dore okulları
Malatya
26 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.57
  • EURO
    34.99
  • ALTIN
    2461.1
  • BIST
    9886.72
  • BTC
    64422.64$

AŞKIN BİYOKİMYASI

08 Aralık 2019, Pazar 10:09

 

SESLİ MAKALE 

Bu hafta sizlere herkesin ilgi ile okuyacağı bir yazı yazmak istedim. Koltuklarınıza yaslanın ve uçuşa hazırlanın çünkü biraz sonra okuyacağınız satırlar aşka dair bütün bildiklerinizi alt üst edebilir.

Aşk sadece kocaman bir biyokimyadır deyip bu konuda beni aydınlatan sevgili hocam Prof. Dr. Derya Özsavcı'ya binlerce sevgi ve oksitosin yollayarak başlıyorum.

Aşk insanoğlu var olduğu günden beri varlığını sürdüren ayrıca insanoğlunun varlığının sürmesine sebep olan mucizevi duygu desem doğru olur diye düşünüyorum. Çünkü kelime olarak baktığımızda aşk sarmaşık anlamına geliyor. Yani saran, sarmalayan belki koruyan. Ancak aşkı sadece bir ‘duygu' olarak tanımlamak eksik kalacaktır. Aşk aslında etkileşimlere sahip biyolojik bir sistemdir. Canlılar arasındaki duygusal etkileşimler tüm vücudu etkileyecek fizyolojik değişimlere sebep olabildiğine göre bu duruma sadece bir duygu demek elbette eksik kalacaktır. Peki, bu etkileşimlere sebep olan, midenizde kelebekler uçuran, beyninizi uyuşturan bu değişimlere tam olarak ne sebep olmaktadır, hiç düşündünüz mü?

Sevginin, aşkın ve duyguların altında yatan mekanizmayı yani biyokimyasını anlayınca daha sağlıklı ilişkiler kurabilirsiniz. Aslında gönlün işi olan bu mevzuya beyni dahil etmek ancak 21. Yüzyılın işi olabilirdi diye düşünsem de; ben bir biyokimyacı sayılırım. Ve çok ilgimi çeken bu mekanizmayı sizlere anlatacağım.

Aşk; çoğunlukla beyin hücreleri tarafından üretilen nörokimyasallar ve vücudumuzdaki çeşitli bölgelerde üretilen hormonal mekanizmalar arasındaki oldukça karmaşık diyebileceğimiz bir ilişki sonucu ortaya çıkar. Yani özetle beyninizde ve diğer bazı organlarınızda üretilen çeşitli hormonlar ve kimyasal maddeler var ve bu kimyasallar duygu değişimlerine sebep oluyor, bunun sonucunda aşk ortaya çıkıyor. Kalp başta olmak üzere birçok organı etkileyen bu olay kimyasal olarak baktığımızda beyinde başlar, beyinde biter.

İnsanlarda koltuk altlarında bulunan ter bezlerinde feromonlar diye adlandırılan çeşitli hormonlar salgılanır ve bu hormonlar hoş bir koku yayar. Kokunun yanı sıra hipotalamusa giderek sempati duyma, rahatlama ve bağlılık gibi çeşitli hisleri başlatır. Feromon salgılanması her iki cinsiyette de deri nem oranını artırır ve hücresel elektrik iletkenliğini değiştirerek çeşitli etkilere sebep olur. Günümüzdeki elektrik alma terimi buradan türetilmiştir diye düşünülmektedir. Tüm bunlar sonucu nabız artar, gözler büyür, kalp atışı hızlanır.

İnsanlar aşık oldukları zaman özellikle beynin ön tarafındaki bölgelerde değişiklikler meydana geldiği gözlenmiştir. Bu bölgeler aynı zamanda madde bağımlılığı gibi kişinin kontrolünü ele geçiren diğer durumlarda da aktifleşen ve aktifleştiği zaman kişiye ‘ödüllendirilmişlik' duygusu veren ödül sisteminin önemli bir parçalarıdır. Burada bahsedeceğim en önemli hormonlar dopamin, norepinefrin ve serotonin. Bu üç hormon cazibe oluşturan en önemli kimyasallardır. Aşk başladığında dopamin artar ve epinefrin salgılanmasına sebep olur. Yani adrenalin seviyelerimiz yükselir. Sonucunda yine kalp atışlarının yükselmesi ve karşı cinsi görünce heyecanlanma gibi belirtiler gözlenir.

Serotonin ise ilişkinin başlangıç dönemlerinde partnerlerin birbirlerinin olumsuz özelliklerini görmezden gelmelerine, pembe bulutlar üzerinde uçmalarına sebep olur. Ancak ilerleyen dönemlerde serotonin düzeyi azaldığı için obsesif kompülsif bozukluklarda olduğu gibi bireyler takıntılı bir hal alır. İlgi azalabilir ama bir takıntı halini alır, sonra yapılan her hareket ters algılanabilir. Yani evlilik aşkı öldürmüyor; sadece zamanla salgılanan serotonin azalıyor : )

Ancak aşkın bu doruk noktasının azalması her zaman ilişkiyi bitirmiyor. Çünkü sağlam ilişkiler heyecandan ziyade bağlılığı ön plana alıyor. Bağlılık yani; endorfin ve oksitosin. Anlayacağınız üzere ilerleyen süreçlerde salgılanan bu iki hormon vücudu ve aklı sakinleştirir, acıyı ve kaygıyı azaltarak dinginlik oluşturur. Özellikle oksitosin uzun süreli bağlanma ve bağlılıktan temel olarak sorumlu hormondur. En fazla anne ile bebek arasındaki bağın oluşumunda oksitosin çok önemli bir göreve sahiptir.

Çalışmalar bağlılık ya da sevgide azalmalar gözleniyorsa oksitosin artışının bu durumları düzeltebileceğini göstermektedir. Göz teması, güzel bir bakış ve sarılmak oksitosin salgılanmasına sebep olabiliyor Ayrıca yine yapılan çalışmalar yaşamları boyunca olumsuz deneyimlere ve strese maruz kalan çocuklarda oksitosin üretiminin baskılandığını göstermiştir. Bu yüzden nerde ağlayan bir çocuk görseniz gidip ona sarılın, gözlerinin içine bakıp gülümseyin. Gülümsemek sadakadır, unutmayın.

Vücudumuz gerçekten olağanüstü özelliklerle donatılmış asla yorulmadan çalışan bir mekanizmadır.

Gün gelir aşk biter, yaprak döker çiçek veren ağaçlar, pembe bulutlar bir anda kararır, midede uçuşan kelebekler bıçak olur saplanır. O zaman kim girer devreye dersiniz? Tabii ki yeniden serotonin.

Artan serotonin miktarları yukarıda da bahsettiğim şekilde duygu durum bozukluğunuzu tedavi edebilecektir. Peki, nasıl artırabiliriz, dediğinizi duyar gibiyim.

Omega-3, magnezyum, çinko, melatonin, folik asit  serotonin düzeylerini artıran güzel bileşiklerdir. Özellikle B grubu vitaminleri fazlasıyla içeren süt ve süt ürünleri, meyve sebzeler işe yarayacaktır. Magnezyum kaynağı olarak vazgeçilmezim muz, çikolata (en az %70 kakao içeren), çilek, fındık gibi besinler diyebilirim. Bunlara ek olarak egzersiz yapmak, özellikle yürüyüş yapmak, D vitamini alımını artırmak yani derimizin güneşle temas etmesi, müzik dinlemek, gülümsemek ve tabii ki sarılmak serotonin miktarlarını artıracaktır.

Bu önerileri tüm depresif hallerinizde uygulayabilirsiniz. Özellikle hayattalarsa anne babanıza sımsıkı sarılmak, bir hayvanı sevmek, bir çocuğun elinden tutup oyun oynamak kime iyi gelmez ki?

Bu hafta sizlere farklı bir içerikle selam vermek istedim. Unutmayın, başka bir insanı sevebilmenin temeli kendini sevmekten geçer. Kendini sevmeyen, kendini tanımayan bir insan kimseleri sevemez.

Sevgi dolu günler diliyorum.

Diyetisyen İrem ERCAN