© Malatya Time

Şiiler Hz. Hasan ve Ali'yi (r.a) neden anmazlar?

YÂ HÜSEYİN! SENİN BABANIN VE KARDEŞİNİN

ŞEHÂDETLERİNİ ŞİÌLER NİÇİN HATIRLAMIYOR?

Bugün Aşûre, yani Muharrem ayının 10. Günü. İslâmiyetten önce de muharref dinlerce kudsî sayılan bugüne Resûl-i Ekrem (asm) da önem atfetmiştir. O bâtıl din mensuplarının bugüne hürmeten oruç tutma âdetini o da (asm) devâm ettirmiştir. Yalnız onlara benzememek için bugünle birlikte bugünün başını ve sonunu da oruçlu geçirmiştir. Dolayısıyla geriye Muharrem ayının 9.-10.-11.günlerini veya 9. ile 10. veya 10. ile 11. günlerini oruçla geçirmek ümmete önemli bir sünnet olarak kalmıştır. Ellâh kabul etsin. Bugün Onun rızası için oruç tuttum, yarın da tutacağım işallah.

Adı üstünde “sünnet”. Yani bir farz namazını edâ etmek, milyon gün Aşûre orucu tutmaktan daha fazîletlidir. Kısaca bilerek bir vakit namazını terkeden bir Müslüman, hayâtı boyunca her Muharrem'de üçer gün oruç tutsa, bilerek terk ettiği bir vakit namazının sevâbını kazanamaz ve uğradığı ma'nevî zararı telâfi edemez.

Ancak, bir ihtiyâca mebni doğup görevini yaptıktan bir müddet sonra fitne hâlini alan Sûfizmin etkisiyle farzlarla Ellâh'a yaklaşma, sahâbenin tarz ve mesleği olan akrabiyet-i İlâhiye terk edilip bunun yerine, ehl-i sülûkun mesleği olan kurbiyet-i İlâhiye olan nâfilelerin ikàme edilmesiyle durum değişmiş, maalesef farzlar nâfilelerin gölgesinde kalmıştır. Namaz gibi farzların terke uğraması görmezden gelinirken; dış güşlerin de te'sîriyle Aşûre gününü ve benzer günleri ihyâ gibi uygulamalar ön plâna çıkarılmıştır. Namazı resmî ve çarçabuk kılıp tarîkatının âdâbını yerine getirmek için tekke veyâ zaviyelerine canhıraşâne koşmak da bu kabilden bir davranış değildir de nedir?

Bütün bu sıkıntılar yetmiyormuş gibi, son zamanlarda buna bir de Îrân menşe'li, gayr-ı meşrû ve bir ibâdet tarzında kutlanan “Aşûre Etkinlikleri” ilâve oldu. Bu etkinliklere katılmak suretiyle onlara destek olmak ve kuvvet vermek ne kadar acınacak bir durumdur. Hele hele alternatif yılbaşı kutlamaları tarzında Şiîlere rekâbet etmek, onların dinde yeri olmayan etkinliklerini bastırmak için bugünle alâkalı ilâve gayretler içine girmek işin ihlâs ve samimiyetini kaçırmaktadır. Sünnîlerce bu ma'nâda ihlâs düsturlarına aykırı bir şekilde tutulan oruç ve yapılan ibâdetlerin kabul olunup olunmayacağı ise şüphelidir. İbâdet her türlü ivâz, garaz ve maksaddan âzâde sırf Ellâh için ihlâsla yapılan şeye denir.

İRANLILARDA KİSRÂ SEVGİSİ NEDEN RESÛL-İ EKREM'DEN DAHA FAZLADIR?

Îrân asr-ı saâdetten beri İslâmın kalbine saplanmış bir hançerden farksızdır. İslâm âlemi, târihin hiçbir döneminde maddî ve ma'nevî bunlardan rahat yüzü görmemiştir. Hep düşmanca davranmışlar, hep fırsat kollamışlar ve hep düşmanın safında yer almışlardır. Bugün de durum farklı değildir. Afganistan, Yemen, Irak, Lübnan, Suriye ve pekçok İslâm ülkesinde ortalığı karıştırıp işleri çıkmaza sokanlar da yine bunlardır.

Peki, bunun sebebi nedir? Resûl-i ekremin (asm) devlet başkanlarına gönderdiği İslâma da'vet mektubunu –“Bizim binlerce yıl devlet geleneğimiz var. Sen kim oluyorsun da bizi boyun eğmeye da'vet ediyorsun?” diye- İran kükümdarı Kisrâ parçalamış ve bu çirkin davranışı teb'ası tarafından da hoş karşılanmıştır. Bu duruma Resûl-i Ekrem (asm) fazlaca üzülmüş, başta Hz. Ömer (ra) olmak üzere sahâbe-i kirâm ise oldukça içerlemiştir.

Hz. Ömer'in (ra) hilâfeti zamânında Ömer bin Sa'd'ın (ra) kumandasındaki ekserisini Arapların teşkîl ettiği İslâm ordusu İran'ı kılıç darbesiyle fethetti. Aralarında Kisrâ'nın kızının da bulunduğu çok sayıda esirler ve ganimetlerle ordu Medîne'ye döndü. Hazret-i Ömer (ra) esîrler arasında Kisrâ'nın kızını görünce, bunun babasının Resûl-i Ekrem'in (asm) da'vet mektubunu nasıl parçaladığını hatırladı ve “Bu kızı alın ve köle olarak satın” dedi. Kız da o zamân hasta idi. Fakat, kızın üstü-başı altınla, mücevherâtla süslenmişti. O esnâda Hazret-i Ali (ra), “Yâ Ömer! Ben, Resûl-i Ekrem (sav)'den işitmişim ki: ‘Bir kavmin reîsini yakaladığınız zamân, kavmi içindeki şerefine göre onunla muámele edin, sert davranmayın' ” şeklinde bir hadîs-i şerîf hátırlattı. Hazret-i Ömer (ra) da bu hadîsi yeni duymuş ve hemen yumuşamıştı.

Bu muhâvere devâm ederken, Kisrâ'nın kızı, gözünü orada bulunan ve genç olan Hazret-i Hüseyin (ra)'a dikmişti. Hazret-i Ömer (ra) bunun farkına vardı ve Hazret-i Hüseyin (ra)'a; “Bu kızı, köle olarak sana verdim” dedi. Hazret-i Hüseyin (ra) da kızı aldı, âzâd etti ve onunla evlendi.

Bu tarihten sonra, kılıç zoruyla Müslüman olan İrânlılar –içlerinde elbette müstesnâları vardır- hep Müslümanlardan ve bilhâssa fetih ordusunda çoğunlukta olan Araplardan intikam almak için her vesîleyi kullandılar. Gûyâ Ali (ra) tarafdarı oldukları için kendilerine “taraftar” anlamında “Şiî” dendi. Ancak bunlar için Ali (ra) ismi Ömer (ra) ismine ve diğer sahâbelere saldırmak için bir kalkan ve bir bahaneden ibârettir. Çünkü kendilerinin canlarına bu iki Ömer (Halîfe Ömer ve kumandan Ömer bin Sa'd) okudu. Şiîler onun için dün de bugün de İslâm düşmanı münafık, Yehûdî ve Hıristiyânlarla işbirliği içinde olmakta hiçbir beis görmemişlerdir. Bunların dışarıya karşı göstermelik kavgaları bir şovdan öteye geçmemiştir. Bu şer gürûhunun Îrân'a, Îrân'ın da bu gürûha ciddî bir zarar verdikleri görülmemitir. İşin daha da kötüsü “Îrân İslâm Cumhûriyeti” İslâm düşmanı dış güçlerce dünyaya bir “model” olarak takdîm edilmiştir. “Müslüman olacaksanız, Îrân'ı model olarak alın” demeye getirmişlerdir.

ŞİÎLER HZ. HASAN VE ALİ'Yİ (RA) NİÇİN ANMAZLAR?

Ehl-i Şîa, ashâbın kâffesini ve âlin ámmesini kabûl etmedikleri için ashâb ve âlin kâffesine salât ve selâmı teşmîl etmezler. Onların inancına göre âl-i beyt, sâdece Hazret-i Hüseyin (ra)'ın neslinden gelenlerdir. Hazret-i Hasan (ra)'ın nesline de ehemmiyyet vermezler. Çünkü Hazret-i Hüseyin (ra)'ın nesli, onların yeğenleridir. Zîrâ, Hazret-i Hüseyin (ra)'ın bir hánımı (âzâdlı câriyesi), Kisrâ'nın kızıdır. İşte, Hazret-i Hüseyin (ra)'ın bu hánımından olan oğulları ve torunları, Şîa'nın yeğenleridir. Onlar, Resûl-i Ekrem (sav)'i sevmekten ziyâde, Kisrâ'nın torunları olduğu için âl-i beyti severler. Ya'nî, onların âl-i beyt muhabbeti, Resûl-i Ekrem (sav)'den dolayı değil; belki Kisrâ'dan dolayıdır. “On iki imâm”, Hazret-i Hüseyin (ra)'ın nesl-i mübârekinden gelmektedir.
NOT: Konuyu teferruatıyla “Arabî İşârâtü'l-İ'câz Meâl ve Şerhi” isimli eserin 1. Cildinin 69 ilâ 72. Sayfalarından okuyabilirsiniz. Kitâb Semendel (eski Tahşiye) Yayınları arasında çıktı.

Demek, bütün peygamberler indinde mübârek ve mukaddes olan Aşûre günü ile Îrân menşe'li Aşûre arasında herhangi bir alâka yoktur. Bir kere Şiîlerce her yıl pişirilip tekrâr be tekrâr ibâdet kastıyla ortaya konan Aşûre günü şer'an merdûttur. Velev uygulama doğru olsa bile, ikiyüzlü davranış bunu yine ma'lül kılar. Şöyle ki:

الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِينًا
“Bugün size dininizi ikmâl ettim, üzerinize ni'metimi tamamladım ve sizin için dîn olarak İslâm'ı beğendim” meâlindeki Mâide Sûresi'nin 3. âyet-i kerîmesi ile âhkâm-ı dîniye tamamlanmıştır. Bundan böyle ona ne herhangi bir hüküm eklenebilir ve ne de ondan herhangi bir hüküm çıkarılabilir. Buna göre Hz. Hüseyin'in (ra) şehâdeti bir ibâdet şeklinde kutlanamaz.

Ölüm şekli nasıl olursa olsun, bir kimsenin vefat yıldönümünde anılması diye bir şey İslâmda yoktur. Hele hele saç baş yolarak, kendisini yaralayarak intikam duygusunu canlandırmak, hiç, ama hiç câiz değildir. Eğer olsa, Fahr-i Kâinât Efendimizi vefât yıldönümlerinde ibâdet kastıyla anardık. Kişileri vefât yıldönümlerinde anmak bir Yehûdî ve Hıristiyan âdetidir. İsterseniz çok tirajlı bir gazetenin îlânlarına şöyle bir göz atın bu gerçeği göreceksiniz. Burada Üstâd Bedîüzzamân'ı vefat yıldönümlerinde anan çokbilmiş Nurcuların da kulaklarını çınlatıp, onlara neye ve kimlere hizmet ettiklerini hatırlatmak isterim. Dînin tamamlanmasından asırlar sonra îcâd edilen ve "doğum" anlamına gelen Mevlid'i de bir ibâdet gibi ölüler için okumak, dinlemek ve bundan rant elde etmek İslâmiyete sokulan bir başka bid'a-i kabîhadır....

Velev diyelim ki, kişileri vefat yıldönümlerinde anmak doğrudur. Peki, târihin tek mazlûm şehîdi Hz. Hüseyin midir ki, onu her 10 Muharrem'de anıyoruz da; onun gibi şehîd olan kardeşi Hz. Hasan ve babaları Hz. Ali'yi (ra) es geçiyoruz?

Uyanın ey Müslümanlar, samîmî Şiîler ve Alevîler uyanın! Bu kadar aldatıldığınız yeter! Bırakın şu hâinleri tek başına da fitne balonları sönüp gitsin! İslâm güneşi bütün haşmetiyle doğsun!

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER