Rıdvan SAÇU / Haddini Bilen, Kibirli Olmayan Çocuk: Özgüven ve Alçakgönüllülük Arasındaki Denge
YAZI DİZİSİRıdvan SAÇU’nun yazı dizisinin 8. bölümü yayında!
Değerli okurlarım,
Hatırlayalım o cümleyi: "Haddini bil!" Kimimiz bunu küçükken bir azarlama olarak duyduk, kimimiz bir tartışmada son söz olarak... Toplumumuzda genellikle bir susturma, "sınırını bil" veya "sesini çıkarma" anlamında kullanılan bu ifade, aslında derin bir bilgeliğin anahtarıdır oysa…
Haddini bilmek, itaatkâr bir pasiflik midir, yoksa güçlü bir karakterin öz farkındalığı mı?
Kendine güvenen çocuklar yetiştirmek isterken, onları kibirli veya hadsiz olmaktan nasıl koruyacağız? Ya da tam tersi, haddini bilmesini öğretirken, özgüvenlerini mi kırıyoruz? İşte bu ince denge, bugünkü yazımızın ana konusu. Bu yazıda, "Haddini Bilen, Kibirli Olmayan Çocuk" yetiştirmenin, ne korkuyla sindirmek ne de sınırsız özgürlük tanımak olduğunu göreceğiz. Bu, özgüvenle harmanlanmış alçakgönüllülüğün, kendini bilmekle başkalarına saygı duymanın birleştiği o nadide karakter zırhını inşa etmenin yollarını arayacağız.
Haddini Bilmek: Pasiflik Değil, Bilgelik; Kibir: Güç Değil, Zafiyet
"Haddini bilmek" denilince akla ilk gelen suskunluk, çekingenlik ya da pasiflik değildir. Gerçek haddini bilmek;
Kendini Bilmektir: Kendi yeteneklerini, sınırlarını, eksikliklerini ve güçlü yönlerini gerçekçi bir şekilde bilmektir.
Başkalarını Anlama ve Saygıdır: Başkalarının yeteneklerine, deneyimlerine ve farklılıklarına değer vermek, onları küçümsememektir.
Alçakgönüllülüktür: Başarı karşısında gururlanmamak, yenilgi karşısında yıkılmamak, kendini ne yüceltmek ne de alçaltmaktır.
Öğrenmeye Açıklıktır: Bilmediğini bilmek ve öğrenmeye istekli olmaktır.
Peki ya kibir? Kibir, kendini üstün görmek, başkalarını küçümsemek, hatalarını kabul edememektir. Ancak kibir, bir güç değil, bir zafiyettir. Tıpkı şişirilmiş bir balonun küçük bir iğneyle patlaması gibi, kibirli bir insan da en küçük eleştiride yıkılır. Genellikle kişinin içindeki boşluğu, aşağılık kompleksini veya güvensizliği gizleme çabasıdır. Kibirli insan, aslında kendini tanımayan insandır. Aynı şekilde, aşağılık kompleksi de kendini yetersiz görmek, sürekli başkalarıyla kıyaslamak ve özgüven eksikliğidir. Bu iki aşırı uç (kibir ve aşağılık kompleksi), aynı madalyonun iki yüzü gibidir ve temelinde "kendini doğru tanımama" sorunundan kaynaklanır.
İnancımızda Haddini Bilmek: Tevazu
Bizim inancımız, tevazuyu ve haddini bilmeyi en yüce erdemlerden sayar. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), hayatının her anında alçakgönüllülüğün en güzel örneği olmuştur. Fetihlerin en ihtişamlı anlarında dahi devesinin üzerinde başını eğik tutması, ev işlerine yardım etmesi, bir köle ile aynı sofrada yemek yemesi... Bunlar, onun "Ben bir kulum, bana kul deyin" diyen tevazusunun yansımalarıdır.
Kur'an-ı Kerim, kibri ve gururu kesin bir dille yasaklar, tevazuyu emreder. "Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen ne yeri delebilir ne de dağlara ulaşıp yükselebilirsin." (İsra Suresi, 37. Ayet) Bu ayet, insanın acizliğini hatırlatarak haddini bilmeye çağırır. Yine "Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez." (Nisa Suresi, 36. Ayet) buyrularak, kibrin ilahi katındaki hoşnutsuzluğa dikkat çekilir.
Bilgeliğin Temeli: Tevazu ve Kendini Bilme Sanatı
Tarih boyunca tüm bilgelik gelenekleri, en büyük erdemlerden birinin tevazu, en büyük zaafın ise kibir olduğu konusunda birleşir. Antik Yunan'dan bu yana "Hubris" olarak adlandırılan kibir, kişinin kendi sınırlarını ve bilgisizliğini görememesidir. Bu körlük, kaçınılmaz olarak hatalara, çatışmalara ve en sonunda yıkıma yol açar. Sokrates'in "Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir" sözü, bu kibrin panzehiri olan entelektüel tevazunun zirvesidir.
Modern psikoloji de bu gerçeği doğrular. Kibirli bireyler, "sabit bir zihniyete" sahip olma eğilimindedir; her şeyi bildiklerini sandıkları için öğrenmeye ve gelişime kapalıdırlar. Tevazu sahibi, yani haddini bilen bireyler ise "gelişim odaklı bir zihniyete" sahiptir. Bilmediklerini kabul etme cesaretleri, onları hayat boyu öğrenen, daha esnek ve daha başarılı insanlar yapar. Bu evrensel bakış açısı bize şunu gösterir: Çocuğumuza tevazuyu öğretmek, onu küçültmek veya sindirmek değil, tam aksine onu daha bilge, daha güçlü ve hayatın zorlukları karşısında daha esnek kılmaktır.
Çocuğunuza Haddini Bildirmek, Kibirli Olmamayı Öğretmek (Anne Baba Rehberliği):
Peki, çocuğumuza bu nadide dengeyi, korkudan değil, içsel bir değer olarak nasıl kazandıracağız? İşte sevgi ve rehberlikle atabileceğiniz somut adımlar:
"Övgülerinizi Nitelikli Yapın": Kibir Tuzağına Düşmeden Özgüven İnşası
Çocuğunuzu aşırı ve gerçek dışı övgülerle şişirmek ("Sen her şeyde en iyisisin!"), onu kibir tuzağına iter. Tam tersi, hiç övmemek de özgüvenini kırar. Övgülerinizi nicelikten çok niteliğe odaklayın. Çocuğun çabasını, gelişimini ve süreci övün, sonucun kendisini değil. "Bu resmi yaparken ne kadar sabırlı davrandığını fark ettim, çok güzel renkler kullanmışsın," deyin, "Sen dünyanın en iyi ressamısın!" demek yerine. Başarısızlık anlarında da yanında olun, "Bu olmadı ama bir daha denediğinde ne kadar gelişeceğini biliyorum, çünkü çok çalıştın" diyerek onun çabasını ve potansiyelini takdir edin. Bu, çocuğun gerçekçi bir özgüven geliştirmesini ve başarısını abartmamasını sağlar.
"Bilmeyi Değil, Öğrenmeyi Ödüllendirin": Cehaletin Değerini Kavratın
Çocuğunuza bilmediğini söylemenin, soru sormanın ve hata yapmanın öğrenme sürecinin doğal bir parçası olduğunu öğretin. Kendi bilmediğiniz bir konuda "Bilmiyorum, birlikte araştıralım mı?" demekten çekinmeyin. Öğretmenlerine, büyüklerine ve bilgili insanlara karşı saygıyı ve onların deneyimlerinden faydalanmayı teşvik edin. Bir konuda iddialı konuştuğunda, "Bu konuda çok emin görünüyorsun, acaba başka bir açıdan da bakabilir miyiz? Veya bu bilgiyi nereden öğrendin, birlikte kontrol edelim mi?" gibi sorularla onu sorgulamaya yönlendirin. Bu, onun öğrenmeye açık, alçakgönüllü bir duruş sergilemesini sağlar. "En büyük bilgelik, ne kadar az bildiğini bilmektir."
"Farklılıklara Saygı: Senin Değerin, Benim Değerim": Empati ve Tevazu Temelli İlişkiler Kurun
Çocuğunuza, herkesin kendine özgü yetenekleri, zayıflıkları ve değerleri olduğunu öğretin. Başkalarını kendisiyle veya başkalarıyla kıyaslamamayı, herkesin farklı bir potansiyele sahip olduğunu vurgulayın. Bir başkasının başarısını takdir etmeyi, onunla birlikte sevinmeyi öğretin. "Arkadaşının bu konudaki başarısı harika, sen de başka bir konuda çok iyisin. Her birimiz farklı yeteneklere sahibiz ve bu bizi özel kılıyor," diyerek, kibirden uzak, eşitlikçi ve saygılı bir bakış açısı geliştirmesini sağlayın. Empati, başkalarının sınırlarına saygı duymanın ilk adımıdır.
"Hatalarınızla Yüzleşin": Kendi Örnekliğinizle Alçakgönüllülüğü Gösterin
Ebeveyn olarak siz de hata yapabilirsiniz. Önemli olan bu hataları çocuğunuzun önünde kabullenmek, özür dilemek ve telafi etmeye çalışmaktır. "Bu konuda yanlış düşündüğümü fark ettim, özür dilerim. Bazen ben de hata yapabilirim ama önemli olan bundan ders çıkarmak," diyerek, alçakgönüllülüğü ve öz eleştiriyi somut bir örnekle gösterin. Bu, çocuğunuzun hata yapmaktan korkmamasını, mükemmeliyetçilik baskısından kurtulmasını ve kibirden uzak bir duruş sergilemesini sağlar. Ebeveynin tevazusu, çocuğun en büyük dersidir.
Sonuç ve Çağrı:
Haddini bilen, kibirli olmayan bir çocuk yetiştirmek, ona ne pasif bir itaatkârlık ne de şişkin bir ego vermek demektir. Bu, ona kendi değerini bilen, başkalarına saygı duyan, öğrenmeye açık, empati sahibi ve her koşulda tevazuyu elden bırakmayan güçlü bir karakter hediye etmektir. Kibrin körleştirdiği, özgüvensizliğin sinikleştirdiği bu dünyada, çocuklarımızın ruhuna ekeceğimiz bu denge tohumları, gelecekte yeşerecek hikmet ve bilgelik ağaçlarının temeli olacaktır.
Ünlü düşünür ve yazar Michel de Montaigne'nin de dediği gibi:
"En büyük bilgelik, kendini bilmektir."
Gözlerimizin önünde, tarihin en acı trajedilerinden biri yaşanıyor ve sessizliğimiz, geleceğin vicdan azabı oluyor. Filistin'de çocuklar, bombaların sustuğu anlarda açlığın acımasız sessizliğiyle can veriyor. Bu, sadece bir haber başlığı değil; bir lokma ekmeğin, bir damla temiz suyun hayal olduğu minicik bedenlerin, insanlığın ortak vicdanına yönelttiği sessiz bir çığlıktır. Dünya vatandaşı olmak, haritadaki sınırlardan daha büyük bir sorumluluk taşımaktır. Artık siyasi bahanelerin, diplomatik çekincelerin ve ertelenmiş yardımların arkasına saklanma lüksümüz kalmamıştır. Harekete geçmek bir tercih değil, ahlaki bir zorunluluktur.
İlginizi Çekebilir