© Malatya Time

MALATYA’NIN YEŞİLİ KALMADI; KİM BİTİRDİ?

Çarşamba Sohbetleri...

 

AK Parti'den 2004 ve 2009 Yerel Seçimleri'ni takiben, iki dönem üst üste İstanbul Küçükçekmece Belediye Başkanlığı görevini başarıyla yapan bir Malatyalı. Doğup büyüdüğü topraklarla ilişkileri de çok iyi. Dolayısıyla sık sık geldiği memleketine dair sorunların tümüne vakıf. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nde, 1995-2004 arasında, 9 yıl kesintisiz İmar Komisyonu Başkanlığı'nı üstlenmesi hasebiyle, bu alandaki deneyim açısından farklı bir konumda. 20 yıllık siyaset hayatına kendi tabiriyle 2014'te “ara veren” Aziz Yeniay'dan söz ediyoruz. Halihazırda 24 Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı olan Yeniay, Malatya Time Genel Yayın Yönetmeni, usta gazeteci-yazar Murat Çetin'in sorularını yanıtladı...

 

Siyasetle 1992'de tanıştı. Güngören Belediye Meclis Üyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclis Üyesi oldu. 1994 Yerel Seçimleri'nde Esenler'de kaldı. Esenler Belediye Başkan Vekilliği ve Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Refah Partisi döneminde, 9 yıl il yönetim kurulu üyesiydi. 2004'te ve 2009'da, Küçükçekmece Belediye Başkanlığı'na AK Parti'den aday gösterildi ve kazandı. 10 yıl boyunca alkışlanacak birçok hizmetin altına imza attı. Ardından, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'a kendi işini yapma isteğini iletti. Erdoğan devam etmesinden yanaydı; ama kısmen onay verdi. 2014'ten sonra aktif ticari faaliyetlere başladı.

24 Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Aziz Yeniay, merak edilenlere Malatya Time aracılığıyla kapı araladı. Tek kelimeyle “Dobra”. Lafı öyle eveleyip gevelemiyor, mesajını doğrudan bir çırpıda iletiveriyor. Küçükçekmece'de, 2004-14 arasını kapsayan icraatlarını “Devrim” olarak nitelendirirken, bu kelimenin altını dolduruyor. Özeleştiri kültüründen her cümlesinde izler sunan Yeniay, halkın kendisine yönelik teveccühünün haklı gururunu yaşıyor. 57 yaşındaki tecrübeli isim, 2014'te neden geri çekildiğinden bugünü nasıl okuduğuna; gayrimenkul sektörünün gelecek öngörülerinden yerel yönetimlerin başarı için yapması gerekenlere dek birçok hususta görüşlerini paylaştı. Keyifli okumalar...

TERÖR OLAYLARI NEDENİYLE
LİSEYİ 2.5 YIL OKUYABİLDİM

Malatyalıların sizi daha yakından tanıması adına, öncelikle kendinizden bahsedebilir misiniz?

1962'de, Malatya'nın, eski ismiyle Banazı olan Konak kasabasında dünyaya geldim. Malatya, büyükşehir belediyesi olunca Konak, 3 mahalleyi içine alarak mahalleye dönüştü. Benim doğduğum zamanki Malatya ile şu andaki Malatya çok farklı. Bulunduğumuz bölge, tarım ve hayvancılıkla ünlüydü. Özellikle, Malatya'dan salkım kuru üzümlerinin neredeyse tamamı, bizim köyün civarında, Beydağı'nın eteklerinde yetişirdi.

1978'e kadar Malatya'da lise eğitimim devam ettim. İlkokulu ve ortaokulu köyde okudum. 1975'e bitirdiğim ortaokula başladığımda Konak artık kasaba olmuştu. Malatya Gazi Lisesi açılınca ilk öğrencileri olarak oraya gittik. Çok zor dönemlerdi. Malatya'da, 1975-76'ya kadar kısmen sükûnetten bahsedebilirim; ama yine çok hareketliydi. 1977-78'lerde maalesef, 80 öncesindeki terörden büyük darbenin yendiği, merkezde olan bir lisedeydik. 2.5 yıl okuyabildik. Malatya Büyükşehir Belediye Başkanı, nam-ı diğer Hamido, Hamit Fendoğlu vardı. Bombalı bir suikastta gelini ve torunuyla birlikte şehit edildi. Eğitime süresiz ara verildi. Dolayısıyla eğitim hayatımız 1977-78'de bitti. 16 yaşına yeni girmiştim. Askere gitmek için daha 4 yıla ihtiyaç vardı. Terör zamanında okuma şansımız yoktu.

80 İHTİLANİNİN ARDINDAN
YILDIZ TEKNİK'E GİRDİM

Malatya'da, Şahin Topaloğlu -rahmetli oldu- Hüseyin ve İzzet Beyler olmak üzere 3 ortağımız vardı. Topaloğlu halde kabzımal idi. Çalışmak için oraya girdim ve katipliğe başladım. 1 yıl sonra baş katip oldum. Yaşım 17-18 idi. 3 yıl orda çalıştım. Daha sonra 1980 ihtilali oldu. Sükûnet dönemi olduğu için, babama üniversite okumak istediğimi söyledim. “Sen bilirsin” dedi. Hafta içi, cumartesi de dahil olmak üzere, öğlene kadar kabzımalda görev yaparken, cumartesi öğleden sonra ve pazar günleri tam gün Merkez Dershanesi yeni açılmıştı. 4-4.5 ay kadar oraya gittim. Üniversite imtihanlarına girdim. Sınav sırasında rahatsızlandım ve yarıda bırakıp çıktım. O zaman İstanbul Devlet Mimarlık Akademisi olan şu andaki Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü'nü 1981'de kazandım. Yüksek Lisansı tamamladım. Ardından serbest piyasaya atıldım. 1986'da, üniversite son sınıftayken büromu açtım. İyi bir mühendis olma adayıydım. Hocalarımız bizi iyi yetiştirmişlerdi. 1990'a kadar binlerce projeyi tamamladım. Bilgisayar yoktu. Elle 2 bin 500'den fazlasını bizzat, 3 bin 500 civarında statik hesap yaptım. Kat karşılığı inşaatlarımız vardı.

24 GAYRİMENKUL'Ü
HAZİRAN 2014'TE KURDUK

Şu andaki ortaklarımızla, Haziran 2014'te 24 Gayrimenkul'ü kurduk. 6 yıla yakın bir zamanda 10 civarında inşaata başladık. Bunların 9'u bitti. Zor bir dönem geçirdik. Gezi eylemleri, Rus uçağının düşürülmesi, 15 Temmuz darbe girişimi, akabindeki terör eylemleri ile ülke farklı bir mengeneden geçti. Özel sektör olarak bizler de etkilendik. Ayrıca STK'larda çeşitli görevlerimiz var. Malatyalı İş Adamları Derneği (MİAD) Yüksek İstişare Kurulu Heyeti'ndeyim.

SİTE HAYATI, TASVİP ETTİĞİM
BİR YAŞAM BİÇİMİ DEĞİL!

Sitede yaşam tarzının Türkiye'de, sizin mihmandarlığınızda geliştiği ifade ediliyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Site hayatı benim tasvip ettiğim bir yaşam biçimi değil. Site, olayı planlama olarak gettolaştırmakta, şehirleri ayrıştırmakta. Mahalle kültürünü ortadan kaldırmakta. Dolayısıyla bir bölge, diğerinden ayrışarak yabancılaşmaya ve kendi içerisinde kapanmaya başlamakta. Sayın Cumhurbaşkanımızın belediye başkanı olduğu dönemde, 1995 yılında Başakşehir kurulmaya başlandı. 1996'da 1. etabın inşaatları bitti. Cumhurbaşkanımız “Buraya bir site yönetimi oluşturalım” dedi. Boğaziçi Yönetim A.Ş.'yi kurduk. Ticari amaç taşımıyordu ki, akabinde belediyeye devrettik. 150 bin çalışanı var. O dönemki site yönetimi, şu andaki site anlayışından farklı. Başakşehir 1.-2.-3.-4.-5. Etapları, etrafı surlarla çevrili etaplar değil. Bunlar kendi içinde, mahalle ölçeğinde etaplar. Şehre ve diğer bölgelere kapalı değil. Dokunan ve yaşayan şehirler.

Ben, bugünkü halleriyle sitelere karşıyım. Çünkü etrafları duvarlarla çevrili, mahalleye yabancı! Mahallenin kasabı, berberi, başı okşanan çocukları vardır. Eskiden köylerde, Anadolu'da yanlış insan yok muydu? Yanlışlıkları bile sınırlıydı. Mahalle baskısı, ona daha fazla hareket etme imkânı vermiyordu. Sokakların kendi içinde hiyerarşik yapısı olur. İnsanlar birbirlerini tanır, korur, kollar. Yabancılaşmadığı, ötekileştirmediği bir mahalle ve semt kültüründen bahsediyorum. Bizim oluşturduğumuz Boğaziçi Yönetim A.Ş, bugün Türkiye'ye bir mesaj veren sitelerin nasıl olması gerektiğini tanımlayan bir realite ve gerçeklik olarak ortada...

TERÖR, YATIRIMCININ
MOTİVASYONUNU BOZDU

İnşaat, Türkiye'deki en güçlü sektörlerden. 2017 ve 2018'deki olumsuzluklar, 2019'a da yansıdı. “Zor geride kaldı” diyebilir miyiz?

Zor geride kaldı. Sektörün tam içerisinde olan bir grubuz. 10 civarında şantiyeden, her birinde yüzlerde insana aş ve iş veren bir sektör... 2017-18 çok zor yıllar oldu. 2019'da da kalıntılarını yaşıyoruz. Türkiye, 15 Temmuz gibi garabet bir dönemden geçti. Öncesinde Rus uçağının düşürülmesi, bu ihanetin bir parçasıydı. Sonraki terör eylemleri ve olayları, maalesef bu ülkeyi olumsuz etkiledi. Özellikle de yerli yatırımcının motivasyonunu bozdu. Oluşan bu olumsuz ortamında enflasyon çok yükseldi. Yüzde 35-38'lerin konuşulduğu yıllık faiz oranları zikredilmeye başlandı. Yatırımcılar, önlerini göremedikleri için yatırım yapamaz hale geldi. Yabancı cinsinden paraların günlük olarak çok fazla değer kazanması ve kendi içerisinde sirkülasyon yaşaması, yatırımcıyı başka yerlere yönelmeye –sanala- vesile kıldı.

PARAYA, KÂĞIDA YATIRIMIN
HİÇBİR KARŞILIĞI YOK

Paraya, kâğıda yatırım yapmanın, sektörü desteklemiyorsa hiçbir karşılığı yok. Bir ülkenin kalkınması için üretim gerekli. Başka yol yok. Türkiye, çok az ülkenin, bu kadar zamanda altından kalkabileceği bir belayı büyük ölçüde def etme başarısını gösterdi. İnşaat sektöründeki olumsuzluklar da her geçen gün azalmakta. Bankaların kredilerle ilgili daha cömert davranmaları, vatandaşın önünü daha rahat görmeleri, yabancı paradaki salınımın daha aza inmesi artık insanların yavaş yavaş yatırıma inmesine vesile oluyor. Türkiye'de, 450 bin civarında müteahhit var. Avrupa Birliği'nin tamamındaki müteahhit sayısı 300 bini bulmuyor. Böyle bir şey, böyle bir müteahhitlik anlayışı olmaz. Her önüne gelen müteahhitlik yapmaya kalkıyor! Dolayısıyla bu, niteliksiz yapılaşmayı ve konut arzındaki artışı getirdi.

YAPTIĞIMIZ DAİRELERİMİZİ
MALİYETİN ALTINDA SATIYORUZ

Geçtiğimiz 2-3 yılda stoklar başa baş azalmaya başladı. Önümüzde çok az stok kaldı; ama yaptığımız dairelerimizi maliyetin altında satıyoruz. Ekspres24'te, üç sene önce bu koridor metrekare satış fiyatı 2 bin 500 dolardı. Şu anda 1.050 dolardan satıyoruz. Maliyetimiz, arsa payı dahil 1.100-1.150 dolar. Bugün olsa, bu inşaata başlayamam. Ben nasıl altından kalktım? Bizde sistem çoğunlukla yap-sat değil, sat-yap ile yürüyor. Bir kaba inşaatı bitirdiğimizde satışı da bitirmiş oluyoruz. Vatandaştan aldığımız parayla birlikte bu inşaatları tamamladığımız için finansman maliyetlerimiz düşüyor.

HERKES, HER İSTEDİĞİ
YERDE İNŞAAT YAPAMAYACAK

Artık herkes, her istediği yerde inşaat yapamayacak! Yeterliliği, karne oranı, var olabileceğini kanıtlamasıyla ilgili bir takım kriterler var. Bunları yerine getirmediğinde zaten ruhsat alamıyor. Geçtiğimiz 1 yılda, inşaat ruhsatlarında yüzde 60'lık azalma oldu. Yüzde 40'lar seviyesine düştü. Bu yüzde 40'ların da yüzde 50'si inşaata başlamadı. Ancak yüzde 20'si başladı. Arzın azalmasıyla birlikte önümüzdeki 1-1.5-2 yıl içerisinde talep fazla olacak. Bugün inşaat yapma günü değil, satın alma günü. Stoktaki malların yüzde 80-90'ı, 2 yıl sonra, bugünkü fiyatın minimum yüzde 50 –yabancı para cinsinden söylüyorum- üstünde olacak. Çünkü maliyetler, yüzde 60-70 oranında yükseldi. Oysa biz 2 yıl önceki fiyatlardan satışa devam ediyoruz. Vatandaşın bu rakamlardan alma şansı yok.

FİNANSI OLANLAR, DOĞRU YERLERDEN
GAYRİMENKUL YATIRIMI YAPSIN

Yatırımlar yavaş yavaş başladı. Eldeki stoklar önümüzdeki 1 yıl içinde büyük ölçüde bitecek. Özellikle bunlar bazı lokasyonlarda odaklaşıyor. Bir ilçeye gidiyorsunuz, bırakın stok fazlası, yeteri kadar alabileceğiniz konut yok. Başka yere bakıyorsunuz ki, talepten birkaç kat daha fazla yer var. Daha nitelikli geliştiriciler yatırım yapmaya devam edecek. Bunlar geride kaldı. Tünelin ucu açık. Özellikle ellerinde finansı olanlar, doğru yerlerden gayrimenkul yatırımı yapsın. 2 yıl sonra bu fiyata alamayacaksınız.

ELİNİN ALTINA ÇANTAYI ALAN
HAYALİ 1.000 KONUT YAPMIŞ!

Satılmayı bekleyen konut sayısının 1 milyonun üzerinde olduğu söyleniyor...

Ülke genelinde bu sayı daha fazla olabilir. Çünkü bazı şehirlerde yanlış planlama var. Yıllık talep 600 bin civarında. Dolayısıyla, inşaat sektörü az bir üretimle devam eder. 2.5 yıl sonra en ücra yerlerdeki stoklar bitecek. Biz Mardin'e gittik. Oradaki durum çok daha farklı. Maalesef müteahhitlik yasası olmayınca, elinin altına çantayı alan hayâli bin konut yapıp satmış. Alanlar mağdur olmuş, kendisi çekmiş! Ruhsat almış, ortada inşaat yok.

TÜRK MÜTEAHHİTLERİ
MÜTEŞEBBİS RUHA SAHİP

Dünyadaki en büyük 250 inşaat firmasının yaklaşık 40'tan fazlası Türk. Peki! Yapısal düzenlemeler yeterli mi?

Bu rakamlar, Türk müteahhitlerinin müteşebbis ruhunu yansıtmakta. Bunlar, uluslararası boyuttaki firmalar... Dünyada, müteahhitlikte Çin'in ardından, 2. sıradayız. Bu ortamda, sektörle ilgili endişeden bahsetmek, yasal düzenlemelerin yeterince yapılamamış olmasından kaynaklanmakta. Bunlar artık geride kaldı.

GAYRİMENKUL, CİDDİ MANADA
PERFORMANS GÖSTERECEK

Gayrimenkul veya menkulle ilgili krizler dünya genelinde de 10-15 yılda bir yaşanıyor. Ülkemizdeki sıkıntı, sizce ne zaman sona erer?

Kriz başlamadan önce Türkiye, gayrimenkul sektöründe fırsat ülkesiydi. Çünkü o tarihte –Basın Ekspres için konuşuyorum- 2 bin 500 doları konuştuğumuzda, olması gereken değer, 5 bin-7 bin 500 dolar arasıydı. Bugün 1.050-1.100 doları konuşuyoruz. Doğru yatırımlar, her zaman karşılığı olan yatırımlardır. Gayrimenkule yatırım yapanlar, 10-15 yıl içerisinde parasını alır. Yatırdıkları gayrimenkulün kendisi, değerlenerek yoluna devam eder. Paranızı bankaya yatırdığınızda, yıllar içinde eridiğini görürsünüz. Bir yatırımcı, üretimin ve bir ticaretin içinde değilse, en doğru ticaret yolu gayrimenkuldür. Müteahhitlik yasasının da devreye girmesi münasebetiyle, gayrimenkul, önümüzdeki yıllarda ciddi manada performans gösterecek. Bir başka yolu da şu: Türkiye yaklaşık olarak 5 yıl önce gayrimenkul yatırım şirketleriyle tanıştı. Türkiye'de kurulmaya başlanan gayrimenkul yatırım fonları, gayrimenkulü menkulleştirmek anlamına geliyor. İnsanlar, gayrimenkulün kendisine değil, fona yatırım yapacak. Fona yatırım yapanlar, gayrimenkulün alımı, satımı, işletmesi ile ilgili uğraşmaz. Bunu profesyoneller yapar.

GAYRİMENKUL YATIRIM
FONLARINA BAKIŞ DEĞİŞECEK

Bir gayrimenkulü alırken de satarken de kriterler vardır. Gayrimenkulün alıcısı bellidir. Gayrimenkul fonu dediğimizde, fonun alıcısı sınırsızdır. Amerikalısı da alır, Avusturyalısı da Çinlisi de... Kâğıt üzerindeki gayrimenkulü menkulleştirmişseniz, o menkul değeri dünyaya arz ediyorsunuz anlamına geliyor. Önümüzdeki birkaç yıl içerisinde gayrimenkule ve gayrimenkul yatırım fonlarına bakışlar da değişecek. Gayrimenkul yatırım fonları vergi ödemez. Bir yatırımcı, ticaret için bir yere yatırım yapıyorsa bir tarafta yüzde 40, diğerinde yüzde 10 vergi ödeyecek. Doğal olarak da fonları tercih edecek. Fon, devlet güvencesinde ve yüzde 100 şeffaf olan enstrümanlardır...

KÜÇÜKCEKMECE, UÇAN KUŞA
BORCU OLAN BİR BELEDİYEYDİ

2004-2014 yılları arasında, AK Parti çatısı altında, Küçükçekmece Belediye Başkanlığı yaptınız. Bu ilçede, sizden sonra neler değişti?

2004-2014 yılları, Küçükçekmece'nin kader yıllarıydı. Bunu çok samimi olarak, şahsileştirmeden ifade edeceğim. 2004'te, Küçükçekmece Belediye Başkanı olduğumda, Başakşehir de Küçükçekmece'ye bağlıydı. Büyük bir coğrafyaydı. 813 bin nüfusa sahipti. Henüz daha bilgisayarla tanışmamıştı. Emlak vergilerinin bile elle, makbuzlarla tahsil edildiği bir dönemdi. Altyapısı, bir cm yağmur suyu kanalı ve çocukların oynayacağı oyun alanı olmayan bir ilçeydi. Borç batağına girmiş, iflas etmişti. Uçan kuşa borcu olan bir belediyeydi. 2004'te 53 bin lira cari harcaması, 55 milyon lira toplam geliri vardı. O günkü rakamla borç 119 trilyondu. SSK da dahil olmak üzere, borçlanılmayan kuruluş neredeyse yoktu.

2004-2014 YILLARI ARASINDA
KÜÇÜKÇEKMECE'DE DEVRİM OLDU

Ben, 2 yıl binebileceğim bir araç bulamadım. Makam aracım yoktu. SSK tarafından haczedilmişti. İETT'den, 5 bin liraya kendim araba kiraladım. Belediye bu kadar dramatik bir noktadaydı. İnsanlar bizden en çok stabilize isterdi. Asfalt yoktu, çamurdan çıkılmazdı. 2004-2014 yılları arasında Küçükçekmece'de devrim oldu. Bunu herkes ifade eder. O devrimi, bilgiyle gerçekleştirdik. İşin içerisinden gelen bir insandım. Küçükçekmece, 2004 tarihi itibarıyla yönetilir bir durumda değildi. Türkiye'de, yerel yönetimler olarak ilk stratejik plan çalışmasını biz başlattık. O zaman, TÜBİTAK'IN ve Devlet Planlama Teşkilatı'nın da planlamasını yapan Gebze Yüksek İhtisas vardı. Gebze Yüksek İhtisas'ta çok kaliteli bir grup, iyi bir beyin tabakası vardı. “Buyurun gelin, biz stratejik plan yapmak istiyoruz” dedik. Biraz tebessüm ettiler. Öyle ki, “stratejik plan” zorunluluğu 2009'da geldi. “Neden olmasın?” dediler. 6 ayda, 10 yıllık eylem planı yaptık. Bunun 5 yılını işlevsel halde yaptık.

TEK RAKİBİMİZ, İSTANBUL
BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ İDİ!

Bu süreçte kasaplarımızla, manavlarla, bankalarla, kamu kurum ve kuruluşlarıyla ve üniversiteyle toplandık. Türkiye'nin iş adamlarının, akademisyenlerinin, sanatçılarının, sporcularının yüzde 1'i burada yaşıyor mu? Hayır? Kim yaşıyor? Garip gureba yaşıyor. Çocukların oynayacağı parklar, salıncaklar yok, sokaklarda atlar dolaşıyor! Planlamamızı yaptık ve 2 yıl boyunca çok zorluk çektik. İnsanlar “Ne oldu? Siz de mi bir şey yapamayacaksınız?” diyordu. “İşin mutfağında çalışıyoruz” diyorduk. Bize “Bu ne biçim bir mutfakmış ki, bir türlü çıkamadınız” diyorlardı. Yeniden yapılanma biraz sancılıdır. 2005 yılındaki konuşmalarıma bakılırsa “Bu belediye, yılık net 350 trilyon gelir olmadıkça yönetilemez” dedim. Sene 2014 oldu. Altyapı, çevre düzenlemesi, kültür, sanat, spor, eğitimde yüzlerde yatırım yaptık. 2014 yılı kesinleşen bütçe rakamı 350 trilyon oldu. İlçe 3'ten bire düştü. Başakşehir ayrıldı. Borçsuz bir belediye devrettik. 3 katrilyon kendi sermayemle, 4 katrilyon diğer kamu ve kuruluşlarıyla yatırımlar yaptık. Toplamda 7 katrilyonluk yatırım yapıldı. 2004'te kültür sanatta bizimle İzmir, Antalya ve Ankara yarışamazdı. Bizimle yarışacak tek belediye, İstanbul Büyükşehir Belediyesi idi.

KURDUĞUMUZ AKADEMİLER
LİSANS DÜZEYİNDE EĞİTİM VERDİ

3 tane akademi kurduk. Müzik Akademisi, Türk İslam sanatları, Kültür Sanat ve Folklor akademisi kuruldu. Yüksek lisans seviyesinde eğitim vermeye başladılar. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) sadece bizim belediyeyle akreditasyon imzaladı. Küçükçekmece'de 3 kur eğitim alan gençler, İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı'nı sınavsız kazanma hakkını elde edip İTÜ'den mezun oldular. Bunlar bugün klarnet, keman ve piyano sanatçısı. Aradan 7-8 yıl geçti. Küçükçekmece'de bizim bir kasabımız var. Malatyalı bir hemşerimiz. Onunla kaldırımda ayaküstü sohbet ederken, geçen birisiyle karşılaştık. Arkadan geldi, gözümü tuttu. Sonra baktım ki, bizim Hakkı. Hakkı'nın keman alacak parası yoktu. Konservatuvara kabul edildi. Bana geldi “Başkanım, ben konservatuvara girme hakkı kazandım” dedi. “Amacım, klarnet sanatçısı olmak. Bana klarnet alır mısınız?” dedi. “Seve seve” dedim. O gün Hakkı'ya klarnet aldık. Şimdi ise “Ben ünlü bir gazinonun klarnet virtüözüyüm. Ekmeğimi buradan kazanıp ailemi geçindiriyorum. Size ne kadar teşekkür etsem azdır” dedi.

EĞİTİMİ, AŞ VE İŞ İÇİN
ENDÜSTRİLEŞTİRMEK İSTEDİK

O zaman biz, eğitimi endüstrileştirmek istedik. Eğitimin endüstrisi olacak, insanlar buradan aş ve iş bulacak. Yani “Desinler” diye yapmayacağız. Örneğin; “Spor” diyoruz, bunun endüstrisini oluşturacağız. Altyapısını buna göre dizayn edeceğiz. O dönem Fatih Terim, altyapı sorumlusuydu. Ömer Balıbey de Milli Eğitim Müdürü idi. 3 defa onlarla “Spor okulları kuralım” diye toplantılar gerçekleştirdik. “Altyapıyı biz yapacağız, siz sadece mevzuat olarak önünü açın” dedim. Diyelim ki, bir çocuk basketbolcu olacak. 15 yaşından sonra olamaz! Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nin başındaki profesör ile çalışıyorduk. Bu çocukların, gençlerin kemik yapısı, iskelet ve bölge yapısı önemli. Dolayıyla atlet olacak çocuğu basketbolcu, futbolcu olacak çocuğu voleybolcu yapamazsınız. 2 saatlik spor ile sporcu olunmaz. 18 saat spor yapması gerekiyor; ama dünyadan da kopmayacak. Matematik, fizik, kimya, edebiyat da görecekler. Pek çok kulübün omurgasını bizim ilçenin çocukları oluşturdu.

GELDİĞİMİZDE 85 BİN KİŞİYE
BİR SAĞLIK OCAĞI DÜŞÜYORDU!

Sağlık alanında da birçok çalışma yaptık. Biz geldiğimizde 85 bin kişiye bir sağlık ocağı düşüyordu. Okulların mevcudu çok yüksekti. Karakollar yoktu. Karakolları, Emniyet Müdürlüğü'nü ele aldık. Bir belediye sadece yol yapmaz; asayiş ve eğitim gibi alanlardan da sorumludur. Belediye başkanı yapmayacaksa vatandaş nasıl yapsın? Karakolda nezaret yoksa suçlu yakalanıp nereye konulacak? En modern karakolları yaptık, kültür merkezi yapıldı. Avrupa'nın en büyük gösteri merkezini yaptık. Şehri ayakta tutacak olan insandır. Önce insanı eğitmek gerekir. “Bina yarın biter; ama binaya doğru misyon yüklemezseniz, orada yaşam olmaz” demiştim. Cennet Kültür Merkezi bittiği gün, eğer 2 yıl sonra insanlar, hâlâ yürüdükleri sokağa tükürüyorsa bu kültür merkezi, görevini ifa etmemiş demektir.

3 MİLYON METREKARE
YEŞİL ALAN ÇIKARDIK

Hayata, insanlara, yaşama, çocuklara dokunduk. Biz 10 yıl sonra “Nereden çıktı bu Z kuşağı” dememek için çocukları kucakladık. Bilgi Evleri'nde SBS sonuçlarında Türkiye şampiyonları çıkardık. İnsan eğitimi sadece bilgi değildir. İnsan aslında sosyal bir varlıktır. İnsanları bir taraftan eğitip bir taraftan da sosyalleştireceksiniz. Herkesi doktor yapamazsınız. Bu ülkenin doktora, gazeteciye, akademisyene, kasaba, çöpçüye ihtiyacı var. Hangisi, hangi görevi yapıyorsa en iyi şekilde yapmalı. “Herkesi sporcu ve akademisyen yapalım” demiyoruz. 3 milyon metrekare yeşil alan çıkardık. 1 metre yağmur suyu olmayan bir ilçenin altına, 100 km'nin üstünde, yaklaşık 2 metre çaplı kolektörlerle geçtik. 100 km. üzerinde otoyol standardında bir yolla buluşturduk.

İYİ Kİ BELEDİYE BAŞKANI
OLMUŞUM VE HİZMET VERMİŞİM

Pek çok kültür merkezi ve bilgi evleri yaptık. Bütün yolları halkın yürüyebileceği yollar haline getirdik. Sağlık, eğitim, kültürel, sosyal yaşam alanlarıyla ilgili ciddi altyapılar yaptık. Spora gönül verenler, bizim dönemimizde sporun zevkini tattı. Sonuçlarını da gördüler. Elektik, su, gaz paralarıyla uğraşmaktan kurtuldular. Geriye baktığımda “İyi ki belediye başkanı olmuşum ve hizmet vermişim” diyorum. O günden bugüne telefonum çalınca hep bir talep var. O zamanki telefon numaramı hâlâ kullanıyorum. Bende de insanlar “simitçi anne”, “sucu abla” diye kayıtlı. Onlarla irtibatım devam ediyor. Küçükçekmece'nin hemen hemen yarısını tanıyorum.

‘YENİ DİNAMİZME İHTİYAÇ VAR' DİYE
DÜŞÜNÜNCE SİYASETİ BIRAKTIM

31 Mart Yerel Seçimleri'nde, Malatya Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na talip olan değil de kulislerde konuşulanlar arasında sizin de adınız geçti. Millet sizi siyasete mi çağırıyor?

Siyaset bir amaç değildir. Makamlar da amaç değil, araçtır. Buralar, hizmetin aracıdır. Sürekli siyasetin içinde uzun süre kalmak da yönetim körlükleri oluşturmaya başlar. Ben 2 dönem belediye başkanlığı yaptıktan sonra 3. dönemi de kazanırdım; ama “Yeni dinamizme ihtiyaç var” diye düşündüm. Siyaseti bıraktığımda 52 yaşındaydım. Gençliğimin tamamına yakını oraya harcadım. Siyaseti bir meslek olarak görmüyorum.

MALATYA'YI ANLAMAK İÇİN
MALATYA'DA YAŞAMAK GEREK

Bir yerde bir başarı ortaya koyarsanız, farklı yakıştırmalar da olacaktır. Bu, işin güzel yanı. Benim bu yönde bir talebim olmadı. Malatya'da yaşayan Malatyalı kalmadı mı? Evet, biz Malatyalıyız, orası bizi yetiştirdi. Ama ben Malatya'dan 19 yaşında çıktım. Bugün 57 yaşındayım. Çok zamanım İstanbul'da geçti. 5 yıl hayat için uzun bir süre. Orayı anlamak için, içinde yaşamak gerek. Kızılderili bir söz vardır: “Bir kişi hakkında bir kanıya varmadan önce 40 gün onun çarığıyla dolaşmak gerekir” der. Malatya ile ilgili ahkâm kesmeden önce, Malatya'yı yakinen teneffüs etmek lazım. Genel bilgiler her yer için geçerli; ama yerelin dinamitleri farklı. Bir yerde hayvancılık, diğer yerde tarım konuşursunuz. Bir yerde deniz, diğer yerde dağları konuşursunuz. Yönetim insanları, her şeyi bilen insanlar değildir.

SİYASET TAMAMEN ARAÇ
HİZMET YAPTIK, BİTTİ!

Yönetici ve idareciyi çoğu zaman karıştırıyoruz. İdareci günü kurtarandır. Yöneten ise liderdir. “Saldım çayıra, Mevlâm kayıra” idarecilik kısmına girer. Yöneteceğiniz şeyi de ben “puzzle”!a benzetirim. O fotoğrafı bilirsiniz, parçaları yerli yerine yerleştirirsiniz. Sonuçta gerçek fotoğraf ortaya çıkar. Yerel yönetici, her şeyi konuşmak zorunda. Bu insanlar ne yiyecek, ne içecek? Yönettiğiniz ülkeyi, şehri, şirketi önceden bilmeniz lazım. Ona “Vizyon, hedef, strateji” diyoruz. Adımızın geçmesi mutluluk verici. Herkes siyasetle uğraşmak zorunda değil. Bugün iş adamısın. Varsa marifetin, burada ortaya koy! Vergi ver, insanlara aş ve iş ver. Siyaset tamamen araçtır. Hizmet yaptık, bitti. “Daha iyi hizmetler yapılsın” diye dua ediyorum. Başarı, siyasi kurumlarla değil, milletle ilgilidir. Bazen “Geldi, başaramadı” derler. Yönetici işini yapamazsa cezasını halk çeker. 10 sene mağdur olan halktır, bir siyasi parti gitse ne olur, kalsa ne olur?  

KENDİMİ NEREDE DAHA VERİMLİ
HİSSEDİYORSAM, ORADA OLURUM

Ben mühendisim. Tercih yapacağım zaman önüme liste koyarım. Lafla peynir gemisi yürümez. Ağzı laf yapanlar ön planda oluyor. İkna için bilgi yetmiyor. Bilgi, iletişimin yüzde 7'lik kısmını oluşturur. Benim malımın cinsi, sizi ikna edeceğim kısmı yüzde 7'dir; ama ikna kabiliyeti farklıdır. Yüzde 93 benim duruşum, tavrım, mimiklerim ve ses tonumdur. Amerika'da, tarihte bir örnek var. Boyu uzun olanlar, boyu kısa olanlara galip gelmiştir. Buna iletişimin gücü diyoruz. Siyaset yapanlar, bilgiye güvenerek yola çıkarlarsa duvara toslar! Yapılmış hizmet “Yenilmiş aş” demektir. Bittiyse başka şey yapmak lazımdır. İnsanlar beklentiye oy verir. Daldaki 3 kuş için, elindeki 2 kuşu tercih ederler. O 2 kuşu kaçırıp daldaki 3 kuşu tercih edebilirler. Benimle ilgili, bu saatten sonra keskin cümle kullanmak hadsizlik olur. Ama ben kendimi nerede daha verimli hissediyorsam orada olurum.

BAŞKANLIĞINI BIRAKTIĞIM
GÜN, 7 KURBAN KESTİM

Toplumun çıkarı için bireyin çıkarı feda edilir. Sayın Cumhurbaşkanımızı düşünün. Bir insan böyle bir mengeneden nasıl geçmek ister? Sayın Cumhurbaşkanımızın yerinde olsak kaç saat dayanabiliriz? Bir ülkeyi temsil etmek zordur. Liderlik yapmak çok zor. Kafanızı yastığa koyarsanız, uyuyamazsınız. Yönetimlere paldır küldür girip almak isteyenleri şaşkınlıkla izliyorum. Çocuklar elinin yanacağını bilmez, ateşe atlayarak gider. Akıllandıkları zaman maşa ile tutmaya başlar. Siyaset de öyledir. Ateş bir süre sonra sizi yakacaktır. Siyasete girmek, ateşten gömlek giymek gibidir. Bu konularda görev talep edilmez. Almamak için azami gayret sarf edilir. Bir defa görev verildi. Kurban keser, yola devam edersin. Görevini yaparsın. İki kere üç kere görev verildi; yine 2-3 kurban keser, yoluna devam edersin. Ben belediye başkanlığını bıraktığım gün, 7 kurban kestim. Rabbim görev yapan yöneticilerimizin hepsinin yardımcısı olsun. Onların başarısı, ülkenin başarısıdır.

HER YÖNETİM, KENDİ
DALKAVUĞUNU OLUŞTURUR

AK Parti'nin Eski Küçükçekmece Belediye Başkanı Temel Karadeniz, halkın teveccühünü ikinci kez alamadı. Küçükçekmeceliler hangi konularda eksiklikler görmüş olabilir?

Buna benim cevap vermem çok fazla şık olmaz. Az önce bir örnek verdim; hizmet üretmek, kabul noktasında yeterli değildir. İnsanlar sizi hizmet veresiniz diye göreve getiriyor. Hizmet tek başına yetmez. Hizmetin dışında başka şeyler vardır. Bunu oralarda aramak lazım. Bilimsel bir veri olarak söyledim. Hizmetin kabuldeki yeri yüzde 7! Yüzde 93'lük oran, beşeri münasebet, duruşunuz, iletişim kurarken gösterdiğiniz muamele. Bunu kendim için söylüyorum. Yanlış anlaşılmasın. Her yönetim, kendi dalkavuğunu oluşturur. Marifet o girdaba girmemektir. Bu kaçınılmaz bir şeydir.

TEMEL KARADENİZ, AYNAYA
BAKIP KENDİNİ SORGULAMALI!

Bir yerde bir güç ve bir yönetim varsa, onun etrafında bir daire oluşur. Yöneticin basireti o girdaba girmemektir. Geçmişte padişahların dalkavukları vardır. Canları sıkıldığında o dalkavukları izler ve işine devam ederlerdi. Biz o dalkavukların arasında kalırsak kendimizi mahvederiz. Oranın içinde kalmamak gerekir. Sebep nedir bilmiyorum. Halk bir irade ortaya koymuşsa, kendince sebepleri vardır. Bahsettiğiniz arkadaş aynaya bakmalı, “Nerede yanış yaptım?” diye kendisini sorgulamalıdır...

DOĞRU KENTLERİ, DOĞRU
İNSANLAR İNŞA EDER

Çarpık yapılaşma ve çeşitli sorunlar yaşanan mahalleleri, kentsel dönüşüm projesiyle daha nitelikli ve modern yaşam alanlarına dönüştürmek için neler yapılmalı? Bu noktada, Malatya'daki yerel yönetimlere neler tavsiye edersiniz?

Ülke, planlama olarak sınıfta kalmıştır. 100 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca çok sağlıklı olduğumuz söylenemez. Planlama varsa olur, yoksa olmaz. Avrupa'ya gittiğimizde, her şey bir planlamanın ürünüdür. Prag, Paris, Viyana da krallıklar dönemindedir. Yeni dünya döneminde New York, Sidney, Çin ve Japonya'daki kentleri gösterebiliriz. Demokratik toplumlardaki kentleşmelerde bozukluklar vardır. İroni yapıyorum (Tebessüm ediyor). Sadece Türkiye değil, dünya sınıfta kalmıştır. Bu da emeğimizin zayi olması anlamına gelir. Doğru kentleri, doğru insanlar inşa ederler, doğru insanları da doğru kentler inşa eder. Yumurta-tavuk ilişkisi vardır. Yani doğru olmayan kentleşmeden, doğru bir nesil üretemezsiniz. İnsanları, doğru şehirlerde ortaya çıkarırsınız. Şehircilik hayatın temelidir. Beklenti ve vizyonunuz, şehrin altyapısıyla orantılıdır.

 

TÜRKİYE'NİN YAPISINI
‘MARMARA DEPREMİ' TEHDİT EDER

Mekânlar karakter oluşturur, insanlara karakter kazandırır. Kaçak yapılaşmış kentlerden başarı beklemek, mucizelere kalmıştır. Olağan dışı şeylerdir. Demek ki yanlış bir şey var ki, kentleri dönüştürüyoruz. Ya stoklar açısından bir yanlışlık vardır ya deprem gibi afet riski vardır ya da sosyal çöküntü vardır. Sadece binanın iyi olması da yetmiyor. Sosyal çöküntü alanlarına da dönüştürmek gerekiyor. Kentsel dönüşüm, olmazsa olmazdır. Hele de Marmara Depremi'ni konuşuyoruz. Çevresi faylarla çevrili bir coğrafyada yapılaşma oldukça kritik. Şunu açıkça ifade etmem gerekirse ki, geçmişten beri söylediğim bir şeydir. Türkiye'nin yapısını, Marmara Depremi tehdit eder. Terörden önce en büyük tehdit depremdir. Diğer tehditlerle baş edebiliriz. Dolayısıyla bu şehri, bu ülkeyi bu risklerden arındırarak, bir an önce dönüştürmemiz gerekiyor.

TÜRKİYE'NİN 3'TE 2'Sİ, 30 YILDA
DÖNÜŞMEK MECBURİYETİNDE

Herkesin baktığı yöne göre bir dönüşüm anlayışı var. Şehircilik anlayışı bakımından ülkemiz, Bakanımız ile yeni bir sürece girdi. Kentsel dönüşümle ilgili bir takım standartlar getirildi. Sayın Cumhurbaşkanımızın talebi doğrultusunda yatay mimariye de gidildi. Yaşayan kentleri tanımlarken, doğru planlama yapmak gerekir. Dönüşüm, o planlamanın altlıklarını oluşturur. Tarihi yaşatmalıyız. Diğer taraftan kimliksiz yapılar var. Onu da buraya uygun hale getirmeliyiz. Dönüşüm, bu ülkenin kritik mesellerinden biri. Türkiye'nin 3'te 2'si, önümüzdeki 30 yıl içinde, iki sebepten dolayı dönüşmek mecburiyetinde. İlki yüksek risk. İkincisi, bu ülkenin kalkınmasının, sosyal yaşamın ideal manada şekillenmesi için...

MALATYA, KENTLEŞME OLARAK
ÇOK İYİ BİR İMTİHAN VERMEDİ

“Türkiye, kaynaklarını binalara aktarıyor” deniliyor. Adı üstünde ve fotoğraf ortada. Şehir için inşaat yapmalısınız. Refah seviyesi artınca şu anda yaşadığınız yerde yaşamak istemeyeceksiniz. Sektör bitmez ki, daha yeni başladı. Sene 1996... İstanbul Büyükşehir Belediyesi İmar Komisyonu Başkanı'yım. O günkü Malatya Belediye Başkanı Ahmet Münir Erkal, Başkan Yardımcımız da Yaşar Köksal. O zaman Malatya belediye binasında eski saman pazarının, kent merkezinin ve Kernek Bölgesi'nin dönüşümü, yeni yapılacak şehir mezarlığının etrafındaki bölgelerin planlanmasını konuşuyoruz. Orayla ilgili bir takım çalışmalar yaptık. O tarihte, Malatya'daki tarım arazileri bitmemişti. Malatya'nın yeraltı suları şu andaki gibi eksilmemişti. Malatya'nın kentleşme olarak çok iyi bir imtihan verdiğini söyleyemem. İyi niyetli olarak yaptığımız çalışmalarla ovaları, tarım arazilerini; merkezde, Allah'ın 5 milyar yılda yarattığı toprakları bitirdik. Yanı başımızdaki dağlar, tepeler, kıraç alanlar bomboş.

MALATYA'NIN YEŞİLİ
KALMADI; KİM BİTİRDİ?

İnsanlar ovada değil, dağların eteklerinde yaşar. Geçmişte ilk insanlar bir oğlağı keser, ciğerini oraya asar. Bir hafta sonra gelip baktıklarında çürümeden kurumuşsa orayı yerleşim yeri yaparlarmış. Bunun için ne gerekiyor: Su, hava, güneş... Bunlar, ovada değil, güneşi alan hava sirkülasyonu olan yaşam kalitesi yüksek yerler. Araştırmalarda, ovadakilerin, kırsaldakilerden 5 yıl daha fazla yaşadığı görülmüş. 1996'da konuştuğumuz şehir ile bugünkü Malatya'yı kıyasladığımızda, bu kadar bilgiden buraya gelmememiz gerekirdi. Malatya'nın yeşili kalmadı. Kim bitirdi? Nerede yeşil Malatya? Gazi Lisesi'nin ilk öğrencileri biziz. Aşağıya kadar 1 tane bina yoktu. Kayısı ağaçları vardı. Kernek neye duruyordu, Boztepe neyi bekliyordu? Yeni yerleşim yerleri olarak buralar yapılmalıydı. Birinin “Ak” dediğine, diğeri “Kara” diyor. Dağın tepesine 20 katlı bina yapmak gerekmiyor. Malatya, doğunun incisi. Ama ideal bu muydu? Biz şu anda ideal ile kıyaslıyoruz. Daha iyisini yapardık. Yoksa Malatya gerçekten çok yol aldı. Çok modern bir şehir; fakat geri alamayacağımız çok büyük bedeller ödedik. Onları istesek de bir daha kazanamayız.

MALATYA ÇOK ÖZEL, NEV'İ
ŞAHSINA MÜNHASIR BİR ŞEHİR

Malatya bilinenden de öte çok farklı ve çok zengin bir kültüre sahip. Sizce tanıtım çalışmalarına yeterince ağırlık verilmiyor mu?

Malatya'da milyon yıllık tarih var. Mezopotamya'nın bir parçası. Aslantepe “Dünyadaki ilk yerleşim yeri” olarak tanımlanmıştı. Malatya, Fırat'ın ve Mezopotamya hafızasının bir parçası olarak çok özel bir yerde. “Bizim mi, değil mi” diye tartışıyoruz? Mesela Nemrut... Yerinde duruyor! Önceden Adıyaman da Malatya'ya bağlıydı. Ne fark eder? Sonuçta hepsi Türkiye'de. Malatya çok özel, nev'i şahsına münhasır bir şehir. Son 50 yılda Malatya merkezdeki Malatyalıların oranı, şehirdeki oranla kıyasladığımızda yüzde 5-10'lar mertebesinde. Malatya'da da Malatyalı kalmadı. Dolayısıyla farklı bir Malatya var. Yeni bir aidiyet, yeni bir kimlik ve kazanımları çok daha farklı bir kurguyla anlatılmalı. Bunları yaparken de profesyonelce hareket edilmeli.

SELAHATTİN GÜRKAN, KAPASİTELİ
VE VİZYONEL BİR BAŞKANIMIZ

Geçen yaz gittiğimizde, Aslantepe'den sonra Ulu Cami'yi gezdik. İnsanlar çadırlar kurmaya çalışmışlar. Orada yaşanılmaz; ama fotoğraflar çekmeye çalışılıyor! Bizim çok kimliğimiz var. İnsanlar kendine tarih uydurmak istiyor. Dile kolay; 3 bin yıl... Yani “Bir önceki tarih” diyebiliriz. Tarihi profesyonel bir şekilde ortaya çıkarmalıyız. İyi niyet, haramı helal kılmaz. Shakespeare  “Cehennemin yolu iyi niyet taşlarıyla döşelidir” diyor. Bizim iyi niyetli ve çalışkan olmamız yetmiyor. Vizyoner olmamız, bir planlama içerisinde strateji oluşturmamız ve onu da uygulamamız gerekiyor. Yani; bizden sonraki gelecek nesillere bir mihenk taşı oluşturmalıyız. Selahattin Gürkan da son derece kapasiteli ve vizyonel bir başkanımız. Daha önceki başkanlarımız da kaliteli ve çalışkandı. Bir bütünün parçası olmadıktan, birbirlerinin devamını getirmedikten sonra enerjimizi yeterince kullanmamış oluruz.

ULU CAMİ'NİN ESKİ MİNBERİNİ
DEDEMİN KARDEŞİ YAPMIŞ

Battalgazi ilçemiz “İnsanlık medeniyetinin başladığı yer” olarak tanımlanıyor. “Eski Malatya”nın bütün milletimizin nezdinde özel bir yeri olması için yatırımlar da dahil, neler yapılmalı?

Battalgazi'ye geçtiğimiz yaz, eşim ve oğlumla beraber gittim. Malatya Ulu Cami'nin eski minberi, şu anda Etnografya Müzesi'nde, Ankara'da. Yerine konulan da onun benzeri. Onu dedemin kardeşi yapmış. Çivi, tutkal kullanılmadan ahşaptan yapılmış olan bir minber. Çok azdır, Türkiye'de de birkaç yerde var. Tüyleriniz diken diken oluyor. Heyecanlanıyorsunuz. Burada başka bir medeniyet var. Burası bize başka bir şey söylüyor. Oraya gittiğinizde dünyaya başka bakıyorsunuz. Daha fazla çalışmak istediğinizin, daha fazla misyonların sırtınızda olduğunun farkına varıyorsunuz. Medeniyet inşa etmek çok iddialı bir şey. Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti, bir medeniyet inşası. Bu medeniyet de işgallerle değil, fetihlerle gerçekleşmiştir.

BU ÜLKEDEKİ HER BİREYİN
FARKLI BİR MİSYONU VAR

Bir gün, Bosna'da bir kültür gezisinde iken, Bosnalı bir çocuğa “Boşnaklar hangi millettir?” dedim. “Biz Türküz” dedi. “Nasıl Türksünüz?” dedim. “O zamanlar bizim dedelerimiz İslamiyeti seçmiş ve Türk olmuşlar” dedi. Türklük değil, aslında İslamiyet ve medeniyet anlayışından bahsediyor. Bu bir misyon. Bu ülkede yaşayan her bir bireyin farklı bir misyonu var. Bu coğrafya, bu medeniyet başka bir şey söylüyor. Diyor ki; “Dünyadan buraya sen bir medeniyet salmışsın, gönülleri fethetmişsin. Bu fetihleri yaparken de silah kullanmamışsın. Esnaflığı ile adamların hayranlığını kazanmış. ‘Benim dinimin gereği bunu böyle yapmam' gerekiyor demiş.” Oradaki insanlar da İslamiyeti seçmiş. Buradaki erenler niye Bosna'ya gitmiş? Her biri, birer Çelebi. İslamı yaymak için gitmişler. Kökenlerine baktığınızda başka şeyler söylenir. Kimine Alevi, kimine Bektaşi, kimine Kürt, kimine Türk denir. Bir şey var ama! Bunu konuşmuyoruz ki… Gül Baba Tekkesi'ni konuşuyoruz.

KÜLTÜREL MİRASIMIZIN FARKINDA
OLSAK, YERLE BİR OLURUZ!

İslamı kendisine şiar edinmiş, gitmiş orada İslamı yaşamış. Bunu etrafına yaygınlaştırmış. Bosna'daki Sarısaltuk'ta - hepsi o günkü Tebliğ Cemaati- “Gel Müslüman ol. Benim dinim iyi, bu dini seç” dememişler. Lisanı hal ile halletmişler. Duruşlarıyla, yaşamlarıyla, tarzlarıyla… Bir Malatyalının, bir Battalgazilinin duruşu farklı olmak zorunda. Bunu da haliyle göstermeli. Yaşamı ve yaşantısıyla örnekleyerek göstermeli. Elimizdeki cevherin ya da sahip olduğumuz o kültürel mirasın ne kadar farkındayız? Emin olun, farkında olsak yerle bir oluruz! Ağırlığının altından yerimizden kalkamayız. Bu bize bir sorumluluk yüklüyor. Selçuklu ve Osmanlı, bu coğrafyanın bütün değerleri, bizim miraslarımız. Bunlar bizi besliyor. Buranın havasıyla, geçmişiyle biz, biz oluruz. Cami kadar yanındaki kilise de kültürümüz. Yazma kadar yün örgü de kültürümüz. Yani; kültürü bir simgeye indirgemek mümkün değil. Kültür yaşanmışlıktır. Bir insanı, insan yapan değerler silsilesidir.

ATATÜRK'ÜN 2. DÜNYA SAVAŞI'NI
BİLMESİ KEHANET DEĞİL, BİLGİ

Bizim elimizde 5 bin yıllık kültür var. 10 sene önce söylediğimize, 10 sene sonra “O gün deliymişiz herhalde” diyoruz. Gündemi ve zamanı aşan değerlerimizin ve değer yargılarımızın olması, zamanı aşan planlarımızın ve planlamalarımızın olması anlamına geliyor. Bunun için, zamanı aşacak beyinlerle öngörebilirsin. Atatürk vefatından önce “1940'lı yıllarının başında 2. Dünya Savaşı olacak” der. O günkü dünyayı değerlendirmesi, algısı ve vizyonu ile 2. Dünya Savaşı'nın geleceğini görüyor. Bu bir kehanet değil, bilgi. Bilgiyi doğru harmanlayarak onu ifade etmek... Cumhuriyetin, Osmanlı'nın, Selçuklu'nun kuruluşundaki bilgeliğe ihtiyacımız var. Ege'de bir kitabede şu yazıyor. Bir kral yol açmış, yolun etrafında da binalar yapılıyor. “Açtığım yolun etrafındaki binalar yıkılıp yeniden yapıldığında, açtığım yola tecavüz edenler, yaptığım binanın çatısında asıla” diyor. Ben o medeniyeti algılamış olsam, 3 bin yıl önce bu coğrafyada yaşamış olan bir kral şunu der: “Şehircilikte ilkeleriniz olmalı. O ilkeleri bozanları idam edin.” Bunu 3 bin sene önce, bu toprağın çocukları söylemiş. O bizim medeniyetimiz...

 

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER