Murat ÇETİN / Bir Koltuk İçin Kurum Boşaltmak: İhsan Esen Vakası
ÖZEL HABERMurat ÇETİN yazdı.
Malatya’da bir eş müdür yapıldı.
Üç memur açığa alındı.
Bir müdür görevden uzaklaştırıldı.
Bir kişi koltuğa oturdu.
Geriye sadece susanlar kaldı.
Bitcoin mi?
Madencilik mi?
Kurumun bilgisayarı mı?
Ekran kartı mı?
Fatura yok.
İz yok.
Rapor yok.
Ama açığa alınan var.
Üç kişiyi…
Delilsiz.
Belgesiz.
Gerekçesiz.
Asıl mesele ne?
Bir eş.
Bir şube müdürlüğü.
Bir sınavsız atama.
Başka kurumdan.
KPSS?
Var.
Ama müdürlük için değil.
Sınav?
Yok.
Mülakat?
O da yok.
Ama koltuk?
Hazır.
O koltuk için daha önce sınav kazanan biri vardı.
Sesi çıktı.
Hakkını aradı.
Dilekçe verdi.
Ve kurgu başladı.
Ankara’ya bir zarf ulaştı.
Zarfı açan:
İhsan Esen.
Kalem oynadı.
Müfettiş indi.
Masa dağıldı.
Üç memur gitti.
İl Müdürü Çetin Akköse tedbiren görevden uzaklaştırıldı.
Gerekçe?
Göz yummak.
Neye?
Bitcoin’e mi?
Yok.
Koltuk operasyonuna.
Bir eş için…
Üç kişi kurban edildi.
Sadece dilekçe yazdı diye…
Sadece hakkını aradı diye…
Sadece susturulmadı diye…
Kurum sarsıldı.
Güven yıkıldı.
Adalet maskara oldu.
Bu Malatya’da başladı.
Ankara’ya gitti.
Yarın Cumhurbaşkanı’na giderse…
Kimse şaşırmasın.
Çünkü mesele kripto değil.
Kıyak kadro.
Çünkü mesele ekran kartı değil.
İlişki haritası.
Ve mesele, bir soruya sıkıştı artık:
Bir eş müdür olsun diye…
Üç kişi neden gitti?
CEVAP FOTOĞRAFTA, SORU KİMİN YOK SAYDIĞIYDI
Hasta dediler.
Geçmiş olsun dediler.
İçinden “keşke dönmese” dediler.
Elini tuttular.
Ama gözünün içine bakmadılar.
Arkasından “o kim ki” diye fısıldadılar.
Sonra ne oldu?
Fotoğraf çekildi.
Tokalaşma oldu.
Kare düştü.
Ve bir anda…
Kelimeler boğazda düğümlendi.
Cümleler sustu.
Çünkü tokalaşan ellerin sesi, susan dillerin sesini bastırdı.
Bir dönem vardı…
Ali Bakan görev aldı.
Ama kimse kabul etmedi.
Ama herkes tahammül etti.
Ama hiç kimse sahiplenmedi.
Telefon açılmadı.
Fotoğraf paylaşılmadı.
Toplantıya çağrılmadı.
Ve herkes ona “bizim başkan” değil,
“birinin adamı” dedi.
Sonra Ali Bakan hastalandı.
Dua ettiler.
Ama içinden temenni geçirdiler.
Geçmiş olsun derken,
“Geçmese daha iyi olur” diye düşündüler.
Sahada görünmeyenler, sahneyi boş buldu.
Koltuk soğumadan oturmaya yeltenenler oldu.
Hitap peşinde koşanlar,
Ali Bakan’ın henüz tedavisi bitmeden rol ezberine başladı.
Ama şimdi…
Fotoğraf geldi.
Ankara’da.
En üstte.
En net yerde.
Ali Bakan elini uzattı.
Cumhurbaşkanı tuttu.
Ve o tokalaşmayla beraber,
sessiz olanlar daha da sessizleşti.
Ve şimdi…
Aynı fotoğraf karesine girmek isteyenler var.
Aynı koltuğa doğru eğilenler var.
Düne kadar “bizim adayımız değildi” diyenler,
Bugün “bizim başkanımızdır” sırasına girdi.
Dün yok saydıkları adam,
Bugün Ankara’ya mihmandar oldu.
Dün “hasta” dedikleri adam,
Bugün liderlik etti.
Dün “zayıf” dedikleri adam,
Bugün protokol yürüttü.
Kulislerde dolaşan bilgi ne?
Cumhurbaşkanı, Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan’a ne dedi?
“Ali Bakan’a randevu verin.”
Bu ne demek biliyor musunuz?
Artık bekleyen değil.
Çağrılan.
Kapının dışında değil.
Masada.
İsmine not yazılan değil.
İsmiyle hitap edilen.
Ve şimdi soralım:
Kimdi o?
Hasta dedikleri kimdi?
Sustukları kimdi?
Yok saydıkları kimdi?
Cevap fotoğrafta.
Soru hala geçerli:
Kimin yok saydığıydı?
YAĞMUR YAĞDI, GERÇEKLER ORTAYA ÇIKTI
Altyapı görünmezdi.
Üst yapı göz kamaştırırdı.
Fotoğraflarda hep o vardı.
Açılışlarda o, kurdelede o, notada o…
Peki ya kanalizasyon?
Peki ya mazgal?
Peki ya tahliye?
Onlar göze hitap etmiyordu.
Onlar ihalede geç kalıyordu.
Onlar siyaseten yatırım sayılmıyordu.
Çünkü su, reklam panosuna yazılamıyordu.
Üstüne 12 kat dikip, altına 12 santimlik gider koydular.
Her şeyi hesapladılar…
Ama bir tek yağmuru hesaplayamadılar.
Geldi mi?
Geldi.
Bakmadan sordu:
– Benim altyapım nerede?
Yoktu.
Balık tutan çocuklar vardı Malatya’da.
Alt geçitte yüzmeye çalışan gençler.
Ayakkabısını çıkarıp eline alan yaşlılar.
Ve tüm bunlara “çok şükür can kaybı yok” diyen bir belediye…
Geçmiş olsun Malatya.
Yerin altını unutanlar, şimdi gökten inen musibeti konuşuyor.
Dün kanal açmayanlar, bugün kanala düşen şehri seyrediyor.
Dün MASKİ’yi öve öve bitiremeyenler, bugün “yağmur fazla geldi” diyor.
Depremde çöktü.
Yağmurda göçtü.
Ama lanse edilince hep yükseliyor.
Nereye?
Google’da arat, oraya…
Sözde şehri yeniden kuruyorlardı.
Oysa kanal kapağı kapalıydı.
Mazgal tıkanmıştı.
İstinat duvarı sabit değil, sabırlıydı.
İhaleler bitmişti ama ihmal yeni başlıyordu.
Yağmur yağdı.
Gök gürledi.
Yer sustu.
Çünkü altyapı konuşamadı.
Şimdi aynı kadro, aynı sözlerle “hazırız” diyor.
Malatya hazır mı?
Hayır.
Çünkü şehirde plan var, proje yok.
Çünkü her yerde afiş var, altı yok.
Çünkü bu şehir suya değil, lafa boğuluyor.
Yani yağmur yağdı, gerçekler açığa çıktı.
Ve bir gün biri çıkıp “Bu şehri ben kurdum” derse…
Yağmur o gün bir daha yağar.
Ve bu şehir…
Bir kez daha boğulur.
HANIMIN ÇİFTLİĞİNDE DEVLET YOKTU!
Malatya’nın ortasında, bir dere taştı…
Taşan sadece su değildi.
Vicdan da taştı.
Utanma duygusu, görev bilinci, devlet aklı… Hepsi taşkında boğuldu.
Hanımın Çiftliği’nde bir ev vardı.
Sobalıydı.
Çatısı naylondan, duvarı kerpiçten…
Sahibi, yaşlı bir kadın.
“Devlet ana”dan ümidi kesmiş, “devlet baba”yı hiç tanımamış.
Eliyle ördüğü çoraplar kadar sıcak bir kış geçirmemiş.
Son yağmurda, onun evi yıkıldı.
...
İlginizi Çekebilir