Alişan HAYIRLI / Beydağı; bir tutkudur, kara bir sevdadır
ÖZEL HABERAlişan HAYIRLI yazdı.
Beydağı; bir tutkudur, kara bir sevdadır
Alişan Hayırlı
Beydağı’nın başı kardır borandır
Bizi böyle eden derttir veremdir
Yaz bahar gelince Mevlâm kerimdir
Yar kapandı yollarım gelemem gayrı varamam gayrı
Tükendi mecalim varamam gayrı
Aktı gözüm yaşı oldu bir ırmak
Bize harâm oldu bu yerde durmak
(Beydağı Türküsü)
Başım dağ, saçlarım kardır,
Deli rüzgârlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır,
Benim meskenim dağlardır.
(Sabahattin Ali)
Hangi dağda bulsam ben o maralı
Hangi yerde görsem çeşm-i gazali
Avcılardan kaçmış ceylan misali
Göçmüş dağdan dağa yoktur durağı
(Bayburtlu Zihni)
Al eline bir değnek,
Tırman dağlara, söyle!
Şehir farksız olsun tek,
Mukavvadan bir köyle.
Uzasan, göğe ersen,
Cücesin şehirde sen;
Bir dev olmak istersen,
Dağlarda şarkı söyle!
(Necip Fazıl)
Başım alıp çıksam bir yüce dağa
Acep bizim eller görünür m'ola
Şu dünyada muradın alanlar
Başka birisine yerinir m'ola
Oy (dağlar) dağlar dertliler ağlar
(Kırşehir Türküsü)
Dağlar insan hayatında yükselişi, sırlara erişi, Allah’la baş başa kalışı da temsil eder. Bütün dinlerde dağların, yüksek mekânların, zirvelerin kutsallığına atıfta bulunulur. Hıra Dağı, Tanrı Dağı, Olympos Dağı, Nemrut dağı, Tur Dağı, Arafat Dağı, Sina Dağı, dünyanın en yüksek zirvesi Himalaya Dağı hafızamıza kazınmış, bilincimizde derin izler bırakmış dağlardır.
Yüce Allah, ilk vahyini Hz. Muhammed’e Hıra Dağı’nın zirvesinde lütfetmiştir. Ve dünya tarihinde yeni ve temiz bir sayfanın açılış meşalesi Hıra Dağı’nın zirvesinde yakılmıştır. Yüce Allah Kur’an’da, “Eğer biz, bu Kur'an'ı bir dağın üzerine indirseydik, muhakkak o dağı, Allah korkusundan baş eğmiş, parçalanmış görürdün.” (Haşr 21)
Allah, bu ayetiyle dağla emanet arasında bir bağ kurmakta, dağların yüceliğini, sağlamlığını, gücünü anlatmakta, “Dağlar bile taşıyamazdı” buyurarak dağların ne kadar dayanıklı olduğunu ifade etmektedir. Allah dağları, yeryüzünün kazıkları olarak tanımlar, dağların da Allah’ı tespih ettiğini haber verir.
Sırtımızı dağlara vermek diye bir tabir vardır. Dağlar bizi korur, “Dağ gibi babamız var” deriz. Edebiyatımız; dağların ihtişamı, kutsiyeti, yüceliği, efsunlu hali, cazibesi hakkında yazılmış sayısız şiirler, beslenmiş şarkılar, ağıtlarla doludur.
Dağlar dik başlıdır, duruşundan asla taviz vermez, nice zorlu iklimlere meydan okur. Üzerine kar yağsa da, deli fırtınalar esse de, yakıcı güneş ışınları vursa da, şiddetli depremler olsa da dağlar bir adım bile gerilemez, vakarlı ve mağrur halinden asla vazgeçmez. Üzerinden asırlar geçse de kimse dağları yerinden oynatamaz. İnsan işte böyle dağlar gibi, yerinde ağır başlı, kötülüklerin ve zorlukların asla pes ettirmediği sağlam kazıklar gibi durmalı…
Dağlar kimi zaman, zalim beylerin elinden kaçıp zulüm düzenine başkaldıran Köroğlu gibi yiğitlerin sığınağı da olmuştur. Dağlar kahramanları da özgürlük tutkunlarını da misafir eden yeryüzünün nefes depoları gibidir.
Dağlar hayallerimizin, hasret ve tutkularımızın sembolik varlıklarıdır. Dağlar şehirde başımıza gelen bela ve dertleri unuttuğumuz, içimizdeki sancıları gömdüğümüz hidayet zirveleridir. Gözü yaşlı günlerimizde yahut Şirin’lerimize kavuşamadığımız sevda yüklü vakitlerimizde dağları hep kurtuluş yolu olarak gördük. Dağlara sorarsanız, size nice umutsuz sevdaların hikâyelerini anlatırlar.
Gözlerimizin yaşlarını hep dağlarda sileriz, sıkıldığımız ve daraldığımız zaman dağlara çıkar özgürce, ciğerlerimizi parçalarcasına bağırırız. Dağlar bizim dert ortağımızdır. Feryatlarımızı, figanlarımızı, çığlıklarımızı çıplak ve buz gibi kayaların üzerine fırlatır parçalarız. Şehirde konuşacak kimse bulamayınca dağlara çıkar kuşlarla dertleşir, kekliklere anlatır, ceylanlara açılırız. Derelerin buz gibi sularına üfleriz içimizdeki sıkıntıları, bulutlara yükleriz omuzlarımızdaki yükleri, yüksek dağların arkasına götürüp bıraksınlar diye…
Dağlar aynı zamanda tefekkür, düşünme, muhakeme, murakabe ve muhasebe mekânlarıdır. Otokontrol burada devreye girer. Şehre yukarıdan bakar, sokakları dolduran kalabalıkların beyhude koşturmalarını, bu gidişatın sonunun ne olacağını sorgularız. “Biz kimiz?”, “Ne için yaşıyoruz?” gibi kadim sorular beynimizde çalkalanır, dağ havası bizi derin düşüncelere salar, asırlardır filozofların, sanatçıların, edebiyatçıların, azizlerin cevabını aradığı dünya hayatı, insan, ölüm üzerine düşünür dururuz. Bazen elinizdeki kitaptan gözünüzü ayırır şehre bir doktor bir psikolog edasıyla bakar, “Ey şehirliler gaflet uykusundan uyanın!” diye bağırmak istersiniz.
2.500 metre yükseklikte oturunca insan dağın tepesinde kendisini farklı hissediyor, insanlara nasihat etme hakkını elde ettiğini sanıyor. Dağda insanı çarpan efsunlu bir iklim, duygularımızı yoğunlaştıran farklı bir hava hakimdir. Ellerinizi açar, havaya sıçrar, çocuklar gibi bağırır, kanatlarınızı açar bir kuş gibi uçmaya hazırlanırsınız. Belki bedenen değil ama ruhen masmavi gökyüzünün bulutlarında hayali bir yolculuğa çıkarsınız. Üzerinizde bir morfin etkisi yapar, kendinizi gökyüzünün sonsuz boşluğunda kaybedersiniz. Artık en yüksektesiniz, içiniz kıpır kıpır, coşkuyla bulutlara dokunmak istersiniz.
...
İlginizi Çekebilir