dore okulları
Malatya
19 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.59
  • EURO
    34.78
  • ALTIN
    2507.1
  • BIST
    9693.46
  • BTC
    64098.73$

BAŞIMIZIN ‘TATLI’ BELASI

21 Aralık 2019, Cumartesi 20:47

Sevgili takipçilerim bu haftaki yazımda sizlere bir miktar gıda endüstrisinden, vazgeçemediğimiz tatlardan ve buna sebep olan tatlı belamız şekerden bahsedeceğim.

Danışanlarıma ve çevremdeki insanlara paketli gıdaları, ilave şekerleri ve etiket okumayı anlatırken bu konuları ayrıntılı ele alan bir kitap olsa da kafamdaki soru işaretlerine cevap bulsam diye düşünüyordum. Geçen sene karşıma Michael Moss'un Tuz Şeker Yağ kitabı çıktı. Yazar kitabında Amerika'daki gıda endüstrisini elinde tutan büyük firmaların yöneticileriyle yaptığı konuşmalardan tutun da gizli anlaşmalara kadar birçok konuyu ele almış. Okuyunca gıda endüstrisinin bizi nasıl bağımlı hale getirdiğini çarpıcı bir şekilde görüyorsunuz. Bu yazımda kitaptan alıntılar yaparak bildiklerimi sizlerle paylaşacağım.

İşlenmiş gıda endüstrisinin temel taşı arzudur. Yani sürekli olarak isteyeceğiniz hatta bağımlısı olacağınız ürünler üretirler. Çünkü onların tek derdi para kazanmaktır. Arzu duygusunu en çok oluşturan üç sihirli madde; dildeki tat tomurcuklarını daha ilk ısırıkta üst düzeyde etkileyen işlenmiş tuz, en büyük kalori yükünü getirerek sinsice ve fark ettirmeden insanları obez eden yağ, ve tabii ki beyni heyecanlandırarak tüm hücrelerinizi uyaran ve bu yüzden marketlerde baştan sona bütün ürünlere az ya da çok katılan madde: şeker. Üreticiler ilk başlarda çıkardıkları paketli ürünler için kendilerini suçlamıyorlardı. Çünkü bu abur cuburlar insanların ara sıra tüketmeleri için üretiliyordu ve olası hastalık durumlarında üreticiler suçlanamazdı; ancak zaman geçti ve öyle bir duruma geldik ki özellikle büyük şehirlerde yaşayan insanlar günlük beslenmesinin neredeyse tamamını paketli gıdalarla karşılamaya başladı. Ve doğal olarak hastalık insidansı da hızla artmaya. Üstelik tek tehlikesi bu değil, bu ürünlerin bazılarının içindeki katkı maddelerinin yol açtığı değişiklikler sonucu vücudunuz aşırı yemeyi kontrol edemiyor, hatta bazıları yüzünden daha da acıkıyorsunuz.

Belki inanamayacaksınız ama ürettiği bir gazlı içecek için ‘haz noktası' formülleri üretip matematiksel hesaplarla ürün ortaya çıkaran ve milyonlarca insanı bağımlı hale getiren bir endüstri ile karşı karşıyayız. Burda şeker noktasındaki en büyük hamle ‘fruktoz'un işlenmesiyle yapılıyor. Fruktoz doğada meyvelerde bulunan bir şekerdir ve bizim için aşırı tüketilmediği zaman yararlı olan bir şeker türüdür. Demişken önerimi de söyleyip bağlayayım; sağlıklı bir insanın günde 3 porsiyon meyve tüketmesi yeterlidir. Gelelim işlenince neler olduğuna. Endüstride daha süper tatlar üretmek için tuzun da şekerin de yapıları değiştiriliyor. Yani fruktozun kendine özgü bir kimyasal formülü var ama kimyasal bazı yöntemlerle bu formül bozulup bir şeyler ekleniyor ya da çıkarılıyor ve yeni ürünler elde ediliyor. Ve bu şekilde elde edilen tat çok daha etkileyici olabiliyor. Bu değişiklikleri yaparken tek bir olmazsa olmazları var; ürünün albenisinin değişmemesi. Tat vericilerden biri azaltılırken öteki artırılıyor ve yine güzel başka bir tat ortaya çıkıyor. Yani diyet bir bisküvi üretiyorlarsa yağı azaltıyorlar ama ekstra şeker ekliyorlar yada belki biraz tuzla aroma veriyorlar. Vicdan rahatlatmak için içtiğiniz light kolalardaki gibi.

Bu üreticiler insanları şekere bağımlı bir hale getirdikten ve en ucuz maliyetle en çekici ürünü ürettikten sonra boş durur mu sanıyorsunuz. Şekerin sadece bir tatlandırıcı olmadığı çok iyi biliyorlar. Mesela ketçaptaki domates gibi daha maliyetli ürünler yerine şekeri koyarak ürüne hacim ve doku kazandırıyorlar. Yani yediğiniz ketçapta bile şeker var! Daha önce hiç bir ketçap kutusunun etiketini okudunuz mu? Okuyun ve şaşırmayın çünkü cipse bile ilave şeker katılıyor.

Çocuklar açısından şekeri çekici hale getiren üç temel özellik vardır. Öncelikle bir yiyeceğin tatlı olması enerji içeriğinin yüksek olmasıyla ilişkilidir ve büyüme gelişme çağındaki çocukların vücudu kolayca yakıta çevirebileceği yiyeceklere ihtiyaç duyar. İkincisi, aslında insanoğlunun fıtraten şekerli tada karşı bir alışkanlığı yoktur; bu farklı tat vücudumuzda coşkuyla karşılanır. Son olarak şekerli besinler tüketmek çocukların kendilerini iyi hissetmelerini sağlar. İşte tüm bunları çok iyi bilen firmalar cesurca adımlar atarak ürettikleri ürünlere korkusuzca şeker üstüne şeker katarlar. İçindekiler kısmında karınca duası gibi yazılan minik yazıları bilinçli bir şekilde okuyanlar ne dediğimi anlayacaklardır. Öğrendiğimde en çok hayret ettiğim şeylerden biri şuydu: gıda üreticilerinin ürünlerine kattıkları şeker miktarını açıklama zorunlulukları yok. Açıkladıkları miktarlar o yiyeceğin içinde bulunan doğal şeker miktarı. Yani yediğiniz portakallı kekte un ve eğer varsa portakaldaki şeker miktarı pakete yazılıyor. Ancak glikoz şurubu, fruktoz şurubu, nişasta gibi tatlandırıcıların miktarı yazılmıyor. Ne oranda zehirlendiğinizi ancak hormonlarınız ve hücreleriniz hasar görüp de hastalıklarla baş başa kalınca görebiliyorsunuz.

Değerli takipçilerim, gördüğünüz gibi bu ürünlere bağımlı hale gelirken çocuklarımızın hatta bazen bizlerin bile elinde olmayan şeyler var. Ancak biz büyüklere daha çok iş düşüyor. Çocuklarınız tahmin ettiğinizden çok daha akıllı. Onlarla beraber etiket okuyun. Aldığınız ürün hakkında siz bilinçli olun ki; onları da bilinçlendiresiniz.

En doğalından şeker gibi bir hafta diliyorum : )

Diyetisyen İrem ERCAN