dore okulları
Malatya
07 Mayıs, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.22
  • EURO
    34.79
  • ALTIN
    2410.7
  • BIST
    10267.09
  • BTC
    63576.59$

Açık Şemsiye

23 Temmuz 2023, Pazar 15:51
Açık Şemsiye

Muzaffer öğretmen köyün muhabbet tiplerinden Ayanların Osman tarafından ısrarla akşam yemeğine davet edilmişti. O da kıramadı gitti. Yemekler güzeldi. Muhabbet desen köy evinde sobanın üstünde demini almış taze çayla daha bi güzeldi. Muhabbet muhabbeti, çaylar da çayı takip edince epey bi geç saatte kalktı Muzaffer öğretmen. Ceketini giydi. Kapıya vardı. Dış kapı açılınca ne görseler; acayip bir yağmur. Ama öyle böyle değil. Gerçi muhabbet sırasında yağmur sularının seslerini duymuşlardı. “Geçer gider” demişlerdi, ama geçeceğine ha da şiddetlenmişti. Öğretmen:

-”Bu yağmur, eve gidene kadar beni tepeden tırnağa ıslatır. Yarına başka kıyafetim de yok. Dinmesini mi beklesem…” diye sesli düşünürken Ayanların Osman girişteki dolabın üzerine uzandı. Kavradığı şemsiyeyi aşağı indirip Muzaffer Öğretmene uzattı.

-”Al bu şemsiyeyi hocam. Islanmadan evine gidersin.” dedi. Muzaffer öğretmen şemsiyeyi açıp o sert yağmurda evine doğru hızlı adımlarla yola koyuldu.

Ertesi gün okul kapanınca vakit geçirmek için köyün kahvesine gitti. Ayanların Osman ve diğer köylüler de orada muhabbet halindeydiler. Öğretmen şemsiyeyi iade edip teşekkür etti. Ayanların Osman çevresindekilere şemsiyenin sebebini anlatmaya başladı. 

-“Hoca bi çıktı. Yağmur. Ama nasıl bi yağmur. Şemsiyeyi vermeseydim acayip ıslanacaktı. Şemsiyeyi verdim de ıslanmaktan kurtuldu…” Gülüşmeler, Ayanların Osman’a takdir sesleri falan.. Muzaffer hoca çayını içip kalkana kadar Ayanların Osman aynı konuyu orasından burasından tekrar tekrar başlayıp bir kaç kere anlatmıştı.

Ertesi gün Muzaffer Hoca kahveye gittiğinde Ayanların Osman hocayı masasına davet edip yanındakilere aynı olayı tekrar anlatmaya başlamış. 

-”Ben olmasaydım var ya öğretmen acayip ıslanacaktı. İyi ki ben şemsiye verdim. O gün şemsiye vermesem o kadar ıslanırdı ki halen paçalarından kalan yağmur suları damlardı.”

Gülüşmeler devam ederken Hoca çoktan kalkıp uzaklaşmıştı.

Sonraki gün cumartesi idi. Muzaffer Öğretmen öğleden az sonra kahveye uğradı. Bunu gören Ayanların Osman yine verdiği şemsiyeyi anlatmaya başlamıştı ki; Muzaffer öğretmen elini Osman’ın ağzına götürüp “sus” işareti yaptı. Yerinden kalktı. Köy kahvesinin hemen önündeki çeşmenin uzun yalağının yanına geldi. Kendini boylu boyunca yalağın içine uzattı. saçından ayakkabısına kadar suya gömüldü. Sonra çıktı. Yer yanından yalağın suları musluktan süzülür  gibi akıyordu. Ayanların Osman’ın bulunduğu masanın önüne gelip:

-”Bundan daha mı fazla ıslanırdım o gece. Bak ıslandım. Tamam. Artık anlatma şu iyiliğini yeter!”

Merhaba kargaşalarla ve milyonlarca sitenin binlerce gazetenin yayınlandığı şu sanal dünyanın bu köşesinde denk geldiğimiz ve milyonlarca yazı içinden benim yazımı okumak için tıklayıp gelen, benim için herkesten daha değerli okurlarım. Yazmasam okuyamayacaktınız diye başlasam Ayanların Osman’dan bir farkım kalmayacaktı.

***
Çocukluğumun geçtiği Ankara, Aydınlıkevler’de komşumuzun beş çocuğu vardı. Zaman zaman biz onların evlerinde bazen de onlar bizim evimizde oynamaya gelirlerdi. Halının kalın kenarlarında araba sürer oynardık. Onların evinde oynamayı sevmiyordum. Çünkü evlerinde üzerinde oynayacağımız bir halı yoktu. Evlerinde çok az eşya vardı. Olanlar da kırık dökük. Adem amca bütün kazandığını alkolde tüketir evine bakmaz idi. Aile perişan bir haldeydi. Adem amca zaman zaman Zühre yengeyi döver, kadıncağızın yüzü yara bere içinde kalırdı. Babam daha fazla dayanamadı ve  Adem amcayı eve davet etti. Odanın birine girdiler. Uzun uzun konuştular. Bazen sert tartışmaya dönüşen bazen sakin nasihatlerle süren konuşma bittiğinde Adem amca dışarı çıktı.

O gün babam onun içkiye tövbe etmesine vesile olmuştu. Adem amca bir daha da ağzına içki koymadı.

Adem amcaların sanayide küçük bir metal atölyesi vardı. O zamana kadar genelde kapalı veya çok az açık olurdu. O günden sonra işinin başına döndü. Tövbesini tuttu. Nefsini yendi. Zaman içinde işleri düzene girdi. Çocukları büyüdükçe çırak olarak babalarının atölyesine destek verdiler. Bu gün Türkiye’nin en büyük Mobilya makinalarının üreticisi oldular. Adem amca ile Zühre yenge bir trafik kazasında vefat etti. Kardeşlerden İrfan, Afrika’da kurban kesimleri, dağıtımı ve su kuyuları açtırmaya hayatını adadı. Çok başarılı çalışmalar yapıyor.

Birinin hayatına dokunmak birçok hayatları değiştirebilmektedir. Afrika’da koşturan İrfan kardeşimin her başarısının altında babasının o gün tövbe edip işine ve ailesine sarılmasının, babamın onunla konuşmasının zerre de olsa katkısı vardır. Ve iyilik bulaşıcıdır.

*** 
Nankörlük ise ciddi bir erdem eksikliğidir. Nankör nereye giderse gitsin nankördür. Nankörlüğün zirvesi kendini yaratanı tanımama nankörlüğüdür. Bu zaten diğer tüm nankörlüklerin başlangıcıdır. Rabbine nankör olan herkese nankördür.

Mobilya mağazamıza bir aile geldi. Zaten o dönem oldukça yoğun bir gelen giden alışveriş eden oluyordu. Aile içeri girip ürünleri inceledi. Fiyatlarını sordu. Taksit olup olmadığını sordu. O ara birden sakallı olan baba ceketini çıkarıp kollarını sıvadı. Bana dönerek:

-“Nerede abdest alabilirim. Vakit de geçiyor, görevi yapayım.” Diye sordu.

Öğlen ezanı 15-20 dakika önce okunmuş, ikindiye de baya bi zaman vardı. Mescidimiz ve abdest alma yerlerimiz mevcuttu. Ancak 5. Katta idi. O kadar merdiven çıkıp bulana kadar cami daha kolaydı. Bir de tam fiyat konusu konuşulurken ceket çıkarıp kolları sıvayarak abdest almaya kalkması, bunu kullanıyor olması ihtimali benim canımı sıkmıştı. Namaz kılacak bir insan ortamını bilmediği yabancı yerde ticareti bittikten sonra sessizce sorar ve kollarını yerinde sıyırırdı. 

-“Cami zaten 50 metre ötemizde. Çok güzel de bir şadırvanı var. Tuvaletleri de tertemiz. Aileniz ürünlere bakarken gidip gelebilirsiniz. Çok yakın.” Dediğimde bir an duraladı.

Saatine baktı. 

-“Neyse zaten baya bi zaman var. Çıkınca kılarız.” Dedi ve beğendiği ürünü ve fiyatını incelemeye başladı. Uzun uğraştan sonra zar zor alışveriş gerçekleşmişti. Sonra camiye uğradı mı bilmiyorum. Ama açıkçası zannetmiyorum. Evinde kılmıştır(!).

Nankörlük ve sömürme kardeştirler. Birbirlerini tamamlarlar. Benjamin Franklin’in meşhur bir sözü vardır.

-“Yaptığın iyilikler bir süre sonra görevin haline gelir.”

İyilik yaptığınız insanın karakteri ile oranlı olarak çok doğru ve isabetli bir söz. İyiliklerinizin göreviniz haline gelmesine sebep olmayın. Çok da uzatmayın. Gereksiz iltifat ve gereksiz ikramınız sizin salak yerine konmanıza sebep olabilir.

Bu arada haberlere de göz atıyorum. “Sıfır” oyuna rağmen CHP listelerinden bi sürü milletvekili ile meclise giren Babacan mecliste gurup kurabilmek için Kılıçdaroğlu’ndan 2 vekil daha istemiş. 

Bence Kemal verir. “Ya Benjamin Franklin’in dediği gibi görevidir. Ya da salaktır.”

Nereden başladık, nereye vardık? Şemsiye ile yazıya başladık, buralara kadar geldik. Ama rasgele temelsiz bir yazı olmasın diye de baya bi üzerinde çalıştım. Sağlam temel üzerine oturttum. Temel demişken:

Temel ile Fadime nişanlıymışlar. Nişanlılık dönemi yıllarca sürünce Fadime dayanamamış:

-“Temel bu iş çok uzadı. Evlenelum artuk.” Temel boynunu bükmüş:

-“Bizi bu yaştan sonra kim alur Fadimem!” demiş.

Pazar sabahları yayına girmekte olan yazılarım birkaç haftadır ikindi ezanına anca yetişiyor. Kasım Bey de bana kızıyor:

-“Bizi pu saatten sonra kim okur?” diye.

Kayserililerin ata sözü var: “Balığı ne zaman tutarsan tut, taze olur” 

Ersoy baba yazıları ne zaman okunursa okunsun taze oluyor. 

Kalın sağlıcakla.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.