dore okulları
Malatya
28 Mart, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.35
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2308.4
  • BIST
    9079.97
  • BTC
    70732.1$

Ağam bizimle eğleniy

05 Eylül 2021, Pazar 12:00
Ağam bizimle eğleniy
 





Temmuz güneşinin ortalığı kasıp kavurduğu sıcak bir yaz günü daha bitmek üzereydi. Adam hızlı adımlarla Diyarbakır sokaklarını arşınlıyordu. Bir an önce hedefine varmak isteyen maratoncular gibiydi. Bir yerde bir taşın üzerine oturarak gözlerini hafif yumarak düşünmeye başlamıştı.

 Neden acele ettiğini kendi bile bilmiyordu. Oysa gün boyu güneşin altında, inşaatta, sırtında çimento tuğla taşımış omuzları yara bere içindeydi.  Ama sırtındaki yükün inşaattaki yükten daha ağır olduğunu biliyordu.
Daha dün doktor son cevabını vermişti:

- “Eşinizin ameliyatı burada yüksek riskli olur ameliyat masasından kalkması çok düşük bir ihtimal. Beyindeki tümör çok riskli bir yerde.”

  Bu sözleri duyunca boynunu büküp acı ile doktorun gözlerinin içine bakıp sormuştu:

- “Hiç çaresi yok mu begim?”

 Doktor hafif bir iç çekip elini omuzuna koyup şöyle demişti:

- “Çaresi var elbette, ama burada değil İsviçre'de, Zürih'te özel bir hastanede çok iyi bir  beyin cerrahı var masrafları karşılayabilirseniz ki çok pahalı bir yolculuk olacak oraya götürmenizi önerebilirim.”




 - “Ne kadar para gider begim?”

 - “Çok para” demişti doktor.  Ama doktorun son kelimesiyle yüzünde beliren hafif bir tebessümü yüreğinde bir umut ışığı doğurmuştu.

- “Sözünü ettiğim Doktor Diyarbakırlı. Yani hemşerimiz. Oraya varabilirseniz mutlaka size yardımcı olacaktır.”

 Bu sözler bir umut bir ışığıydı, ama mesele oraya; İsviçre’ye varabilmekti. Oturduğu taşın üzerinden doğruldu. Bu defa acele etmiyordu.  Ağır ağır eve doğru yürüdü. Kapıyı evin 9 yaşındaki kızı Esra açmıştı. İlk sözü:

-“ Annen nasıl?” oldu.

  Esra, asık bir yüz ifadesiyle baktı babasına. Doğruca eşinin yattığı odaya gitti.  Aynur Hanım yarı baygın bir vaziyette uyuyordu. Başucuna oturdu. Eşinin elini tutup, iki avucunun arasına alıp, yüzüne doğru götürüp öpüp okşadı. Hafif bir iki damla yaş eşinin elini ıslatmıştı.  Aynur Hanım gözlerini hafifçe aralayıp kocasının elini sıktı. Kısık bir sesle:

- “Geldin mi?” diye sordu. Adam aynı kısık ses tonuyla:

 - “Geldim” dedi.

 - “Nasılsın bugün?” diye sordu. Aynur Hanım hafif bir tebessümle:

- “İyiyim” dedi ve gözlerini tekrar yumdu. Evin tek oğlu 19 yaşındaki Sinan da gelmişti. O da bir kahvehanede çalışıyordu. Babası gibi sabahın köründe kalkar akşama kadar durmadan çalışırdı. Eve gelir gelmez annesinin odasına girmiş, yanaklarından öpmeye başlamıştı.

 Evde beyninde tümörle yaşayan, sayılı günleri kalmış bir eş, bir anne ve çaresiz mucize bekleyen bir koca ve iki çocuk.  Baba-oğul odadan çıkıp salondaki sedirde oturdular. Sinan babasına bakıp sordu:

- “Baba ne olacak böyle? Anam eriyor.”

 Çaresizliğin esir aldığı inşaat amelesi Seyit, oğlunun belkide yeryüzünde yaşayan tüm insanlığa sorduğu soruya tek kelimeyle cevap vermişti:

- "Mûcize"

Evin küçük kızı Esra annesini kurtaracak ilacın adını öğrenmişti. Yastığının altına biriktirdiği bozuk paraları alıp evden fırlamış, sokağın sonundaki Ulu Camii 'nin altındaki eczaneye şimşek hızıyla girmişti.

Elindeki bozuk paraları cam tezgâhın üzerine koyup eczacı kalfasına: 

- “Mucize istiyorum” diye bağırmıştı. Eczacı kalfası gülümseyerek:

- “Bakkal diğer sokakta oradan al istediğin çikolatayı” dedi. Esra sesini yükselterek: 

- “Çikolata istemiyorum annem çok hasta babam kurtulması için mucize lazım dedi.”
  Sonra ağlamaya başladı. “N’olur verin o ilacı param yetmiyorsa yine getiririm yarın.”

- “Gel buraya kızım” diye tok bir ses duyuldu eczanenin içinden. Esra sesin geldiği yere döndü. Eczanenin girişinde koltuklarda karşılıklı iki amca oturmuş kahve içiyorlardı. Biri çok şık giyinmiş; yazlık açık renkli bir takım elbise, kravat, rugan deri bir ayakkabı ayağında, gülümseyerek elini uzatmış Esra’nın ona doğru gelmesini bekliyordu. Esra biraz çekinerek biraz utanarak adamın yanına geldi.

Adam sormaya başladı:

- “Annenin hastalığı ne?” dedi.  Esra başı önünde cevap veriyordu.

- “Başı hep ağrıyor amca. Doktora götürdüler iyileşmedi. Babam abime “annenin iyileşmesi için mucize lazım” dedi. Bende o ilacı almaya geldim. N’olur verin bana o ilacı. Annem iyileşsin.”

  Bu arada tekrar ağlamaya başladı. Şık giyimli amca elinin tersiyle Esra'nın göz yaşlarını silerek ayağa kalktı:

- “Eviniz nerde?” diye sordu.

- “Arka sokakta” dedi Esra.

- “Ben de doktorum kızım anneni görebilir miyim ?”

 Esra’nın gözleri parlamıştı. “Gidelim doktor amca. Ama o ilacı verin. ” Doktor amcası eczacı kalfasına seslendi:

- “Oradan bir kutu aspirin ver kızıma.”

Esra sımsıkı tuttuğu bir kutu aspirinle önde kendisi, arkada doktor amcası eve doğru yürüdüler. Esra’nın aniden evden çıkmasını merak eden babası ve abisi kapının önüne çıkmışlardı.

 Esra onları görünce koşarak bağırmaya başladı. Elindeki aspirin kutusunu sallayarak; “aldım annemin ilacını, hem de doktor amca getirdim, anneme bakacak.”

 Amele Seyit. Kahveci Sinan. İki Garip. İki Çaresiz. İki Umutsuz. Ve Esra. Ve Bir Kutu Aspirin.

 Seyit ve Sinan gelenin doktor olduğunu duyunca ayağa kalkmış doktora doğru ellerini uzatarak tokalaşıp “hoş geldin” deyip içeri davet ettiler.

 İçeri girdiklerinde doktor hastayı sordu. Doğruca Aynur Hanım’ın odasına girdiler. Hasta uyuyordu.

Sinan annesine seslendi. Doktor “bırak uyusun” dedi. Röntgen filmlerini, hastane tetkiklerini istedi. Esra bir çırpıda kocaman sarı zarfı getirip doktor amcasına uzattı. Doktor önce tetkiklere göz attı. Sonra siyah röntgen filmleri ışığa tutup teker teker defalarca baktı.

Odada çıt çıkmıyordu. Hane halkı meraklı bakışlarla elleri önlerinde iki pençe pür dikkat doktorun her hareketini izliyordu. Doktor elindeki filmleri tekrar Esra’ya uzattı ve babaya dönerek “dışarı çıkalım” dedi. Salona geçip sedire buyur ettiler doktoru.

 Doktor anlatmaya başladı. “Buradaki meslektaşlarım doğru söylemişler. Tümör çok riskli bir yerde. Zor bir ameliyat olacak. Yurt dışına; İsviçre' ye gitmeniz lazım.”

  Baba Seyit bir kez daha yıkılmıştı. Onu biliyordu, biliyordu da nasıl gidecekti yurt dışına? Hangi parayla?

-“Biliyorum begim” dedi doktora.

-“Biliyorum da, imkanımız yok. Ben amelelik yapıyorum begim. Dediğin yerde bir doktor varmış bizim hemşerimiz. Çok iyi bir doktor. Ona ulaşabilsek.  Ama nerdeee, imkansız."
 
Doktor, Sinan' ın getirdiği çayı alırken sordu:

- “O doktorun ismini söylediler mi sana ?”

  Seyit bir çırpıda söyledi. Nasıl unutabilirdi.

- “He begim ismi Gazi Yaşargil.”

  Doktor hafifçe gülümsedi:

-“Profesör Gazi Yaşargil benim.”

  Seyit doktora baktı:

- “Bizimle eğlenme begim hastamız var.”

  Doktor çayını karıştırırken devam etti:
- “Evet Gazi Hoca benim. Bir konferans için Ankara ‘ya geldim. Hazır ülkeme gelmişken memleketim Diyarbakır'a uğramamak dostlarımı görmeden gitmek olmazdı. Caminin yanındaki eczanenin sahibi benim iyi bir dostumdu. Vefat etmiş oğluna başsağlığı dilemeye geldim. Sonrası malûm. Esra kızım geldi mucize arıyordu ve buldu. Şimdi ben hastayı seninle beraber götüreceğim. Ameliyatını da bizzat ben yapacağım. Bir kuruş masrafınız gitmeyecek. Bir kaç gün daha buradayım. Siz pasaport işini halledin, gerisi bana kalsın.”

Seyit ve Sinan lâl olmuş, Esra'nın elindeki  aspirin kutusunun nasıl mucize ilaç olduğunu anlamış, ikisi de aynı anda Gazi Hocanın elini öpmek için hamle yapmıştı.

Gazi Hoca, “Estağfurullah” deyip ayağa kalkmıştı. 

Aynur Hanım, başarılı bir ameliyatla sağlığına kavuşmuş, sağ salim evine dönmüştü.  Bunun adı "mûcize" idi.

 (Prof. Dr. Gazi Yaşargil'in anılarından)

*** 
Sevgili okuyucularım. 

Meşhur söz vardır. “Papaz her gün pilav yemez” diye.

Ersoy baba makalesini tıkladığınızda yine çatlak bi anı ile karşılaşma beklentinizi böyle duygusal bir hikâye ile değiştirdim. Her hafta, her hafta mizahi hikâye ve anılar ile doldurmak inanın çok zor. Bir hafta boyunca ipe sapa gelmez olayları, anıları ben nelerle bir araya getirip, “Bundan nasıl ders çıkaramamalılar” diye bin bir emek ile onları yazıya döküyorum bilemezsiniz…

Sizlere anlatmak için hazırladığım fındık kabuğuna sığıp, üstünde de boşluk bırakacak 7-8 anıyı hazırlamıştım. 

Bir dostumun gönderdiği bu anı çok hoşuma gitti. Yaşargil Hocam Allah’ın ona verdiği ilmin zekatını vermiş. Çok hoş ve güzel. Ben de makalemde değişiklik yaptım. 
Haftaya kadar sağ kalırsam o 7-8 anıyı yayınlayayım diyorum. Ama bir seferde insan bünyesi kaldıramayabilir. 2-3 makalede paylaşarak yayınlasam daha iyi. Sabredin haftaya kadar.

Şunun şurasında ne kaldı ki? 

Kalın sağlıcakla…