“Yeni bir Dünya Kurulur”….mu?
21 Eylül 2025, Pazar 16:12
“Yeni bir dünya kurulur, Türkiye’de O dünyada yerini alır”. İsmet İnönü’nün bu sözü adeta Türkiye Cumhuriyeti’nin alın yazısının bir özetidir.
Kıbrıs’ta haklarımızı korumak çabasında iken müttefikimiz Amerika’nın tutumunu sorgulayan bir demeçtir bu. Bu sözden yaklaşık bir buçuk ay sonra ABD Türkiye’ye “NATO kapsamında verdiğimiz silahları Kıbrıs’ta kullanamazsınız” mealinde bir mektup yazar. Johnson mektubu olarak bilinen bu yazışma Türk-Amerikan ilişkilerinde önemli bir dönüm noktası olarak görülür, ama bu dönüm noktası aslında içimizde sadece bir ukte olarak kalmıştır. Amerika ve Batıdan döndüğümüz vaki olmamış. Zaten dönecek bir yer de yoktu aslında.
O günden bugüne çok fazla bir şey değişmediğini söyleyecek olursam çok abartmış olmam. Zira karşılaştığımız her milli güvenlik sorununda bu ukde nüksederek bizde bir “acaba” şüphesini yeniden canlandırıyor.
Bugün, bir kez daha İsrail üzerinden NATO’yu sorguluyoruz. Kamuoyunda NATO’nun gerektiği durumda Türkiye’nin arkasında durmayacağı gibi bir kanaat yaygın. Çok haksız bir şüphe sayılmaz bu. Ayrıca NATO’yu bu mealde sorgulayan tek ülke de biz değiliz. ABD’nin NATO üzerindeki ağırlığı ve baskısı öteden beri Avrupa’yı rahatsız ediyor. Hatta bu nedenle bir Avrupa güvenliği teşkilatı ya da ordusu çabası hep oldu, fakat bir türlü istenildiği gibi gerçekleşmedi. Çünkü ABD’nin Batı’nın güvenliğine yönelik yüklendiği masrafın NATO içinde kendilerine sağladığı konforu Avrupalılar pek terk etmek istemediler. Yani savunmaya daha fazla bütçe ayırmaya bir türlü yanaşamadılar. ABD’de parayı veren düdüğü çalar demeye devam etti.
Bu tablo uluslararası politika açısında iki önemli gerçeği bir kez daha bize hatırlatıyor. Birincisi uluslararası sistem içinde en güçlü beş-altı devlet her zaman dünyanın patronu rolünü oynamıştır. Buna “Büyük Güçler Yönetimi” denilir. Bu sistem Osmanlı’nın Ruslara karşı mağlup olma aşamasında Batı’nın müdahalesi ile felaketten kurtulduğu 1856 Kırım Savaşı sonrasında kurulmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan Milletler Cemiyeti bu yapının kurumsallaşmış halidir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında da Birleşmiş Milletler onun revize edilmiş yeni modelidir. Güvenlik Konseyini oluşturan meşhur beş devlet, bu büyük devletler yönetiminin mirasıdır. Bir zamanlar dünya yönetiminde söz sahibi olan bu büyük devletler arasında Osmanlı Devleti de yer alıyordu, fakat 18’nci yüzyıldan itibaren artık bu listede yok. Buna karşın eski büyük güç, şimdinin orta gücü olan Türkiye, tarihsel mirası ve tecrübesi nedeniyle uluslararası toplumun hala önemli bir üyesi. Fakat bundan ötesi arzu ve niyetten ibaret. Vakıa değil.
En son bu BM’in yönetim kurulu olan Güvenlik Konseyi, Gazze ile ilgili alınması gereken acil önlemler tasarısını 14’e karşı bir tek ABD’nin vetosuyla akim bıraktı. Bu yeni bir şey değil tabi. BM Güvenlik Konseyi 5 daimi 10 geçici üyeden oluşuyor. Daimi üyeler ABD, Çin, Rusya, İngiltere, Fransa. Bu devletlerin bencil tutumları nedeniyle BM Güvenlik Kurulundan adam gibi bir karar çıkmamış. Çünkü günün sonunda bu beşliden biri veto edince bütün işler kalıyor. Bu durum çok eleştirildi, fakat yapacak bir şey yok. İlk kurulduğundan buyana zamanla bütün devletler bu örgüte bu şartları kabul ederek üye olmuş.
Fakat…İsrail’in aymazlığı ve hırsları öyle bir boyuta geldi ki, 14’e karşı 1 oy ile İsrail’in arkasında duran ABD bile bence bu itibar kaybının olumsuz sonuçlarıyla eninde sonunda yüzleşmek zorunda kalacak. Fakat “bu Cuma değil tabi ki”..:)
İkinci gerçek ise “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye’de O dünyada yerini alır” sözü o günden bugüne gerçekleşmedi. Türkiye’de eski dünyadaki yerini korudu. Fakat ortada bir Çin realitesi var artık. Çin her ne kadar Batıya her konuda alternatif olacak devlet değilse de, Çin’in ABD’nin hegemonik konumunu sarsmaya yetecek kadar büyük bir ekonomik güce ulaşmış olması “şeytanı azapta tutmak” için yeter. Nitekim öyle de. Fakat eski Türk tarihinin bize öğrettiği, Çin ile ilişkilerimizde çok dikkat etmemiz gereken hassas noktaları çoktan unutmuşuz bile. Yani demem o ki şimdiki duygusallığımızla Çin’i Batıyı dengeleyecek bir güç olarak kullanmamız veya ona sırtımızı yaslamamız mümkün değil. Son yıllarda yürüttüğümüz “metheran diplomasisi” ile bu iş hiç olmaz.
Defalarca buradan yazdım “İslam Dünyası” dediğimiz dünya bir kültür dünyasıdır. Reelpolitika dünyası değil. Bu dünya ile namaz kılınır, hacca gidilir, oturulur kalkılır, yenilir içilir, alış veriş yapılır fakat siyaset yapılamaz hele birlikte bir savaşa hiç gidilemez. Batı bu dünyanın tabiri caizse ciğerini bizden iyi biliyor. Tutulacak noktalarını çoktan tutmuşlar zaten.
Türkiye’nin dış politikasında en başarılı girişimler Türk dünyası ile geliştirilen yeni yapılar oldu. Bu yapılar henüz prematüre fakat zamanı geldiğinde işe yarayacaktır. Buna ek olarak Çin’le olan ilişkilerimizi istikrarlı biçimde geliştirmemizde fayda var. Ama Rusya ile ilişkiler için söylenen “ayı ile yatağa girmek” tabiri Çin özelinde “ejderha ile iş tutmak” anlamına geliyor.
Şuanda Türkiye’nin uluslararası politikadaki aktif rolü kinetiğinden değil potansiyelinden kaynaklanıyor. Çünkü yeni uluslararası ortamda “orta güçler” önemli işleve sahip. Biz de bir orta gücüz fakat tek orta güç değiliz. Bunda alınacak, darılacak bir şey yok. Çünkü ekonomimiz üretime dayalı değil, insanlarımız da gayret ve himmetini başka noktalara harcar olmuş. Savunma sanayideki başarılar “yetmez ama evet” cinsinden. Fakat siyaset “olmaz ama neyse” noktasına gelmiş ve “e yeter artık” noktasına doğru ilerliyor.
Eğer durumunuzu gerçekçi biçimde ele alamıyorsanız, evdeki hesap çarşıya uymayabilir. Sovyet sistemini yeniden ayağa kaldırmak isterken devletin dağılmasına neden olan Gorbaçov’u hatırda tutmak lazım.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.