DİKKAT! Derneklere, vakıflara ve cemaatlere "kurban" düşmez


Kurban ve etlik aynı şey değildir!.. (2)
Allah nasip ederse, yarın Kurban Bayramı’na ulaşacağız. Her bayram öncesi bilen-bilmeyen herkes kendince bazı bilgiler paylaşıyor. “Kendince” kelimesini özellikle kullandığımı belirtmek isterim. “İbadetin kendince”si olmaz. İbadetin “Kitaba ve hadise uyanı” “Kıyas ve İcma çerçevesinde bulunanı” olur. Eğer “kitap, sünnet, icma ve kıyas çerçevesi”nde değilse, olsa olsa buna “İbadetin tiyatrosu” denilir.
Kurban Bayramımızın en önemli ibadeti, eti yenilebilen bir hayvanı “Hakk’a kurban” etmektir. Günümüzde, bu ibadetle ilgili bazı hi’le ve hud’alar piyasada geziyor. Müslümanların “Kurban ibadeti”ni doğru yapması ve sevabından mahrum olmaması için, kitabi davranmak gerekir. Hazırladığımız bu yazı dizisinde “Selef-i Salihin”in kurban ibadetiyle ilgili inancını ve uygulamalarını bulacaksınız.
MURAT ÇETİN
Kurban kesmek bir ibadettir. Her ibadette olduğu gibi bu ibadetin de belli şartları vardır. Kurban ibadetiyle ilgili olarak kitap, sünnet, icma ve kıyas çerçevesinde bazı hususlarda dikkatli olmak gerekir.
Kurban ibadetiyle ilgili son zamanlarda yanlış bir uygulamayı görüyoruz. Kurbanlık alınıyor, kesiliyor, tartılıyor ve etin ağırlığı üzerinden bir fiyat belirleniyor. Böyle bir satış usulü esas itibarıyla şeriata aykırıdır. Çünkü dört mezhebin istisnasız bütün fıkıh kitablarında, Bey’ yani satış bölümüde, İslam ulemasının tamamı ittifakla; ezcümle İbn-i Abidin, Mülteka, El-Mecmu ve El-Mevsuat’ul Fıkhiyye kitablarında beyan edilmiştirki islam hukukuna göre satılanmallar dört çeşittir: Keylî, veznî, ziraî ve adedî. Yani bazı mallar uzunlukla, bazıları ağırlıkla, bazıları hacimle, bazıları da adetle, yani tane hesabıyla satılır. Yine bütün fıkıh kitapları demişlerdir ki koyun, keçi, sığır ve deve gibi hayvanlar adetle satılan mallar sınıfındandır. Çünkü bu hayvanlar birbirlerinin misli olmadığından her bir adedine ayrı bir fiyat tespiti lazımdır. Etler veznî yani ağırlıkla satılan mallardır. Ama canlı hayvanlar adedî maldır. Yalnız burada şu var ki; hayvanın adedine fiyat tespit ederken elbette onun büyüklüğüne, kilosuna, hacmine, rengine, boyunun uzunluğuna veyahut başka herhangi bir kritere bakılabilir. Fakat neticede hayvanın tamamı üzerinden adet olarak bir fiyat biçilir. Mesela bir hayvana müşteri olan birisi onun kilosunu tartabilir veyahut boyunu ölçebilir veya hacmini hesaplayabilir. Bu kriterlerle o hayvanın tahminen ne kadar eti olabileceğini, hangi fiyata değer olduğunu hesaplayabilir. Fakat nihayetinde satış akdi yapılırken hayvanın tamamına adedî olarak bir fiyat belirleyip o surette akid yapılması lazım gelir.
HAYVANIN TAMAMI KURBAN EDİLİR
Diyelim ki bu anlattığımız şekilde hayvanın tamamı üzerine akit yapılmadı da sadece ondan çıkacak et üzerine satış akdi yapılacak olsa; bu surette o kurban olmaz. Çünkü o hayvanın tamamı kurbandır. Yalnızca eti değil. Hayvanın dışkısına, tüyüne kadar her şeyi kurbandır. Hayvanın sadece eti üzerinden akid yapan kimse ancak kendine bir et satın almış olur. Yani tespit edilen fiyat ve satış akdi hayvanın tamamı üzerinden olmalıdır. Ondan çıkacak et miktarını mülahaza ederek bir fiyat tespit edilebilir. Fakat bu fiyat hayvanın tamamının fiyatı olmalı ve akid de tamamı üzerine bir akid olmalıdır.
MALİKİ OLMADIĞIN HAYVANI, KURBAN EDEMEZSİN
Bu satışlar içinde en kötüsü; herhangi bir satış akdi yapmadan hayvanı kesip, ondan çıkan et miktarına göre fiyat belirlemektir. Böyle satışlar yapıldığını da işitiyor ve görüyoruz.Böyle bir satış birkaç cihetten mahzurludur.
Birincisi; Kurban kesecek kimse, evvela hayvana malik olmalıdır.Malik olmadığı bir hayvanı kurban edemez.Alış-veriş akdi tamamlanmadan da o hayvana malik olunamaz.Çünkü bütün fıkıh kitapları,ezcümle İbn-i Abidin, Mülteka, El-Mecmu ve El-Mevsuat’ul Fıkhiyye kitapları beyan etmiştir ki satış akdinden sonra mülkiyet takarrur eder. Yani akdin mevzuu olan malın mülkiyeti, akitle birlikte satıcıdan müşteriye intikal eder ve semen denilen ücret de satıcının mülkiyetine girer. Eğer ücret vadeli ise müşterinin zimmetine borç olarak takarrur eder. İşte evvelde akid yapılmadan hayvan kesilirse, kişi maliki olmadığı bir hayvanı kesmiş olur ki bu durumda kurban olmaz.
İkincisi; eğer evvelde bir akid yapılmış fakat fiyat belli edilmemiş, hayvan kesildikten sonra fiyat belli ediliyor denilse; bu da mahzurludur. Çünkü bu durumda fiyat belli edilmeyen bir akid olduğundan yukarıda söylediğimiz fıkıh kitaplarının beyanına göre fasid bir satış olur. Fasit satışlar ise bazı fakihlere göre esastan batıl ve akid geçersizdir. Buna göre birinci mahzur aynen burada da geçerli olur. Ama diğer bazılarına göre ise fasid satış batıl değildir. Fesad cihetinin sonradan izale edilmesiyle -ki meselemizde fiyatın tayin ve tespit edilmesidir- tashih ve ıslah edilebilir. Bu durumda akid tashih edilmiş olsa bile her halukarda günah ve usulsüz bir satış muamelesidir. Çünkü islamın emri olan fiyatın akid sırasında tespitine riayet edilmemiştir. Yani bu durumda yamalıklı bir fetva ile mülkiyetin takarrur ettiği faraza söylense bile, günah olan böyle gayr-ı meşru bir usulsüzlüğü ibadetin içine sokmak elbette bir müslümana yakışacak bir şey değildir.
Üçüncü mahzur: Eğer burada sonradan tespit edilen fiyat yalnızca et üzerine tespit edilirse; yukarıda anlattığımız gibi hayvanın tamamı alınmadığından dolayı kurban sahih olmaz.
KURBAN ÇEŞİTLERİ VE KURBANDAN İSTİFADE ŞEKİLLERİ
Vacip olan kurbanlar, ya adaktır, ya kefarettir yani ceza kurbanlarıdır (Hac ve umredeki ceza kurbanları gibi) ya da Kurban Bayramı’nda kesilen kurbanlardır. Ebu Hanife’den başka, Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre ve sair üç mezhebe göre kurban bayramında kesilen kurban sünnet dahi olsa şu hükümde bir ihtilaf yoktur ki, bu hayvanlar, Allah için ibadet niyetiyle kesildiğinden dolayı, bunları insan istediği gibi kullanamaz. Ancak İslam'ın hükümlerine göre kullanabilir.
Kurban Bayramı'nda kesilen kurban haricindeki vacip kurbanlarda hayvanın etinden, derisinden, sütünden kısaca hiçbir şeyinden o kişi istifade edemez. Bunu tamamen kendi mülkiyetinden çıkarması ve menfaatini kendinden kesmesi lazımdır.
Bunun için, kendisi onlardan yiyemediği ve sütlerinden içemediği gibi annesi, babası, dedesi ve ninesi gibi yukarı doğru usulüne; hem oğlu, kızı, torunları gibi aşağı doğru füruuna ve eşi gibi nafakasıyla mükellef olduğu kimselere veremez. Çünkü bunlara verildiği takdirde o kurbanın menfaati yine kendisine dönmüş olur. Ama bu saydığımız kimseler haricindekilerine, eğer fakirlerse verebilir. Burada fakir olan akrabalarını tercih etmek daha efdaldir.Fakat fakir olmaları şarttır. Fakir olmayana verilmez. Ama yukarıda saydığımız usul ve füru ve eşler ise fakir olsalar bile verilmez.
BAYRAMDA KESİLEN KURBANLIKTAN NASIL İSTİFADE EDİLEBİLİR?
Amma Kurban Bayramı’nda kesilen kurban ise onun sair nezir ve keffaret kurbanlarından tek bir farkı vardır. O da Allah-u Teala kurban bayramında kesilen kurbanı, o kişinin yemesine ve başkasına yedirmesine izin veriyor. Hac Suresinin 28. ve 36. Ayetlerinde bu kurbanlar için “onlardan yeyin ve fakir ve miskine yedirin” diyor. Fakat dikkat edin! Sadece yemeye ve yedirmeye izin veriyor. Yoksa “alın, satın, istediğinizi yapın” demiyor.
İşte burası çok kimsenin yanılgıya düştüğü bir noktadır. Allah’ın onun yenmesine ve yedirilmesine izin vermesinden, bazı insanlar bu kurbanlarda her şekilde tasarruf edilebileceğini düşünüyorlar. Halbuki istisnasız bütün fıkıh kitapları, hatta en basit ilmihal kitaplarında dahi mevcuddur ki kurban eti yenilebilir ve yedirilebilir. Kurbanın derisi de aynî olarak kullanılabilir veyahut tasadduk edilir. Yani kurbanda iki şey yapılabilir. Eğer et gibi yenilecek bir şeyse yenilir ve yedirilir, deri gibi aynî bir şeyse aynî olarak istifade edilir. Mesela seccade veya sofra olarak kullanılabilir.Veyahut ikinci durum olarak fakire tasadduk edilir. Yani o eti ve deriyi satamazsın.Veya kasaba kesim ücreti olarak veremezsin.Çünkü bu da bir nevi satmaktır.
Etini yiyebilirsin, yemeleri için başkalarına da verebilirsin. Derisini alıp seccade veya sofra bezi yapabilirsin veya bir camiye seccade olarak kullanılması için verebilirsin veya bir başka şahsa aynî olarak kullanması için hediye edebilirsin. Ama ne sen ne de verdiğin kimseler, camiler, dernekler, vakıflar o eti ve deriyi satamazlar. Ancak bir fakire tasadduk edersen o fakir o eti de, deriyi de satabilir. Çünkü fakire yapılan tasadduk temliktir. Yani mal onun mülkiyetine geçer. O da istediği gibi onda tasarruf edebilir. Ama o kurban senin için ve sair fakir olmayan kimseler için hakiki bir mülk değildir. Ancak Allahu Teala tarafından yemeniz ve istifadeniz için ibaha ve izin verilmiştir. Bu konunun iyice anlaşılması için temlik ve ibaha arasındaki farkı anlatmak lazımdır.
TEMLİK İLE İBAHA ARASINDAKİ FARK
Temlik bir şeyi kendi mülkünden çıkarıp başkasının mülküne geçirmektir. Temlik edilen şahıs artık o mala malik olduğundan istediği gibi tasarruf edebilir. Çünkü mülk sahibi mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Yiyebilir, hediye edebilir veya satabilir.
İbaha ise bir kimsenin mülkünden istifade etmeye izin vermesidir. Yani malın mülkiyetini vermiyor sadece menfaatini veriyor. İbaha mübah kılmak, izin vermek demektir. Mesela birinin evine gittin orada sana yemek ikram ediliyor. Bu bir ibahadır. Temlik değil. Onun için sen o yemeği yiyebilirsin, ama alıp evine götüremezsin.Ya da o yemeği yoldan geçen bir adama veremezsin. Bu caiz değildir. Mesela ev sahibinin sofrasında üç kişisiniz. Yani ev sahibi üçünüze de ibaha etmiş. Sen senin önündeki bir lokmayı yanındakine ikram edebilirsin. Çünkü ev sahibi ona da ibaha etmiştir. Ama dışarıdan birisine bunu ikram edemezsin.
Kurban Bayramı'ndaki kurbana dönecek olursak, İslam diyor ki “Sen bunu yiyebilirsin ve yedirebilirsin.” O halde ibaha suretiyle bunlardan istifa edilebilirler. Ama satılamaz.
Fakat fakire tasadduk temliktir ibaha değil. O istediği gibi tasarruf edebilir. İster yer, ister satar.
Kurban Bayramı kurbanı haricindeki diğer nezir ve keffaret kurbanları ise sadece fakire tasadduk edilebilir. Onlarda ibaha yoktur.
Temlikle ibaha arasındaki önemli farklarından biri de şudur: Temlik madem mülkiyetine vermektir. O halde verilen kişi temelluk edebilir olmalı ve de verilen şey de temelluk edilebilir bir surette olmalıdır. Buna göre bir ölüye temlik edilemediği gibi cami, dernek, vakıf gibi tüzel kişiliklere ve kurumlara da temlik yapılamaz. Çünkü bunlar tüzel ve sanal olduklarından, hakiki şahsiyetler olmadığından onlara temlik edilmesi mümkün değildir.Bundan dolayı zekat, fitre, kurban derisi gibi ancak fakirlere temlik edilmesi gereken şeyler, vakıflara, derneklere, medreselere, camilere, kurum ve kuruluşlara verilemez.Bu husus ehl-i sünnetin bütün mezheblerinde icma ve ittifakla beyan edildiği gibi, hatta sair batıl 72 mezheb içinde dahi onlardan birisi hariç hepsi aynı şeyi söylemektedirler. Bu husus bütün fıkıh kitaplarında istisnasız söylendiği için herhangi birinin adını vermek dahi abes olur. Hangi kitabı açsanız, zekat, fitre ve sadakaların masrifi bölümüne veya kurban meselesine baksanız görürsünüz. Ancak meselenin esasını anlamak için sadakaların masrifini, yani nereye sarf edileceğini tayin ve beyan eden Tevbe Suresinin 60. Ayetinin tefsirine bakmanız yeterlidir. Bütün tefsirler icma ve ittifakla, bütün sadakaların sadece ayette sayılan sekiz sınıf fakire temlik suretiyle verilmesi gerektiğini ve onlardan başkasına verilemeyeceğini sarahatle ifade etmişlerdir. Hususan Fahreddin-i Razi ve Kurtubî bu konuyu çok güzel izah etmiştir. Evet, bütün müfessirler ayette geçen “İNNEMA” kelimesinin inhisar manasında olduğunu ve bu sekiz sınıf fakirden başkasına verilemeceğini ve ayetteki LAM harfinin de temlik lamı olduğunu, bundan dolayı temlik suretinde verilmesi gerektiğini ifade ediyorlar. Hem ayette geçen sekiz sınıftan FİSEBİLİLLAH kısmının Allah yolunda savaşan mücahid veya islamî ilim talebesinin şahıslarına verilmesi gerektiği, cami, medrese, yol, su ve köprü gibi şeylere sarf edilemeyeceğini ifade etmişlerdir. Çünkü burada temlik şarttır. Bu gibi şeylerde ise temlik olmadığını beyan etmişlerdir.
İşte zekatta temlik şart olduğundan mesela bir fakire yedirdiğin yemeği zekat olarak sayamazsın. Veyahut ona yemeği pişirip versen zekat sayamazsın. Ama yemek malzelemelerini versen zekat olarak sayabilirsin. Kiracın olan bir fakirden kirayı bağışlayarak veya sana borçlu olan fakirin borcunu bağışlayarak zekata sayamazsın. Çünkü bunların hiçbirinde temlik yoktur.Ancak ona zekatı verip sonra borcunu ondan alabilirsin.
Aynen bunun gibi kurban etini pişirip fakire verdiğinde bu tasadduk olmaz. Ancak ibaha olur. Çünkü temlikte mülk sahibi istediği gibi mülkünde tasarruf edebilmelidir. Eti pişirdiğinde bu mümkün olmadığından, bu et kurbanın tasadduk edilen kısmından değil ibaha edilen kısımdan sayılır. Adaklarda ise ibaha zaten olmadığı için doğrudan pişirilmeden, derisi de olduğu gibi fakire tasadduk edilmelidir.
Kurban bayramı kurbanının da derisi aynî olarak kullanılabilir. Ama satılamaz. Cami, medrese, dernek ve kurumlara satılması için verilemez. Fakire tasadduk edilmelidir. Fakirden başka kimsenin bunları satmaya hakları yoktur.
Sadakaların masrifi, yani nereye verileceği en önemli konudur. Allah-u Teala sadakayı emretti. Ancak hangi maldan ne kadar verileceğini, Peygamber efendimizin talimine havale etti. Ama bu sadakaların kimlere verileceği konusunu -ki kurban ve adakların da tasadduku aynı yerlere yapılır- onu Allah bizzat kendisi Tevbe suresinin 60. Ayetinde beyan etti.Peygamberine havale etmedi.
Zekatın en önemli konusu nereye verildiğidir.Bazı insanlar “Zekat benden çıksın da ne olursa olsun. Ben üstüme düşeni yaptım” diyor. Halbuki Kur’an’daki “zekatı vermek” tabirinden murad onu ehline ulaştırmak demektir. Yoksa elinden çıkması demek değil. Ehline ulaşmayan zekat hiç verilmemiş demektir. Tirmizî’nin rivayet ettiği bir hadiste Resul-i Ekrem (asm) “sadakada şer’î hududdan aşan kimse onu vermeyen kimse gibidir” demiştir.
ÖĞRENMEMEK SUÇTUR!..
“Bugüne kadar kurbanın, zekat ve fitrelerin tüzel kişiliklere, camilere, vakıflara verilmeyeceğini bilmiyorduk.Bundan önceki verdiklerimize için ne yapmamız gerekiyor?” denilirse:
Evvela tevbe ve istiğfar edip sonra bunların hesaplanarak yeniden verilmesi gerekiyor. Çünkü burada bilmemek ve cehalet özür değil kabahat sayılır. Evet, bu insanlar bunu Allah’a isyan niyetiyle yapmadılar ve hüsn-ü niyet sahibiydiler.Fakat öğrenmeleri gereken şeyi öğrenmediklerinden dolayı mükellefiyetten kurtaracak bir özür değildir.Çünkü Allah-u Teala insanı bir şeyi yapmakla mükellef kıldığında, bunun nasıl yapılacağını öğrenmekle de mükellef kılar.
Mesela namaz bir kişiye farz olduğunda o namazın nasıl kılınacağını öğrenmek de farzdır. Bunları bilmek o insanın mükellefiyetindedir.Onun için bilmemek özür değildir. Ancak İslam topraklarında olmayan bir insanın yani ecnebi diyarındaki insanlar için bu durum özür olabilir ama İslam topraklarında yaşayan için özür değildir. Fakat kişi kusurunu bilip istiğfar ve tevbe ettiğinde ve bedelini ödeyerek telafi ettiğinde rahmet-i ilahiyenin afvedeceği kuvvetle me’muldür.
Yazının 1. bölümünü okumak için lütfen buraya >tıklayınız.

Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!
BUNLARA DA BAKABİLİRSİNİZ
- Malatya’da Feci Kaza Kamerada: Motosiklet Sürücüsü Yol Savruldu
- Rektör Nusret Akpolat Duyurdu: Ödül İnönü Üniversitesi’nin Oldu!
- Sokaktaki Canlar İçin Vali Yavuz’tan Acil Hat Uyarısı
- Bir Okuldan Fazlası: Şehit Kemal Özalper Lisesi Kültür Merkezi Oluyor
- Battalgazi Yüzme Kulübü 400 Öğrenciyle Yeni Sezona Hazır
- 0SEVDİM
- 0ALKIŞ
- 0KOMİK
- 0İNANILMAZ
- 0ÜZGÜN
- 0KIZGIN
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.