatta hayatlarından olanlar var.

 

Davadan Sonra:

Davada yargılananlardan Ak parti İl Başkanı ve Milletvekili olan Mustafa Şahin'i herkes tanıyor. Bunun dışında da önemli bazı konumlara gelenler oldu elbet. Dava avukatlarının çoğu şu anda çok önemli konumlar almış durumda. İl başkanı olan, belediye başkanı olan, milletvekili olanlar var. Sanıklardan Ak parti içerisinde çok önemli köşe kapanlar, sivil toplum örgütlerine başkanlık yapanlar, çoğunluğu öğretmen olmak üzere devlet memuru olanlar var. Tabi halen doğru dürüst iş sahibi olmayanlar, belini doğrultamayanlarda var. Kaçak hayatı yaşamaya devam edenler de var. Çoğu çevresindekilerin gözünde, devlet düşmanı, tehlikeli ve terörist olarak görüldü. Gerçekten hiçbirinin hakkı teslim edilmedi. Hatta Ergenekon süreci yeni başladığı günlerde sanıklardan idamla yargılanan birisi için; “buda Ergenekoncu” lafını duydum. Sebebini sorunca “1999 yılında idamla yargılandı” cevabını almıştım. Toplumun büyük kesimi için bu sanıklar, muteber olmayan kişiler olarak görüldü. İşin reklamını yapanlar hariç…

Bana gelince… Ben aldığım ceza sonrası okulu yarıda bırakmak zorunda kaldım. Bu ilden ve bu okuldan uzaklaşmam gerekiyordu. Bir sonraki yıl batıda bir üniversite kazamdım. Dört yıl boyunca polis takibinden bir adım bile kurtulamadım. Sürekli tehdit edildim. Sürekli tahrik edildim ama hiçbir olaya karışmadım. Aynı gecede aynı ekip tarafından 20 dakika içerisinde tam dört defa üstümün arandığı oldu. Her ev değiştirdiğimde bir gün sonra terörle mücadeleden ekipler gelip, tahrik ettiler. Bu sebeple arkadaşlarım benimle aynı evi paylaşmak istemedi. Müslüman genç arkadaşlar ile bir sohbet sırasında laf açıldığında, Malatya Davasında idamla yargılandığımdan bahsettim. Bahsetmez olaydım. Çevremdeki Müslüman kardeşlerim bile benden uzak durmaya başladılar. Terörist muamelesi görmeye başladım. O kadar çok çabuk yayıldı ki bu konu, sınıfta-okulda kimse bana selam vermez oldu. Birkaç sağlam dostum hariç birkaç yıl arkadaşım olmadı. Daha türlü türlü sıkıntılar… Beni en çok üzen şey; başörtüsü takan bacılarımın hal ve hareketleri oldu. Müslüman kadına yakışmayan hareketler, diğerlerinden hiçbir farkı olmayan davranışlar beni fazlasıyla üzmüştü. Başı kapalı bir bacımı bile ikaz edemedim. Birkaç denememde aşırı tepki alınca, kimseye bir şey diyemedim. Onların bu tavırları karşısında “sizin için neredeyse idam edilecektik ama siz buna değmezsiniz” demedim. Hepsini Allaha havale ettim.

 

SONUÇ:

 

Malatya 28 Şubatın en çok mağdur ettiği illerin başında gelmektedir. Malatya Muhafazakâr dindar kimliği ile sürecin tüm soğukluğunu iliklerine kadar hissetmiş “İdamlık Bir Kenttir.” Süreçte birçok kamu görevlisi işinden olmuş, birçok kişi sağlığını kaybetmiş, birçok kişide özgürlüğünü kaybetmiştir. Sürecin en önemli aktörü ve en mağdur edileni İslami Dayanışma Vakfı, birçok insanın hayatını karartan zulümlerin başlamasına sebep gösterilmişti. Hâlihazırda ise Ak Parti içerisinde en güçlü guruptur. Sürecin kaybedenleri ise dindar, kimsesiz, fakir Malatya halkıdır. Malatya Davası esrarı hala çözülememiş, beklide hiçbir zaman esrarı çözülemeyecek bir davadır. Yetkililerin ilgisizliği, ilgililerin yetkisizliğinden dolayı mağdur mağduriyetiyle bırakılacak, işkencecilerin yaptıkları yanına kar kalacaktır.

 

Yukarıda detayıyla bahsettiğim Balcı Osman (Osman Konak) ve onun gibi mağdur edilen onlarca kişi vardı. Diğer davaların mağdur ettiği yüzlerce insan vardı. Fakat Malatya'da sanki sadece iki kişi mağdurmuş gibi bir havanın estirilmesi dava mağdurlarını fazlasıyla rahatsız ediyor. Elbette o iki insanında hakkı iade edilmeli ama herkesin hakkı düşünülmelidir. Süreci en iyi bilenler, bugün Ak Parti içerisinde köşe kapmışlar. Onlar ön ayak olmalı ve haksızlığa uğrayanların zararlarının tazmini için gerekenin yapılmasını sağlamalıdırlar.

Dava sayesinde belki daha uzun yıllar birileri rant sağlamaya, “sürecin mağduruyum, idamla yargılandım” deyip kendisini ön plana atmaya devam edecektir. Tabi asıl hesap günü herkes hesabını verecek ve alacaklılar borçlulardan hesabı soracaklardır muhakkak. Davanın sanıklarından ve mağdurlarından birisi olan ben, o gün hesabıma düşeni almak için bekleyeceğim. Hem bu davayı başlatanlardan, hem onları destekleyenlerden, hem de ellerinde yetki olduğu halde davanın müsebbiplerinden hesap sormayanların hepsinden davacı olacağım. Ahirette alacaklı olmanın mutluluğunu tadacağım inşallah…

 

Saygılarımla…

 

(Davanın Bir Sanığı)

elsan

Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!


  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Başka haber bulunmuyor!