dore okulları
Malatya
25 Nisan, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.51
  • EURO
    34.95
  • ALTIN
    2447.8
  • BIST
    9721.78
  • BTC
    63457.85$

Kömür tozu mu sakladın mübarek?

10 Ekim 2021, Pazar 17:03
Kömür tozu mu sakladın mübarek?





Merhaba değerli okurlarım.

Aradan bir hafta zaman geçince geçen haftanın gerilimini unutuyor ve merakınıza yenilerek makalemi okuma gafletine tekrar düşüyorsunuz. Ama bu sefer ne kendime ne de size laf çakmadan sakin bir makale yazmayı başardığımı sanıyorum. Okursanız kazanırsınız.

Filmlerde görür ve acaba gerçekten bir şeyler bulabilme ihtimali var mıdır diye defineciliğe karşı bir ilgimiz oluşur. 3 aşağı beş yukarı benzer düşünceler herkesin aklından geçmiştir. Kimi dener, kimi ise denemeye bile cesaret edemez. Deneyenlerin pek azı bulur. Bulanların da pek azı parasını yeme imkanına sahip olur. Kimi de yakalanır, hapse girer. Kimi de dolandırılır vs. vs.



Bazıları farkında olmadan, aramadan bulur. Kütahya’nın Dumlupınar’ında çiftçi tarlasını sürerken saban sert bir şeye takılır. “Muhtemelen taştır” Kaldırıp kenara koyayım diye toprağı kenara çeker. Taş zannettiği sert şeyin bir küp olduğunu görür. Heyecanla çıkarır. Küpün ağzındaki plakayı kaldırır ki altın ümidi suya düşer. Küpün içinde kömür tozu vardır. Söylenir: “saklaya saklaya kömür tozunu mu sakladın mübarek. Bende de şans olsa” der ve küpü yakındaki bir ağaca doğru fırlatır. Küp ağaca çarpınca parçalanır. Akşam güneşiyle Etraf parıl parıl parlar. Üst kısmında kömür tozu olan küpün alt kısmı altın tozu ile doludur ve ağaçta patlayınca etrafa saçılır. 
Altın tozu altın gibi değildir. Dağıldı mı toplaması zor olur. Toparlayabildiği kadarını toparladığı söylenir. Köylüler geçimini zor sağlarken İzmir de koca bir apartmana sahip olmasını buna bağlarlar. Köy efsanesi işte. Her arayan bulamaz ama bazen aramayanlar bile buluyor demek ki…



Bundan 15 sene kadar önce ben de merak salmıştım. Yakın bir arkadaşım bu işlerde tecrübe sahibiydi. Birlikte aramaya karar verdik. Bu işte yeni teknolojiler vardı. Bende de para. Gittim bilgisayar destekli özel bir alete iyi paralar vererek sahip oldum.  Birlikte her dedikoduya kulak kabartıp Bolu’nun dağları dahil gezmediğimiz yer kalmadı. Bir köy evinde gömü olduğu haberi ile tesisatı oraya kurduk. Ölçümlemeye başladık. Evin altı altın madeni gibiydi. Günlerce kazı yaptık. Bir şey çıkmadı. Bilgisayar destekli define arama aletinin çakma olduğu, dolayısıyla hiçbir görüntünün gerçek olmadığını aylar sonra anladık. O kadar kazı yapmamız sadece kol kaslarımızı geliştirmişti. Zaman ve para kaybımız da cabası.

Yine gerçek bir olayı anlatarak devam edelim:

Hz. Ömer (r.a.)'in halifeliği zamanında, iki genç, bir genci iki kolundan sıkıca tutup halifenin huzuruna getirmişlerdi.

Halife Ömer (r.a.):

-“Söyleyin, derdiniz nedir? Bu delikanlının ne suçu var da, böyle sıkıca tutup buraya getirdiniz?” diye sordu.

Delikanlının ellerinden tutan iki gençten biri konuşmaya başladı:

-“Ya Emîr'el-Mü'mminin! Bu genç bizim babamızı öldürdü. Biz de adl-i ilâhî'nin tatbiki için huzurunuza getirdik. Babamızın bir suçu olmadığı kanaatındayız. Çünkü babamız, etrafta sevilip hatırı sayılan bir insandı. Buna ne lâzım geliyorsa tatbikini sizden istiyoruz” dediler.

Hazreti Peygamberimizin adalet sıfatına varis olan Hazreti Ömer, o gence:

-“Doğru mu söylüyorlar? Eğer doğru söylüyorlarsa söyleyeceklerin nedir?” buyurdu.

Genç, kendisini getirenlerin söylediklerinin doğru olduğunu, ancak hadiseyi anlatmak istediğini söyleyip müsaade aldıktan, sonra konuşmaya başladı:

-“ Ya Emir-el Mü'ininîn! Ben bir köylüyüm. Buraya (Medine'ye) Nebiyyi zişan Efendimizin kabr-i Şerifini ziyarete geldim. Çünkü Peygamberimiz: “Benim kabrimi ziyaret eden beni ziyaret etmiş gibidir” buyurmaktadır. Medine civarına geldiğimde hurmalık yakınında abdest bozmam icabetti. Atımdan inip abdest tazelemek için meşgul olurken, atımın bir ağacın dalından koparmakta olduğunu gördüm. Abdesti bırakıp hemen ata koştum. Lâkin o anda karşıdan yaşlı bir adam bana karşı bağırarak geliyordu. Biraz yaklaştıktan sonra, elindeki taşla atıma vurdu ve at düşüp öldü. Atımı çok severdim... Dayanamadım, ben de onun ata vurduğu taşı alıp kendisine fırlattım. Bir de baktım ki, eceli gelmiş olacak adam da öldü. Ben o anda kaçmak isteseydim kaçardım. Fakat ben Allah'a ve ahiret gününe inanmış bir kimseyim. Cezam ne ise onu dünyada çekmeye razıyım. Hükm-ü ilâhî ne ise tatbik edilir” diyerek gayet soğukkanlılıkla başından geçenleri anlattı.

Hazreti Ömer (r.a.) gencin anlattığına göre kısas lâzım geldiğini ve idam edileceğini bildirdi. Genç bu hüküm karşısında gene hiç itiraz etmek şöyle dursun, bir mazeret bile beyan etmeden:

-“ Evet! Şeriatın emri ne ise ben, ona razıyım. Sizin adaletinize de hiç bir itirazım olamaz. Yalnız sizden bir ricam olacak, o da; benim bakmakla yükümlü olduğum bir yetim var. Onun bana teslim edilen altınlarını ben, bahçemde bir yere gömmüştüm. Şimdi onun yerini benden başka kimse bilmemekte, bana üç gün müsaade edin de, o yetimin malını kendisine teslim edip geleyim. Belki huzur-u ilâhîde ma'zur olabilirim, elimde olmadığı için teslim edemedim derim ama, o yetimin dünyada bundan mahrum olmaması için kendisine teslim etmem daha iyi olur” der.

Hazreti Ömer

-“Sen şu anda mahkûmsun, müsaade etmemiz mümkün değildir. Belki kaçarsın” dedi.

Genç kaçmayacağına dair söz verip kaçmak istese daha evvel kaçmaya teşebbüs edebileceğini söyledi ise de Halife:

-“Sizi salıvermemiz imkânsızdır. Ancak bir kefil olursa o zaman bırakabiliriz” buyurdu.

Bunun üzerine genç, orada bulunan Ashap üzerinde bir göz gezdirdikten sonra; Ebû Zerril Gıfari hazretlerini göstererek:

-“Bu zat bana kefil olur” dedi. Bu sefer Hazreti Ömer:

-“Ya Eba Zerr kefilliği kabul ediyor musun?” diye sordu. Ebu Zer (r.a.):

-“Evet, kefil oluyorum. Bu çocuğun üç güne kadar dönüp teslim olacağına inanıyorum” dedi.

Genci serbest bıraktılar. Üç gün içinde gidip geri gelmek üzere müsaade isteyerek ayrıldı. Üçüncü gün olunca, ölen adamın çocukları Ebu Zer Hazretlerine: 

-“Ya Eba Zer! Kefil olduğun adam gelmedi. Kim olduğunu bilmediğin bir kimseye, nasıl kefil oluyorsun. Adam bir kere ölümden kurtuldu, bir daha geri gelir mi?” diyerek Ebu Zer Hazretlerini sıkıştırıyorlardı.

Ebu Zer Hazretleri:

-“Daha üç gün dolmadı. Eğer üç gün dolar, genç de geri gelmezse, şeriatın emri ne ise bana tatbik ediniz” buyuruyor ve kefaletine sadık olduğunu söylüyordu. Ashapı Kiramı bir üzüntü kaplamıştı. Çünkü genç gelmeyecek olursa, Ebu Zer Hazretleri onun yerine idam edilecekti.

Hazreti Ömer:

-“Ya Eba Zer! Eğer vermiş olduğu zamandan sonra gelecek olsa bile, zamanı gelince emri ilâhîyi tatbik eder, hükmü senin üzerinde infaz ederim” buyuruyordu.

Bu arada ashaptan bazıları babası ölen gençlere diyet teklifinde bulundular. “Yeter ki Ebu Zer Hazretleri idam edilmesin” diyorlardı. Fakat onlar, bunu kabul etmiyorlar, “babamızın katilinin kanı akmadıkça, buradan ayrılmayız” diyorlardı. Bu heyecan kasırgası içinde Medine şehri çalkalanırken, bütün mü'minler neticeyi beklemekte idiler, ki tam bu esnada karşıdan bir adamın olanca kuvvetiyle koşarak yaklaşmakta olduğu görüldü. Bu gelen işte o adamdı. Koşarak Huzur-u Halifeye vardı:

“-Biraz geç kalmakla sizi belki endişelendirmiş olabilirim ama özür dilerim. Görüyorsunuz ki, havalar sıcak, yolumuz uzak, bir binek atım da yok. Ancak gelebildim. Beni mazur görün” dedi.

Orada bulunanlar, hakikaten kendisinden ümit kesildiği bir sırada bir adamın koşa koşa ölüme gelmesini taaccüple karşılamışlardı. Hepsi mü'min dediğin, işte böyle olmalı, gibi sözler söylüyorlardı.

Halkın hayret ettiğini gören delikanlı:

-“Merd olan sözünde durur. Mü'min olan ahdine vefakâr olur. ölümden kaçmakla kurtulmak mümkün mü? Ben “dünyada ahde vefa kalmadı” sözünü söyletir miyim?“ deyip hakkında alınan kararın infaz edilmesini beklediğini söyledi.

Ebu Zer (r.a.)'dan tanımadığı bir adama nasıl olup da kefil olmayı kabul ettiği ve bu genci tanıyıp tanımadığı sorulduğunda, O da şöyle buyurdu:
-“Hayır; tanımıyordum. Fakat bu hadise İslam’ın halifesi ve birçok sahabe huzurunda oldu. Ben orada bu teklifi kabul etmeyip de:“Alemde- faraset diye bir şey kalmamış” dedirtir miyim?” buyurdu. 

Bunun üzerine kalplerine bir merhamet gelen gençler de, dâvalarından vazgeçtiler ve kısas istemediklerini bildirdiler. Onlara kısas yerine diyet teklif edildi. Diyet Beyt-ül maldan verilecekti. 

-“Biz davamızdan vazgeçtik. Diyet de almayacağız. Dünyada insanlık ve cömertlik kalmadı mı dedirtelim mi?” dediler ve sırf Allah rızası için davalarından vazgeçtiklerini bildirip, diyet bile almayacaklarını söyleyerek helâllaştılar ve ağlaştılar. Böylece hem bütün ashap büyük bir üzüntüden kurtulmuş oldu, hem de bir Müslümanın kısas edilerek ölümü önlenmiş olduğu gibi, fazileti Islama büyük bir örnek de verilmiş oldu.

Bu olayı okurlarımdan büyük kısmının daha önce duyduğunu, bildiğini tahmin ediyorum. 
Şirketin biri çalışanları için pazarlama ve satış eğitimi programı hazırlattı. Eğitimci olarak saygın bir ismi olan ve herkes tarafından uzman kabul edilen bir profesör  gelecekti. Ancak her katılımcı şirketin ödemesinin dışında 2’şer bin TL ücret ödeyecekti. Eğitime katılacak herkes bu parayı seve seve ödedi. 3 günlük eğitim bittiğinde profesör katılımcılara:

-“3 gündür burada size verdiğim eğitimde aldığınız bilgileri daha önce hiç duymamış olan var mı aranızda?” diye sordu.
Herkes bu bilgileri daha önce duyduğunu ve bildiğini söyledi. Profesör:



-“Evet daha önce bildiğiniz konulardı. Ama şimdi o bilgilere 2000’er TL ödediniz. O bilgiler değerli hale geldi. Artık para ödeyerek tazelediğiniz bilgiler değerli ve önemli. Eminim ki uygulayacaksınız.” Dedi.

Bu makalede anlattığım ashabın başından geçen olayı daha önce duymuştunuz. Fakat burada da makalemin sonuna kadar sabırla okuyunca bu çok değerli bir bilgi haline dönüştü. Umarım hayatınızda uygularsınız. 

Kalın sağlıcakla…