dore okulları
Malatya
25 Nisan, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.57
  • EURO
    35.01
  • ALTIN
    2423.2
  • BIST
    9722.09
  • BTC
    64096.99$

Başbağlar… Dinmeyen sancı 

16 Kasım 2021, Salı 08:53
Başbağlar… Dinmeyen sancı 
 




Tam 27 yıl dört ay önce… 
5 Temmuz günü… 
Barasor Vadisi içinde, yüksek dağların arasında, şirin bir Anadolu köyünde akşam ezanı okunuyor. 
Biraz sonra yaşanacak olan bu coğrafyanın en kanlı, en acımasız, en şerefsiz ve en alçak katliamına dakikalar kala, üzerlerine planlanmış sinsi bir hesaptan habersiz ezana icabet ediyor masum, gariban ve dindar köylüler… 
Başbağlar’ın günahsız insanları akşam namazını eda ediyor… 
Kuşların bile uçmakta güçlük çektiği Başbağlar’ın hiçbir şeyden habersiz, günahsız sakinleri akşam namazında Allah'ın huzurunda kıyama duruyor, rükûa varıyor, secdeye kapanıyor.
Eller açılmış dualar edilirken onlarca eli kanlı PKK’lı it sürüsü sarıyor ibadethanenin etrafını… Üzerlerinde bir çakı dahi taşımayan 28 masum köylüyü köyün üst tarafındaki meydana topluyorlar. Emperyalistlerin taşeronluğunu yapan PKK adlı dinsiz, imansız, ahlaksız bir katiller sürüsünün propagandasını yapıyorlar, biraz sonra acımasızca katledecekleri günahsızlara… Öldürecekleri insanlara propaganda yapmak! 
Kafalarına sıkıyorlar. Tarıyorlar Amerikan yapımı tüfeklerle, kalleşçe ve kahpece… 
İt sürülerinden bir kaçı da evleri ateşe veriyor, kendilerine direnen beş köylümüzü de evin içinde yakıyor. 
Bir köyü, Başbağlar’ı adeta haritadan siliyorlar. 
Neden?
Kimin adına?
Ne oldu?
Ne elde ettiniz?
Hangi ideoloji, hangi plan, hangi hesaptır ki Başbağlar kurban seçildi, hiç dinmeyecek bir acının tohumları ekildi?
Gözyaşı dinmez, yürekteki hüzünler azalmaz. Aksine yıllar içinde giderek artan bir sancıdır Başbağlar… 
******
Sabahın erken saatinde, karanlıkta yol alıyoruz Sinan Oral’la… Donuk bir ruh haliyle, araba içinde kaskatı kesilmiş, katliamı yaşamış ve sanki toplu cesetleri yeni görmüş gibiyim. 
Tir tir titriyorum. 
Masum şehitlerin acısı, katliam planlarını yapan Amerika’ya ve buna alet olan PKK’lı it sürüleri ile dönemin derin devletine duyduğum kinle karışıyor. Yutkunuyorum, hıçkırıyorum ve bir yandan da 27 yıldır acısını her dem yüreğimde hissettiğim Başbağlar’a bugüne kadar gitmediğim için hayıflanıyorum.
Öfke, kin, nefret, hüzün, suçluluk duygularıyla karışık bir şekilde yol alıyoruz. Köye doğru yaklaştıkça, aslında yumak yumak bir kartopu gibi büyüyen acının adresine doğru yaklaştığımı hissediyorum. 
Hekimhan yolu, Arapgir, Eğin yolu derken… Fırat Nehri üzerine kurulmuş Merhum Recep Yazıcıoğlu Köprüsü’nden Başbağlar köyünün bulunduğu köy yollarına dönüş yaptık. Bizi bekleyen 45 kilometrelik ince uzun bir yol daha kaldı. Beş altı köy daha geçip, yolun ve sözün bittiği köye varacaktık. 
Başpınar, Şahinler, Buğdaypınar, Armağan, Aşağı Mutlu ve Yukarı Mutlu köylerini ardı ardına geçiyoruz. Asırlık dut ağaçlarının tatlı sarı renklere bürünmüş yaprakları sabah güneşi altında parıl parıl parlıyor. Sonbahar buradaki ağaçlara ve yapraklara sanki bir başka renk hüzün katmış… Belki de bize öyle geliyor, Başbağlar’a yaklaştıkça içimizde artan hüznün gözümüze yansımasıdır, kim bilir… Yaprakları ağlayan ağaçlar, suları gözyaşı döken derelerden geçiyoruz, birazdan Başbağlar görünecek yüce dağların arasında, yolun bittiği noktada… 
33 masum köylümüzün kanıyla sulanmış, arşı alâyı titreten feryadı figanların, ağıtların 27 yıl dinmediği bu mübarek toprakları karşıdan görünce içimi tarifi imkânsız bir sancı sardı. 
Kurşun seslerini, kadınların feryatlarını, çocukların masum bakışlarını, korkuları, alev alev yanan evlerin çıtırtılarını, ansızın gelen ölümün ürpertisini, çaresizliğin o dehşetini yüreğimin taaa derinliklerinde duydum. 
Hayır, bu sıradan bir köy gezisi değil, bu köy sadece Başbağlar değil, yaşanan trajedi öyle 33 rakamdan ibaret de değil, bu köyün camisi sıradan camilerden bir cami, meydanı normal meydanlardan bir meydan değil. Bu köy, Türkiye’nin normalleşmeye giden uzun ve sancılı geçişinde en ağır bedel ödemiş kahraman bir köydür.  
Bu köye bismillahsız, abdestsiz girilmez. 
Bu köy, Yeni Türkiye’nin Çanakkale’sidir. 
Başbağlar geçilmez. 
******
Huşu içinde giriş yaptık Başbağlarımıza… 33 şehidimiz için Allah’a dualar ederek, köy içinde yol alırken gördüğümüz her köylüye selam, hürmet ve minnet duygularımızı sunarak, havasını severek, toprağını öperek girdik. 
Başbağlar bizim şerefimiz, onurumuz, kıvanç kaynağımız… 
Bu köyün her bir ferdi kıyamete kadar bizim kardeşimiz, akrabamız, anamız, babamız, kardeşimiz bacımız...
Sineleri kor bir ateş gibi yakan bu acı bir köyün kaldıracağı bir acı değildir. 
Türkiye’nin acısıdır. Bütün bir İslam aleminin ortak sancısıdır. 
Başbağlar Erzincan’ın, Türkiye’nin bir köyü değil, bütün insanlığın medarı iftiharı ve kanayan bir yarasıdır.  Vela teğulu limeyyuğtelu fi sebilillah ayetini terennüm ederek kara toprağın bağrına düşmüş 33 şehidimizi yanı başımızdalarmış gibi kucakladık, kokladık, hasret giderdik. 
******
Köyün içinden doğruca Jandarmanın bulunduğu son noktaya, 33 şehidimizin katledildiği anıtın yapıldığı köy meydanına çıktık, şehitlerimizin mermerin soğuk yüzüne kazılmış isimlerini okudukça her defasında öldük, öldük dirildik. 
Aklımızı başımızdan alan, yüreğimizi yakıp kavuran, katlanılması, kaldırılması bugün bile dayanılması, ne zor, ne büyük bir imtihan bu ya Rab! 
Köyü tepeden seyrettim.
Uzun uzun köyün üzerinde gezdirdim bakışlarımı;
Bu köyü seçtiler ha, bu köye kıydılar değil mi? 
Yardımın en geç ulaşacağı bir köy seçilmişti… Seçenler derin yapıydı, yoksa tetikçi PKK itleri değil… Üst akıl planlamıştı. Hepsini biliyorduk. (Amerika, PKK, FETÖ, Derin Devlet ortak yapımı bir katliam olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz) Başbağlar üzerinden Türkiye’de derin bir çatışma, mezhep orjinli iç savaş senaryosu yazılmıştı. 
Kahrolası bir düzen! 
Kahrolası çıkar ilişkileri!
Kahrolası pis siyaset! 
Kahrolası bir ideoloji! 
Bir köyün kaderi 10 bin 175 kilometre uzaklıktaki kirli bir odada, adı beyaz olan ama gerçekte siyah bir sarayda çiziliyordu. 
Kapkara bir plan, karanlık bir günde, dünya tarihinin en kara örgütlerinden biri olan PKK’ya ihale edildi. Eski Türkiye’nin o günkü yerli işbirlikçilerinin de katkılarıyla kusursuz işledi bu alçak plan! 
*****
Aşağı indik. 
Köylüler bizi gördükçe hemen etrafımızda toplandı. 
Hoş geldin sefa geldin. 
Hoş bulduk. 
Kendimizi tanıttık. 
Biz zaten 27 yıldır Başbağlarlıyız… Bu köylüyüz. 
Her bir köylü bizi evinde ağırlamak, ikramlarda bulunmak için yarışa girdiler, 
Dertleştik. 
Devlet sahip çıkmamıştı. Bu köy devleti için, İslam için, bayrak ve vatanı için 33 insanını aynı gün feda etmişti, evleri başlarına yıkılmış, yanmış kül olmuştu. 
Köyün katliamdan kurtulan kadınları, büyüyen çocukları, dışarda yaşayan gurbetçileri köyü tekrar ayağa kaldırmak için işbirliği yapmış, fedakârca çalışmış. 
Devlet her 5 Temmuz’da gelip tören yapmış, konuşmuş, taziyeler verilmiş, dualar edilmiş.
Yetmiş mi?
Yetmemiş.
Bu yüzden köylüler devletten destek bekliyor. 
Ben bu devletin yerinde olsam Başbağlar’ı altınla döşerim. Yıkılıp yanan her evi altınla yaparım, yolunu altyapısını döşerim, hayvancılığı ve tarımını desteklerim, müzesini yaparım, Başbağlar’ı baş tacı yaparım. 
33 şehidimizin kabirlerini köye taşırdım. Neden Başpınar’da olsun ki? 
Düşünebiliyor musunuz, köyün camisi bugün itibariyle imamsız. Yani sanki devlet unutmuş Başbağlar’ı… 
Gördük ki, dönemin Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın desteğiyle Erzincan Valiliği tarafından yakılan okulun yerine köyün içinde bir “Kültür Evi” inşa edilmiş… Törenlerin yapıldığı bir mekân oluşturulmuş, yine Ali Özdemir’in yoğun çabasıyla şehitlerin özel eşyalarından oluşmuş bir müze açılmış. Devlet yine yok bu işlerde… 
Üzüldüm. 
******
Ve Cuma vakti... 
Cumamızı, şehitlerin kaçırıldığı camide ifa ettik. 
Namaz boyunca hep o kaçırılıp götürülme anını hayal ettim. Nasıl bir korku ve endişe yaşamışlardır acaba? 
Üzerlerine kâbus gibi çöken bu ani baskın karşısında yaşadıkları ürperti ve çaresizliği yüreğimde hissettim. Tarifi mümkün olmayan duygulara gark oldum. Ülkemin bir köyü yok ediliyor, yine ülkemin satılmış itleri tarafından. 
İnsanın içinden “O gün devlet neredeydi?” diye sormak geliyor. 
Ne acılar çekti bu ülke… 
Coğrafya kaderimiz olmuş sanki… 
Başbağlar’ı yaşatmalıyız. 
Başbağlar’ı unutan, Türkiye’nin bir dönem nasıl bir karanlık çağ yaşadığını da unutur. 
Bu köye borcumuz var. Hem devletin hem de bu ülkede şimdi terörsüz, korkusuz yaşayan her ferdin borcu… 
Herkes bu köye borcunu en kısa zamanda ödesin. 
Bu borcu ödemeyenlerin ahirette hesabı çetin olur. 
******** 
Artık ayrılık vakti geldi. 
Başbağlar’ı arkada bırakıp giderken gözüm ve gönlüm hep geride kaldı. Uzaklaştıkça yaklaştım Başbağlar’a… Gözümüzü, gönlümüzü orada bırakarak, gözyaşlarımızı köylülerden saklayarak uzaklaşıyoruz. 
Elveda Başbağlar! 
Elveda Şehitler! 
Elveda Anadolu’nun yiğit ve cesur köyü! 
******  
Not: Bizi köyde karşılayan, izzet ikramda bulunan, gezi boyunca yanımızdan ayrılmayan, bilgi ve belgeleri bizimle paylaşan, misafirperverlik gösteren Ali Özdemir’e ve Başbağlar eski Dernek Başkanı Şerif Gül’e özellikle şükranlarımızı sunuyoruz. Allah razı olsun.