dore okulları
Malatya
20 Nisan, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.50
  • EURO
    34.78
  • ALTIN
    2499.5
  • BIST
    9693.46
  • BTC
    63911.765$

Bediüzzaman Paralel yapıyı anlatıyor!

25 Şubat 2015, Çarşamba 09:44

Laiklik ilkesine aykırı ama!..

Din-i Mübin-i İslam'ın gelişmesinde ve yayılmasında bu topraklarda yaşayan ecdadın büyük emeği vardır. Ecdadımızdan bize kalan en büyük ve en önemli miras Din-i Mübin-i İslam'ın bütün dünyaya hakim olması için çalışmak ve yaşamaktır. Ecdadın dini yaşama ve yaşatma konusundaki hassasiyeti biz torunlarının da genlerine işlemiş, bugüne kadar türlü oyunlarla bu hassasiyetlerimiz dejenere edilmeye çalışmıştır. Bugün söz konusu oyunların gözle görünür birkaç örneğine dikkat çekmek istiyorum.

MEDENİYETİ BATI'DA ARAMAK

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte dine karşı bir savaş açık veya gizli bir şekilde yürütülmüş bu savaş sırasında insanımız dininden uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Hatta okullarımızda okutulan ders kitaplarında medreseler ve hocalar kötü gösterilmiş, batı tarzı okullar göklere çıkarılmıştı. Dinin örtünme emrini yerine getirmeye çalışan kadınlar gericiliğin sembolü yapılırken, çıplaklık derecesi arttıkça medeniyete bir o kadar daha yaklaştığımız savunulmuştu. 1960'lı ve 70'li yıllara geldiğimiz zaman ise Yeşilçam'da üretilen filmlerde kaypak, üçkağıtçı dolandırıcı tipler ya hacı ya da hocalardan seçilmişti. 1980'li yıllara baktığımızda evlerimize giren televizyonlar sayesinde, batının ahlak anlayışı bizimmiş gibi gösterilmiş, kimin eli kimin cebinde belli olmayan dizilerle insanımız uyutulmaya çalışıldı. Tarihler 90'lı yılları gösterdiğinde ise din ve dindara karşı girişilen savaşın adı “Çağdaş ve laik Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurtuluş Savaşı” olmuştu.

“DİNDE REFORM, DİNLER ARASI DİYALOG VE HOŞGÖRÜ”

Ülkemizde yaklaşık olarak 80 yıl boyunca Onuncu Yıl Marşı eşliğinde bu millete türlü eziyetler, türlü işkenceler reva görüldü.

Ülkemiz 2 binli yıllara gelindiğinde ise bambaşka bir senaryo sahnelenmeye başlamıştı. Bu milletin diniyle açıkça savaşmanın beyhude olduğunu anlayan şer güçlerin yeni silahları, “Dinde reform, dinler arası diyalog ve hoşgörü” kelimeleriydi. Daha önce yapamadıkları tahribatı bu 3 silahla başarmak istediler. Yaklaşık 80 yıllık mücadeleleri esnasında insanımızın geliştirdiği refleks olan cemaatleri bu 3 silahla yıkmaya çalıştılar. Bu sinsi planlarını hayata geçirmek için Müslümanları kullandılar. Samimi Müslümanları, samimi görünen hocalarıyla bertaraf etmek, açıkça savaşmaktan daha etkiliydi çünkü. 1970'li yıllardan itibaren alttan alta ülkenin yönetim kadrolarına yerleşecek gençler yetiştirmeye çalışan bir cemaat vardı mesela. Bu cemaati, hoşgörü, dinlerarası diyalog ve dinde reform silahlarıyla vuruyorlardı. Bu arada topluma bazı “öcü”ler gösterildi. Bu “öcü”ler kimi zaman “Hizbullah”, kimi zaman Aczimendi, kimi zaman da “Radikal dinci terör örgütü” hatta ve hatta “Çağdaş ve laik cumhuriyetçiler” şekliyle gazete ve televizyonlarda boy gösteriyordu. Toplum bu “Öcü”leri görünce “Dinlerarası diyalog, hoşgörü ve dinde reform” diye bu cemaate biraz daha yaklaşıyordu. Asıl tehlikenin buradan geldiğini kimse göremiyordu. Çünkü gözlerinin önüne bir perde çekilmişti. Bu perdenin arkasındakiler hiç görünmüyordu. Bütün bunlar yaşanırken, dindarlara açıkça savaş açıldığı dönemlerden bazı isimler yargılanmaya başladı. Millete açıkça zulmeden bir zümreye mensup bu isimlerin yargılanıyor olması milletin hoşuna gitmişti. Bunların yanına bir iki tane de güncel siyasetçi ve işadamı konulunca bütün dikkatler bu tarafa toplanmış oldu. Bu cemaatin tek lideri olarak görünen kişi de dünyanın baş belası Amerika'dan besleniyor ve Siyonist İsrail'e toz kondurmuyordu. Gazze'de katledilen insanlara yardım götüren gemiye yapılan saldırı sonrası “İsrail'den izin alınmalıydı” diyecek kadar küçülen bu kişi, cemaatinin okulları sözkonusu olunca “Bela okuma seansları”na başlamıştı.

DEVLET İÇİNDE DEVLET

Türkiye'de yeni bir savaşın sesleri duyuluyor, feryad-u figanın günü yaklaşıyordu. Sonuç olarak savaş başlamış memlekette derin bir yapılanmanın olduğu görülmüştü. Devlet derinlerde bir yerlerde kopyalanmıştı. Devlete alternatif bir devlet derinlerde oluşturulmuştu. Bu derin devletin yani paralel yapının temizlenmesi zaman alacaktı. Aradan geçen zaman zarfında hükümet de millet de bu paralel yapıyı gördü. Nihayet temizlik başladı. Bu temizlik daha ne kadar sürer bilinmez ama maalesef paralel yapının bıraktığı boşluğa başka paralel yapıların yerleşmesi gibi farklı senaryolar da üretilmeye başladı. Şimdilik günümüz paraleline bir ara verelim de geçmişte bu topraklardaki başka bir paralel yapıya ışık tutalım.

UYARI 95 YIL ÖNCE DE YAPILMIŞTI

Bediüzzaman hazretleri hicri 1339 Miladi ise 1920 yılında Meclis-i Mebusan'a yazdığı bir hutbede şakkul asa, inşikak-ı asa veya güncel tabirle paralel yapı-yapılardan haber vermiştir.
Mebusan meclisine asıl vazifesini hatırlatmak adına "Ey mücahid-i islam!" diye başlayan hutbesinde 10 madde ile tavsiyede bulunmuştur. Bu tavsiyesini Mesnevi-i Nuriye isimli eserinin Hubab bölümlü kısmında neşretmiştir.
 
Şu inkılâb-ı azîmin (Büyük inkılabın) temel taşları sağlam gerek. Şu meclisin şahsiyet-i mâneviyesi (manevi şahsiyeti), sahip olduğu kuvvet cihetiyle, mânâ-yı saltanatı deruhte etmiştir (Devlet saltanat manasına üstlenmiş). Eğer şeâir-i İslâmiyeyi (Kur'an'ın Devlete yüklediği emirleri) bizzat imtisal etmek (uymak) ve ettirmekle (Kur'an'ın emirlerini İslam alemine tatbik ettirmekle) mânâ-yı hilâfeti dahi vekâleten deruhte etmezse (İslam halifesine vekaleten Allah'ın  emirlerini tatbik etmezse), hayat için dört şeye (Hava , Su, Güneş ve Yemek) muhtaç, fakat an'ane-i müstemirre ( Değişmeyen ve sürekli olan adet) ile günde lâakal beş defa dine muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyat-ı medeniyeyle ( Medeniyetin oyun ve eğlenceleriyle) ihtiyâcât-ı ruhiyesini (Ruhani ihtiyaçları) unutmayan milletin hâcât-ı diniyesini (Dini ihtiyacını) Meclis tatmin etmezse, bilmecburiyye mânâ-yı hilâfeti (Halifelik manasını) , tamamen kabul ettiğiniz isme ve resme ve lâfza  (Din ile devletin birbirinden ayrılması; din cihetinde devlet haricinde insanların gördüğü bir isme ve guruba) verecek . O mânâyı idame etmek için kuvveti (bütün maddi imkanları) dahi verecek. Halbuki, Meclis elinde bulunmayan ve Meclis tarikiyle (yoluyla) olmayan öyle bir kuvvet, inşikak-ı âsâya ( Asa devlettir. Devlet dine sahip çıkmaz ise devletin paralelinde bir güce) sebebiyet verecektir.
 
PARALEL YAPILARIN SEBEBİ

Demek devlet saltanat cihetinde devlet olduğu gibi diyanet cihetindede devlet olmalıdır. Eğer devlet laikliğin muktezası gereği din ile devleti bir birinden ayırırsa günümüzde olduğu gibi şakkul asa denilen paralel yapılar tezahür eder. Bediüzaman hazretleri bu hususta sözler isimli eserinde şöyle buyurmuştur "Din ile hayat kâbil-i tefrik olduğunu zannedenler felâkete sebeptirler(...)Din hayatın hayatı, hem nuru, hem esası. İhyâ-i dinle olur, şu milletin ihyâsı. İslâm bunu anladı."
 
HÜKÜMETİ TEHDİT ETTİ

Evet Devletin vazifesi dine hizmet etmek olmalı. Belki saltanatı dine hadim etmeli. Devlet dine sahip çıkmaz ve dine hizmet eden cemaatleri usulüne uygun kontrol etmezse ister istemez paralel yapılar oluşur. Mesela geçtiğimiz günlerde Hükümet yanlısı görünen Ahmet Akgündüz açık bir şekilde hükümeti seçimi kazanmamakla tehdit etti.
Demek devlet dine hizmet etmeyince paralel yapılar tezahür etmektedir. Bu yapı devletin paralelinde olma gücüne eriştiğinde kendini muhafaza etmek adına Gülen cemaati gibi devlet içinde kadrolaşarak hayatlarını idame etmekle birlikte; başka cemaatleri ise kendilerine tehdit gördüklerinden ha bire ezmektedirler. Nitekim günümüzde bunun çok örneklerini gördük.

BU MİLLET NAMAZI UNUTMADI

Bugün baktığımızda ekseri cemaatler dini dünyayı kazanmak için bir vasıta olarak kullanmaktadır. Bediüzaman hazretlerinin yukarıda beyan ettiği gibi bu millet günde beş defa ruhun ihtiyacı olan namazı unutmamıştır. Devleti dine hizmet hususunda zayıf görünce bu defa paralel yapı veya yapıların eline düşmektedir. Cemaatleri ise devlet tarafından oluşturulmuş alimlerden oluşan bir heyet tarafından kontrole tabi tutmadığından Kur'an'dan ve hadisten uzak belki de zıt cemaatler belki de din adı altında selef-i salihine muhalif "Ehli Bid'a" tabir edilen yapılar oluşmaktadır. Bu yapılar ise halkın parasını toplamak için dini suiistimal etmekle halkı kandırmaktadır. Cenab-ı Hakk bu hususta şöyle buyuruyor "Şeytan sizi Allah ile aldatmasın."
 
ASLINDAN UZAKLAŞTI…

Sakın yanlış anlaşılmasın ben burada cemaat olmasın demiyorum belki cemaat mekanizması devlet tarafından tanzim edilmediğinden aslına zıt bir hale girmektedir. Halbuki İnsanlar Allah rızası için bir araya gelmeli ve bir müderrisin rahle-i tedrisinde ders almalı. Müderris ise bunlara Kur'an ve hadisi ders vermelidir. Maalesef günümüzdeki tarikatların medreselerin veya Risale-i nur evlerinin gayesi aslından uzaklaşmıştır. Kimisi şeyhinin olmayan kerametini anlatıyor, kimisi sadece arapça dilbilgisi ve grameriyle meşgul oluyor kimisi ise sadece bir eser etrafında ömrünü geçirerek Kur'an ve hadis okumamayı meşrep ve meslek haline getirmiştir.

Hakk Teâla bu milletin yar ve yardımcısı olsun.