dore okulları
Malatya
19 Mart, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.33
  • EURO
    35.18
  • ALTIN
    2241.4
  • BIST
    8718.11
  • BTC
    64784.07$

Türkiye’nin yeni ekonomi modeli ve yapılan tartışmalar

26 Kasım 2021, Cuma 21:35
Türkiye'nin yeni ekonomi modeli ve yapılan tartışmalar
 



Dünyanın her yerinde küresel finansal sistemin aksaklıkları pandemi ile birlikte daha da fazla artmıştır. Özellikle dünyanın fabrikası olarak isimlendirilen Çin kaynaklı üretim ve tedarik zincirlerindeki aksamalar vb diğer nedenlerden dolayı hemen hemen her ülkede yükselen enflasyonla birlikte ekonomik krizler bulunmaktadır. Örneğin ABD’de bile enflasyon otuz yılın zirvesine ulaşmış durumdadır. Ülkemizde hükümetin uyguladığı programdan şunlar anlaşılıyor. Eskiden beri uygulanan yatırım, üretim, büyüme ve istihdama yönelik anlayış, politika ve uygulamalarından vazgeçilmiştir. 2021 yılı son çeyreğinden itibaren Yeni Ekonomik Model; “faiz sebep, enflasyon sonuçtur” görüşü gereği, gidebildiği yere kadar düşük faiz, rekabetçi yüksek kur politikasıdır. Yabancı yatırımcılar, ülkede spekülasyonlar yaparak kurları arttırdığı veya yüksek faiz ile sıcak para kazandıkları ve daha sonradan paralarını alıp gittikleri ve bize bir faydaları olmadığı görülmüştür. Dolayısıyla artık bu yatırımcılara ihtiyacımız yoktur anlayışı hakim olmuştur. Düşük faiz ile kredi maliyetlerini düşürelim ki yatırımlar reel olarak artsın ve uzun vadede enflasyon da düşsün. Pandemi ve krizlerden kaynaklanan reel yatırımların azlığı bu şekilde yükselsin ki hem yurt içi ve hem de yurt dışı mal talepleri ileride rahatlıkla karşılanabilsin. ABD’nin sıkı para politikasına karşılık ülkemiz Merkez Bankası(MB)’nın uyguladığı gevşek para politikası ile ve diğer kabul edilebilir veya edilemez nedenlerden dolayı döviz kurları fazlasıyla yükselmiştir.

Bu aşamada öngörülenler; yüksek kur avantajıyla ihracat ile büyüme yapalım. Kur ileride yerini nasılsa bir şekilde bulur. Yazın turistlerin gelmesiyle de kur daha da düşer. Hayat pahalılığı olsa da, biz nüfusun ağırlıklı bir kısmını oluşturan asgari ücret ile çalışanlarına zamlar yaparız. Orta ve yüksek gelir seviyelerinde olanlar ise kendilerini idare eder. Aslında bu yaklaşım biraz da seçim ekonomisi olup popülist yaklaşımlardır. Hükümetin ağırlıklı oy potansiyeli düşük gelirli insanlar olduğu öngörülmektedir. Bugün yeterli devlet gelirleri olmayınca ve MB’nın kasada fazla rezerv olmayınca kısa vadede maaş zamları, ancak yüksek ihracat gelirleri ile elde edilebilmektedir. Yine bugün ülkenin yıllık 40-50 milyar dolar cari açıkları olmaktadır. Bu da ihracat gelirleri ile kapatılabilmektedir. Cari açık düşerse, ileride dolar kuru ve enflasyon oranı da düşer. Ayrıca MB’nın brüt olan geçici  (Swap işlemleri, bankalardan alınan munzam karşılığı alınan ödünçler ki özellikle dövizler…) rezervleri, net olarak yükseltmek için tek ve hızlı yol yüksek kurdan elde edilen ihracat gelirleridir.

Özetle; hükümet yetkilileri bir süredir, faizleri düşürerek kuru yükseltmeye ve bu yolla ihracatı artırıp ithalatı düşürerek cari açığı kapatmaya dayalı yeni bir ekonomi programını uygulamaya başladıklarını anlatıyorlar. Bu uygulama sonucunda cari açığın düşeceğini, kurun yüksekliğinin bir çeşit ithal ikamesi oluşturarak yerli üretimi zorlayacağını iddia ediyorlar. Bu varsayımlar gerçekleşirse, enflasyon üzerindeki kur baskısı azalacak, sonuçta enflasyon da uzun dönemde tek haneli olarak düşecektir.

İzlenen yeni ekomomi modeline yönelik yapılan eleştirilere bakılırsa; öncelikle faiz ve kur üzerine ekonomi politikası kurulamaz. Ekonomi politikasının amacı, sayılan temel olumsuz nedenleri düzeltmek ve sonuca gitmek olmalıdır. Ayrıca yapılan bazı uygulamaların arkasından sonra, böyle bir ekonomik politika uyguluyoruz söylemleri ortaya atılmıştır. Yani daha öncesinden resmi bir açıklama ve düzenleme yoktur. 
Küresel sistem içerisinde yer alıyorsanız, yani Kuzey Kore gibi kapalı bir ekonomi değilseniz veya dünya çapında her alanda güçlü ve saygın bir yeriniz yoksa, her istediğinizi veya düşündüğünüzü gerçekleştiremezsiniz. Bir ekonomik modelin olması için, veriler, bağımlı ve bağımsız değişkenler, varsayımlar, analiz yöntemleri, çıktılar olması ve hatta daha önceden denenmiş ve doğruluğu ispatlanmış olması gerekiyor. Maalesef bunların hiç biri yoktur. Kore ve Çin daha önce benzer modeli yapmıştı. Yani faiz oranlarını düşürmüştü. Ancak bu ülkelerde, o dönemim şartları farklı olup önemli yapısal reformlar yapılmıştı. Ve başarıya da ulaşılmıştı.

Bugün faizleri İngiltere, Avrupa MB da arttırmadı ve eleştiri aldılar, ancak bunlar bizim sıkletimizde değildir. Sadece Çin MB faiz indirimine gitti. Polonya, Romanya, Macaristan, Brezilya, Ukrayna, Güney Afrika Cumhuriyeti vb hepsi faizleri arttırdılar.

Ayrıca yeni denilen bu model Berat Albayrak döneminde de Yeni Finansal Mimari adıyla uygulandı. Yapay olarak faizler indirildi. Düşük maliyetli krediler dağıtıldı, ancak istenilen şekilde yerini bulmadı. Potansiyel yatırımcıların bir kısmı alınan kredileri reel yatırıma dönüştürmek yerine yükselen döviz kurlarına ve diğer yatırım araçlarına yatırdı. Bu sefer MB kuru baskılamak için dolar rezervlerini piyasaya sürdü, ancak kur arzu edilen düzeyde düşmemekle birlikte rezervler de eridi. Naci Ağbal MB başkanı olarak faizleri uzun vadede düşürme politikası güttü, ancak buna da sabredilemeyerek görevden alındı.

2018 öncesi düşük kur, yüksek faiz uygulanmıştı. Şimdi tersi politika uygulanıyor. Yani durmadan model büyüme kovalaması yapıyoruz. Halbuki rasyonel olan, asıl uzun vadede yapılması gereken, her alanda yapısal reformlardır. Hükümet pandemi sonrası dünya ekonomisinin düzeleceği ve tedarik zincirlerinin açılacağını düşünerek faiz oranlarını düşürüyor ki yatırımlar hızlansın ve ileride artan talep ürün ihtiyaçları karşılansın. Artan döviz kuru ile ihracat gelirlerinin artırılarak büyümenin hızlandırılması gibi çok riskli bir tercih yapıldı. Türkiye 2002-2013 arası uygulamalarıyla, döviz kurları düşük olmasının ötesinde stabil di ve ihracatın artmasıyla birlikte büyüme rakamları da oldukça yüksekti. 2013’de kişi başına GSYH 12.200 dolarken 2021’de 8.500 dolar civarındadır. 7-8 yıllık aradan sonra büyüme (sağlıklı büyümede, mal ve hizmet artışında özellikle katma değerli ürünler olması gerekir) rakamları az da olsa devam etse de orta gelir tuzağı olarak isimlendirilen yoksullaştıran büyüme olmuştur. Yani büyüme dengeli ve sürdürülebilir olmalıdır.

Ekonomide döviz kurları, tansiyona benzetilmektedir. Yükselse de sıkıntı düşse de sıkıntıdır. Önemli olan, kurların aşırı volatiliteden (oynaklık, dalgalanmalar) uzak ve öngörülebilir olmasıdır. Aslında net ihracat olmalı gerçek büyüme için. Burada da bazen eksilere bile düşebiliyoruz. Çünkü ihraç ettiğimiz çoğu ürünün hammadde ve ara malının ağırlıklı kısmını dışarıdan ithal ediyoruz. Yani rekabetçi kur politikası ülkemiz için çok cazip gözükmemektedir. Ama geçen yıla göre daha fazla üretmişseniz, baz etkisiyle büyümüş görünürsünüz. Dolayısıyla daha fazla üretmek için yatırım harcamalarınız artmalı ve katma değerli ürünler üretmelisiniz. Maalesef uzun vadeli reel yatırımcı olmayınca bu da gerçekleşmiyor.

Özetle, ülkenin risk derecesini gösteren CDS primimiz de yükselmeye devam ediyor. Bugün itibarıyla Türkiye, dünyanın en riskli ülkelerinden olan Venezuela ve Arjantin’den sonra üçüncü sıradadır. Ülkemizin ithalatının %85’i hammadde, ara malı ve yatırım malıdır. Bundan dolayı büyüme rakamları yüksek çıksa da çoğu ihracatımızı yüksek maliyetli ithal girdilerle yaptığımızdan sıkıntı oluyor. Yani hızlı büyüme de bize pek yaramıyor. Ayrıca yapılan bazı analitik araştırmalarda göstermiştir ki, döviz kurlarının sürekli yukarıya tırmanmasının ihracatçıya bir fayda vermediği, ancak döviz kurları sürekli düşerse ihracata büyük zarar verdiği veriler çerçevesinde ispatlanmıştır. Bu malları iş insanı üretemiyor değil aslında, üretmek istemiyor. Ülkedeki artan riskler ve istikrarsızlıklar nedeniyle uygun ortam ve güven yok, vergiler de oldukça yüksek. Ayrıca hızlı ve ucuzdan paradan para kazanmak da kolay olunca olumsuz sonuçlar kaçınılmaz oluyor. 

Kısacası; kısa vadeli pratik çözümler, popülist yaklaşımlar uzun vadede karşımıza daha büyük sorunlar olarak gelecek gibi gözüküyor diyebiliriz. Uzun vadede orta gelir tuzağından çıkarak sağlıklı büyümek için, yarının güçlü Türkiye’si için kalkınma programlarında ve reform paketlerinde sürekli yer alan eğitimden hukuka ve teknolojiye kadar bir dizi yapısal reformların yapılması ve sürdürülebilir olması zorunludur.