© Malatya Time

Suat GÜLŞEN / Hayfene Kuralım mı? (Çocukluk Anılarınızı Tekrar Yaşamak İster Misiniz? )

Suat GÜLŞEN yazdı.

 Malatya çocuk oyunları

İlkbaharda Tecde rengârenk çiçeklerle, yem yeşil ağaçlarla yeşil bir cennete dönerdi. Resimde de görüldüğü gibi en yükseği iki katlı olan kerpiç evler, ağaçların arasında görülmez olur, ancak caminin minaresi yeşilliğin ortasında boy gösterirdi. Bu mevsim Tecdeli çocukların tam hayfene kurma zamanıydı. Mahallenin 3-5 çocuğu bir araya geldi mi  “ Var mısınız hayfene kurmaya” denir, herkes bu teklife balıklama dalardı. 
Biraz uzunca bir sopa ile oyuna başlanırdı. Sopanın ucuna yazma bağlanır, bir gelin gibi süslenirdi. Gelin tamamlanınca mahallenin bir ucundan yürüyüşe geçilirdi. Kapı kapı dolaşılırdı. Sesi duyan çocuk gelir, alaya katılırdı. Hep bir ağızdan şenlik başlardı:

“ Pöt pöt pötürcek
   Pötürceğe ne gerek?
   İki kaşık yağ gerek…

Deyip, her evden bir şey istenirdi. Çocukların gönlünü kıran olmazdı. Yerine göre kiminden yağ, kiminden kavurma, kiminden bulgur istenirdi.
“Anan gurban, benim yağım kalmadı. Kavurma vereyim.”
“Bulgurumuz az kalmış. Daha değirmene kalkmadık. On tane yumurtaya ne dersiniz?”
“Bizden iki tas bulgur”
“Benden beş tandır ekmeği, afiyet olsun.”
“Bizden de bir küçük sitil yoğurt. Başka istekleriniz var mı?.. Haydi çocuklar neşeniz bol olsun."
Evlerden toplanan azıklar kovalarla pişirme alanına taşınırdı. Alan daha önceden seçilirdi. Koyu gölgeli, suyu bol, çimenlik bir yer. Ekseriya evlerden biraz uzakta bir bahçe yeğlenirdi. Evi yakın olanlar tava tencere, bazıları tabak kaşık getirirdi. Bazıları da domatesle soğanla oyuna katılırdı. Çember büyüdükçe büyürdü. Mahallenin tüm çocukları oraya toplanırdı. 
Karıncalar gibi işe koşulurlardı. Ocak kurulur, odun toplanır, tencereler tavalar ateşin üstüne konurdu. Diğer yandan kızlar salata hazırlardı.
Mis gibi bulgur pilavının kokusu etrafı sarmaya başladı mı herkes yer sofrasının başına toplanır, tencerenin ocaktan inmesini sabırsızlıkla beklerdi. Kız-erkek, on iki on üç çocuk tencereye kaşık sallamaya başlardı. Herkes yetişebilsin diye her şey güzelce ayarlanır, tepeleme bulgur pilavı, tabak tabak salatalar, haşlanmış yumurtalar, tas tas ayranlar, çeşit çeşit meyveler… Güle eğlene, neşeyle yenirdi.
Hemen hemen her gün evlerde aynı bulgur pilavı pişerdi ama bunun tadına doyum olmazdı. Çorbada herkesin tuzu olduğu için mi, ortaklaşa pişirip, ortaklaşa yendiği için mi bilinmez bu oyun çocukların çok hoşuna giderdi. 
Hayfene kurmayla karınlar doyunca, kimi kap kacağı yıkar, kimi çöpleri toplar, ateşler söndürülür, oyun için hazırlıklar başlardı. Kocaman bir ağacın dalına ip bağlanarak salıncak yapılır, Sülü-Değnek hazırlanırdı. Kızlar salıncağı ve ip atlamayı yeğlerken, oğlanlar sülü-değnek oynamak için eşleşirdi. Eşleşmede sayıca bir taraf eksik kalırsa bir kişi iki kişi yerine oynar. Bu oyuncuya da “eşi karnında” denirdi.

 Oyuna başlamak için iki taşla kale yapılan yerden yedi adım uzağa bir başlama çizgisi çizilir ve iki ekibin birer oyuncusu kaleye geçerek bu çizgiye sülüyü atar. Kim sülüyü çizgiye daha yakın düşmüşse o ekip oyuna başlar.  Oyuncu elindeki değnekle, çukurun üzerine yerleştirdiği sülüyü karşı taraf oyuncularına doğru  vurarak hızla atar ve değneği yere bırakır. Eğer karşı taraf oyuncuları atılan sülüyü  havada yakalarsa hem sayı kazanırlar hem de sülüyü kaptıran takımın oyuncusu oyundan çıkmış olur. 

Eğer sülüyü yakalayamadıysa, sülüyü düştüğü yerden alarak tekrar yerdeki değneğe doğru atar. Değneği vurabilirlerse karşı takımının oyuncusu yine oyundan çıkar. Ekipteki tüm oyuncular yanana kadar oyun devam eder, sonra yer değişirler. Bu oyunda değişik vuruş yöntemleri vardır.
Sırasıyla; düz vuruş, bacak arası vuruş, yan vuruş, kaba kulak vuruşu (Değneği tutan kolun altından diğer kol geçirilip kulak tutularak yapılan vuruştur.)

...

YAZININ DEVAMI BURADA

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER