dore okulları
Malatya
24 Nisan, 2024, Çarşamba
  • DOLAR
    32.57
  • EURO
    34.86
  • ALTIN
    2433.2
  • BIST
    9726.99
  • BTC
    66852.27$

27 Mayıs 1960

22 Temmuz 2014, Salı 08:26

Türk Demokrasinde 27 Mayıs 1960 önemli bir tarihtir. Bu tarihte Ordu, ülke yönetime el koyarak TBMM'ini kapattı ve 20 Nisan 1924 Anayasasını da yürürlükten kaldırdı.

 

Millet olarak 27 Mayıs 1960 öncesini ve sonrasını; üzerinden 54 yıl geçmesine rağmen hala sağlıklı ve ön yargısız değerlendiremedik. Bu tarihi durumu doğru değerlendiremediğimiz için de 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi, 28 Şubat 1997 balans ayarı / post modern müdahale, 27 Nisan 2007 e-muhtıra/bildirisi, 17 Aralık 2013 paralel yapı yargı darbesi gibi benzer sorunları da hala yaşamaktayız.

 

Yaşadığımız bunca sıkıntılara sebep; siyasi uzlaşı kültürümüzün olmamasıdır. Seçim sonucu meclis çoğunluğunu ile iktidara gelenler; toplumun genelinin taleplerini göz önüne almadan kendi güçlerini pekiştirmek için düzen kurmaya çalışanlar, ülke barışının önündeki en büyük engeli meydana getirmişlerdir. İktidar gücünün bu şekilde kullanılması sonucunda da adına ihtilal, darbe, muhtıra, balans ayarı, post modern darbe, e-muhtıra/bildiri, balyoz, ergenekon, paralel yapı ne derseniz deyin siyaseten çözümsüzlük bizleri bu kısır döngünün içine sokmaktadır.

 

27 Mayıs 1960'a nasıl gelindiğine bakıldığında; Cumhuriyet'in ilanından sonra 20 Nisan 1924'te Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adını taşıyan anayasa ile yasama ve yürütme yetkileri Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bırakıldı. Meclis yasama yetkisini kendisi, yürütme yetkisini de cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu eliyle kullanıyordu. Cumhurbaşkanının onayı ile göreve başlayan bakanlar kurulu meclise karşı sorumlu sayılmıştı.

 

7 Ocak 1946 tarihinde; Halk Partiden ayrılan Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Tevfik Koraltan birleşerek Demokrat Partiyi (DP) kurana kadar Meclis, sadece Halk Partisi Milletvekillerinden oluşmaktaydı.

 

Ülkemizde 21 Temmuz 1946 da yapılan seçimler sonucunda CHP iktidar partisi, DP ise ana muhalef partisi olarak çok partili meclisimiz oluşmuş oldu. 1950 tarihinde yapılan seçimlerde Demokrat Parti önemli bir başarı göstererek büyük bir çoğunlukla meclis'e girerek iktidar partisi oldu ve aynı başarısını 1954 ve 1957 seçimlerinde göstererek iktidarını 27 Mayıs 1960 tarihine kadar sürdürdü.

 

1924 Anayasası sisteminde insan hak ve özgürlüklerine yer verilmekle birlikte, sosyal haklara yer verilmemiş. Ayrıca Meclisten çıkan yasaların anayasa uygunluğunu değerlendirme yetkisi sadece meclise ait, başkaca itiraz edilecek mercii (O zaman Anayasa Mahkemesi görevini yapan kurum da yoktu) ve ayrıca Cumhurbaşkanı'nın da yasayı veto etme veya meclise tekrar gönderme yetkisi de yok. Bu durum ciddi sorunlar meydana getirmiş. Muhalefet Meclisten çıkan yasaların anayasaya aykırı olduğunu ileri sürüp itiraz etse de, bu itirazlar meclis çoğunluğunu elinde bulunduran iktidar partisi tarafından dikkate alınmamış.

 

1960 ihtilalini yapanlar, DP'nin iktidar olduğu süreçte; muhalefete tahammülü olmadığını, muhalefeti ve onun yakınındaki kesimleri susturmak ve baskı altına almak için, Vatan Cephesini kurarak halkı bizden olan - olmayan biçiminde gruplandırdığını ve Anayasadaki hükümleri uygulamayarak iktidarın kendi hukuk sistemini oluşturduğunu gerekçe göstermişler.

 

Bu süreçte mecliste iktidar çoğunluğunu tarafından çıkarılan tüm yasalar; Anayasanın üstünde olduğu gibi bir sonuç ortaya çıkarmış ve TBMM tarafından da çıkarılan yasaların Anayasaya uygun olma koşulu yerine getirilmemiş. 

 

Üstüne Yargıtay ve Danıştay Kurumlar da; kararlarını Anayasadaki maddeleri dikkate almadan Yasama Meclisi tarafından çıkarılan kanunlara göre kararlar vermesi, sıkıntıların daha da artmasına sebep olmuş. 

 

İhtilal'e (Darbeye) maruz kalanlar da 27 Mayıs 1960 sonrası ihtilalciler tarafından oluşturulan Milli Birlik Grubunun gölgesinde kurulan Yassıada Mahkemelerindeki yargılamalarla yaşadıkları haksızlıkları ve bu darbenin millete karşı yapılmış bir darbe olarak ele almışlardır.

 

Millet olarak bu tartışmaları geçtiğimiz 54 yıl boyunca hala bitirememiş ve sorunlarımız da her geçen gün daha da artmıştır.

 

2011 seçimleri sonucunda toplumun her kesiminden çağdaş bir Anayasa yapılması talebinin olması, bütün Siyasi Partilerimiz ile birlikte Sivil Toplum Örgütlerinin, Akademisyenlerin ve Meclis Başkanımız samimi yaklaşımlarına karşılık; çözüme odaklı sonuç ortaya çıkarılamamıştır.

 

·   Yasama, Yürütme ve Yargı erkleri bağımsız çalışamamakta,

·   Milletvekili çıkaracakları yasalar üzerinde ve denetlemelerde seçmeninden aldığı güçle “özgür iradesini” kullanamamaktadır. Milletin talepleri yerine, mensubu olduğu parti liderinin kararı doğrultusunda hareket ederek görevlerini sağlıklı yapamamakta,

·   Meclis komisyonlarında hazırlanan kanun taslakları, mecliste verilen önergelerle maksadının dışına çıkmakta ve diğer yasalarla ve/veya mevzuatla çelişmesi gibi durumların ortaya çıkmasına sebep olmakta,

·   Siyasi partiler yasası ve seçim sistemi üzerinde anlaşma sağlanamamakta

·   Bu Ağustos ayında halk tarafından seçilecek Cumhurbaşkanı ile diğer tarafta mevcut Parlamenter sistem içinde (genelde) çoğunluk partisinin lideri Başbakan, her ikisi de halka yapacakları ile ilgili vaatlerle seçim meydanlarından gelmiş/gelecek olmaları; ister istemez her ikisinin de Yürütme üzerinde söz sahibi olma arzularında sınırların yasalarla çizilmemesi,

 

Bu temel sorunlarımız hala devam etmekte ve bu sorunlar 21 inci yüzyıl çağdaş demokrasilerine yakışmamaktadır. Ülke siyasetinde yer alanların çözüm üreterek ülkemizin önündeki tartışmaları bitirmeleri temel görevleri olmalıdır. Anayasa ve yasalar toplumun hak ve özgürlükleri temelinde yapılmalıdır. Geçmişte yaşadıklarımız sorunları (hesaplaşmaları) da ortadan kaldırmalıdır.

 

İllegalite (Yasadışı) ile mücadele etmek devleti yönetenlerin temel görevlerinden biridir. Bu illegal yapılar ile mücadele yasalar çerçevesinde sonuna kadar da yapılmalıdır. Fakat legal (Yasal) örgütlerin yasalardan aldıkları haklı taleplerini ve gösterilerini; sanki illegal yapılaşma imiş gibi göstermek, onları baskı altına almak ve itibarsızlaştırmak da iktidarı elinde bulunduranların ancak aczini gösterir. Bu tür yaklaşımların sağlıklı demokrasilerde yeri yoktur.

 

Seçimde sağlanan başarı ile toplumun diğer kesimlerini kontrol altına almak, onların haklarının önünde engeller oluşturmak, siyaseten ülkemizdeki sorunlarımıza çözüm getirmez. Siyasi gücü elinde bulunduranlar ancak meclisteki partilerle ve toplumla bütünleşerek sorunlarımıza kalıcı çözüm üretebilirler.

 

Çünkü katılımcı demokrasi; uygar toplumların bir yaşam biçimidir. İktidar gücü değildir.

 

Bilgin Akbal

Elektrik Yük.Müh.