Malatya
31 Temmuz, 2025, Perşembe
  • DOLAR
    40.59
  • EURO
    46.56
  • ALTIN
    4307.1
  • BIST
    10.619
  • BTC
    118345.42$

Necati GÜNGÖR / Otomobil uçar gider…

Necati GÜNGÖR / Otomobil uçar gider…
Necati GÜNGÖR yazdı.

Çok eski değil, daha yetmişli, hatta seksenli yılların ilk yarısında, Türkiye’de otomobil sahibi insan sayısı, her mahallede, bir elin parmaklarını geçmezdi. Otomobili olmayan çoğunluk, otomobil sahiplerine biraz gıptayla, biraz da kıskançlıkla bakarak, bu konuda bütün umudunu cüzdanındaki piyango biletine bağlardı! Şöyle ailece bir otomobile kurulup hafta sonlarında kır gezmelerine gitmek, hani neredeyse, insanlarımızın yaşamsal amaçları arasındaydı. Dahası var: Hemen hiç kimsenin hayali, yerli otomobillerin ötesine geçmezdi.
Bugün büyüklü küçüklü taşra kentlerinde olsun, İstanbul gibi bir metropolde olsun, sokaklarda araç park edebilmek için sürücüler neredeyse ter döküyor, stres yaşıyor, birbirleriyle tartışmalara giriyor... Avrupa ve Amerikan arabalarının hemen her markası, son model örnekleriyle caddeleri dolduruyor. Günün her saatinde caddeler, sokaklar, köprüler, otoyollar hınca hınç dolu! Araçlar, birbirlerini, tampon tampona izliyor kentin ana arterlerinde. Her gün yüzlerce yeni otomobil giriyor trafiğe. Her sürücü, trafikteki yoğunluktan, kuralların göz ardı edilmesinden, beş dakikalık yarım saatte ulaşmaktan yakınıyor… Üstelik, bu olumsuz tablodan, toplu taşıma araçlarını kullanmak durumunda olan insanımız da payına düşeni sineye çekiyor. 
İstanbul gibi tarihi bir kenttin dar yollarında sıkışan, kilitlenen trafiğe bakınca, gelecekte bu karmaşanın daha da artacağını düşünmek bile insanı ürpertmeye yetiyor!

İstanbul’un gelecekteki halini düşünmeyi bir yana bırakıp, biraz geçmiş yıllarına uzanmaya ne dersiniz? İstanbul’da hiçbir trafik düzenlemesinin bulunmadığı, otomobilin şeytan icadı diye bilindiği, at arabası sürmekten başka sürücünün olmadığı dönemde, İstanbul’a ilk otomobili kimler getirmiş, kimler kullanmıştı? 
Osmanlının başkentinde henüz otomobilin adının bilinmediği yıllarda, konaklarda yaşayan varlıklı ailelerin özel faytonları vardı. Faytonlar, yine ailenin durumuna göre tek atlı ya çift atılıydı. Yazın körüklü tavanları açılır, kışın da kapatılırdı. Landon türündeki faytonların pencereleri de vardı.
Padişahların bindiği faytona saltanat arabası denirdi. Bunları dört at çekerdi. On sekizinci yüzyılda vezirler, sadrazamlar, saltanat arabalarının yanı sıra giderlerdi. İşin doğrusu, bu faytonların kökeni de yerli değildi, İstanbul’a batı ülkelerinden gelmişti. İlk getirilen faytonlara da devlet ileri gelenleri binmiştir. Tabii en başta da padişahlar…
Derler ki, faytonlar, zamanla İstanbullu hanımların da sefa aracı oldu. Göksu, Küçüksu, Fenerbahçe semtlerinde hanımlar aralarıyla tenezzühe çıkar, hem kendilerini gösterir, hem de başkalarını görürlerdi. Yalnızca alafranga aileler değil, muhafazakâr aileler de araba sefası yaşamaktan kendilerini alamazlardı. Dönemin ünlü yazarı Recaizade Mahmut Ekrem, “Araba Sevdası” adlı eserinde, İstanbulluların araba tutkusunu inceden inceye anlatır…
İstanbullular ilk otomobili gördüklerindeyse, takvimler 1895 yılını gösteriyordu. 
Kimileri, hiçbir at çekmeden, kendi kendine yürüyen bu araca, şaşkınlıktan ağızları bir karış açık bakarken; kimileri “şeytan işi” ya da “gâvur icadı” dedikleri şeye kızgınlıkla bakıyordu.
“Otomobil” de zaten kimse otomobil demiyor, “zatülhareke” deniyordu. Yani kendi kendine hareket eden…
O ilk otomobilin sahibi de Iraklı bir hurma kralıydı: Züheyirzade.
 

...

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN LÜTFEN BURAYA > TIKLAYINIZ. 

 

Videolar için YouTube kanalımıza abone olmayı unutmayın!


  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Başka haber bulunmuyor!