dore okulları
Malatya
27 Nisan, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.45
  • EURO
    34.82
  • ALTIN
    2438.6
  • BIST
    9915.62
  • BTC
    63866.941$

Gel de arama!..

17 Ağustos 2021, Salı 10:25
Gel de arama!..




Hey gidi günler hey...

O yıllar Malatya’da yoksunluğun olduğu ama mutluluğun tavan yaptığı yıllardı. 

Hazır bezler tedavüle çıkmadığı için, bebekler yazın serin, kışın sıcak tutan öllüklerle belenip kundak yapılır hastalık nedir bilmezlerdi. Hazır mama olmadığı için analar bebeklerini süt ve pirinç ununu karıştırarak yaptıkları mamalarla besler ve çocuklar obezite denen meretle tanışmadan büyürlerdi o  yıllarda...

Horoz şekeri,  kaynana şekeri ve elmalı şekerden başka çocuğa hitap eden bir şey bulamazdınız...

Sobalarla ısınıp, soğuk odalarda yün yorgana sarılarak yatar ve yattığımız pozisyonda kalkardık ama sırım gibi sağlıklıydık. Sobanın üstünde çaylar, ıhlamurlar demler içinde ise patatesler pişirir güle oynaya yerdik...    
   
Kat kat elbiselerimizin, çift çift ayakkabılarımızın olmadığı, oyuncak denen aletin ne olduğunu görmediğimiz, bayramlarda ayakkabımızı koynumuza alıp yattığımız, dolayısıyla malımızın ve insanların kıymetini bildiğimiz günlerdi.  
    
Şimdiki gibi modern spa merkezlerimiz yoktu ama biz, derelerde çimip, tarlalarda top oynadığımız günlerde vücut geliştirmeyi de ihmal etmezdik..! Cimnastik salonları hak getireydi ama bizim yaratıcılığımız ona da çözüm bulmuştu. İki Vita yağı tenekesinin arasına bir demir koyup, betonu dökünce bu işin de çözümünü bulmuş olurduk. Gerçi pazı yapmak için haltere gerek yoktu, arabaların direksiyonu o kadar sertti ki zaten yeterince pazı yaptırırdı bize!       

O günler, İsmet Paşa Parkının içindeki, Hürriyet aile çay bahçesinde İlhan Kızılay’ı, Fahri Özyıldırım’ı, Selahattin Alpay’ı, Sami Kasap’ı, Kernek göl gazinosunda da Şükran Ay, Suat Sayın, İsmail Şenbahar’ı ve daha bir çok sanatçıyı dinlediğimiz güzel günlerdi.    

O günlerde Havuzlu ve  saunalı, yaşam merkezlerimiz ve askeri nizamiyeli sitelerimiz! olmadığı için çimme özlemini derelerde, sauna ihtiyacını da Belediye Hamamının gazan gapısında giderirdik.

Malatya belediyesi o yıllarda sulara klor atmaz ama sudan geçen bulaşıcı hastalıkları da bilmezdik, özellikle rota virüsün 'amel' yapma özelliği sadece tıp fakültelerinde okutulur pratikte görülmezdi!!...

O yıllarda yabancı markalar henüz ülkemizi istila etmemiş ve çağalarda marka giyme alışkanlığı henüz başlamamıştı. Bu yüzden, İlkokullarda yerli malı haftaları düzenlenir, yerli malı kullanmak özendirilirdi.

Tüm mahalle bir ev küfleti gibiydi, ayrı gayrı olmazdı. Komşuda pişen bize de düşerdi. Kadınlı erkekli, çoluklu çocuklu, nineli dedeli hep birlikte gülüşügünen, üstü açık kamyonlara binerek Venk’e, Horata’ya, İnek Pınarı'na, Takaz’a pikniğe gidilir sosyalleşme tavan yapardı...

Hiç fısıldaşmayın...

Şimdi siz, kamyonla pikniğe mi gidilirmiş diyorsunuz değil mi? 

Pekiiii, otomobil vardı da biz mi binmiyorduk.?! 

Siz daha otomobilden bahsediyorsunuz, çöplerimiz bile “kadana”larla (güçlü bir at cinsi) toplanıyordu, yani belediyemiz bile henüz motorize olamamıştı..!

Her gelin kızın rüyasında “Zetina” dikiş makinası gördüğü günlerdi, çeyiz olarak bir de “gırgır” süpürgesi verilmişse tadından yenmezdi. 

İneklerin yemekten çok zevk aldıklarını çok sonraları öğreneceğimiz, Anadol marka arabalarımız bile üretilmemişti. Araba olmadığı için büyüklere payton çağırma görevi çocuklarındı. Paytoncunun yanına oturup mahalleye az mı hava atardık.
Bu arada az “gımçı” da yemedik hani.

Hocalara “eti senin kemiği bizim” diyerek teslim edildiğimiz için hocaların vurduğu yerden de gül biterdi..! 

Cetvelle vurmalarına alışmıştık da, o yirmi beş kuruşu kulağa sokup kıvırmak da neyin nesiydi..!

“El değmeden üretilmiştir” sloganı tedavüle çıkmadığı için ekmeklerimiz el değerek hazırlanır, taş fırınlarda pişirilirdi. Ama şimdiki ekmeklerden çok daha sağlıklı ve lezzetliydi. Kışla caddesindeki Kabadayı Mustafa’nın  (Mustafa Bektaş) fırınından aldığımız somunların kokusu hala hafızalarımızda değil mi?  
      
Televizyonlar da insan psikolojisini bozduğu ispatlanan saçma sapan diziler yerine, sihirli kutu radyoda Eflatun Cem Güney’den çocuk ufkunu açan masallar dinlediğimiz günler.
Tarla, bahçe, arsa nereyi boş bulursak top oynadığımız, topun sahibinin tüm kuralları koyduğu, kaptanlığı aldığı, kaleye hiç geçmediği, kimin oynayıp oynamayacağına onun karar verdiği, kafası bozulursa da topunu alıp giderek maçı bitirdiği günlerdi. 
O zamanın topları da toptu hani, topa kafa vurmak cesaret isterdi. Hem ağırdı hemde bağcıklı sibop tarafı kafamıza gelince kafamız yarılırdı.

Sokaksız yaşayamazdık, sokağa çıkınca da bütün sorunlar biter, oyunlar oynar, çocukça sohbetler eder, gittiğimiz filmi en ufak ayrıntısına kadar, birbirimize anlatır, altıda haftaym! on ikide biten maçlar yapar, anamız "yerler möhürlendi haydi eve" deyince, vücudumuz yorgun ve yara bere içinde ama beynimiz sıfırlanmış, pırıl pırıl bir beyinle eve giderdik. 

             Herkesin cebinde silah, arabasında pompalı tüfek bulunmazdı.
             Velhasıl insanlar, birbirini sever ve saygı gösterirdi...
              Ya şimdi...
              Ne siz sorun
              Ne ben söyleyeyim 
              Ne ara böyle bozulduk, anlayan beri gelsin...
              Selam olsun Malatya’mın birbirini seven, sayan güzel insanlarına...