Malatya
26 Temmuz, 2025, Cumartesi
  • DOLAR
    40.55
  • EURO
    47.68
  • ALTIN
    4354.1
  • BIST
    10.643
  • BTC
    116765.39$

Bir Başka Şehrin Sevdası (1.bölüm)

22 Temmuz 2025, Salı 16:16
Bir Başka Şehrin Sevdası (1.bölüm)

Tecdeli eğitimci ve yazar rahmetli amcam Lütfi Gülşen’den güzel bir Malatya öyküsü.
(Yazı uzun olduğu için 2 bölüm halinde yayınlanacaktır.)

MAKALE SESLİ DİNLENİR

O gün, üç beş arkadaş bir masanın başına kümeleşmişlerdi. Çaylarını, kahvelerini höpürdete höpürdete içiyorlardı. Sıcaklar da iyice bunaltmıştı. Göğüs bağır açık, oflayıp pufluyorlardı.
Kapıdan beyaz gömlekli, altmış yetmiş yaşlarında biri girmişti. Siyah pantolon, siyah kundura, beyaz yazlık kasket atından fırlayan gümüşü saçlar… Bu da kim?
Kendilerine doğru yaklaşınca biraz toparlanmışlardı:
-Benim adım Tevfik. Masanıza kabul eder misiniz?
-Hay hay!.. Buyurun,
demişlerdi.
-Sizleri de tanımak isterim.
İçlerinden en yaşlı olanı anlatmıştı:
-Ben, Eski Malatya’dan İsmail Ünaldı. Genç arkadaşlarım, Kemal, Muhsin, Celal, Hamit… Her birimiz Malatya’nın bir köşesinden. Kimimiz merkez, kimimiz ilçelerden, köylerden.
-Demek hepiniz de:

Naneye anuk, Pisige manuk, diyenlerdensiniz?
 -Zaten burası Malatyalılar lokali. Hepsi hemşerilerimiz.
-Begim, sizden de Malatya kokusu geliyi gelmesine de ismini neden öyle söyledin ki?
-Nasıl yani? Tevfik Kuzu…
-Malatya diliyle söylesene şunu. Kuzu Tovfik!..

Kahkahalar lokali sarmıştı. Masanın çevresi meraklılarla dolmuştu. İsmail ile tovfik’in ağızlarına bakıyorlardı. Böyle içtenlikli bir sohbete hasret kalmışlardı. Arada diğerleri de söze giriyordu. Ama İsmail’inki başkaydı.

İsmail, sekiz on yaş daha küçüktü Tovfik’ten. Lâkin ondan daha çok yaşamıştı. Konuşmalarından anlaşıyordu.
Gençliğinde girip çıkmadığı iş kalmamış. Eşek ölür semeri kalır. İnsan ölür eseri kalır demiş. Gece gündüz koşuşturmuş. İşçilik, kamyon şoförlüğü derken Almanya’da koca bir patron olmuş. Oteller, lokantalar zinciri… Allah yürü ya kulum demiş. Almanya, Fransa, İspanya, Hollanda, İtalya… Tüm Avrupa’yı dolaşmış. Türk siyasetçileriyle dostluklar kurmuş… İsmail Ünaldı dedin mi tanımayan yok. Anadolu’da gezmediği görmediği yer kalmamış.
Yaptığı iyilikler saymakla biter mi? Almanya’ya ilk giden soluğu onun otelinde alıyormuş. Sorunlarını anında çözüyormuş. Öyle candan, sevecen, fedakâr… Hemşehrileri için canını ateşe atanların başında… Eski Malatya’nın kralı…

 
Biri oradan atılmıştı:
-Tovfik’in damını da biliyor musunuz? Bizler görmedik. O zamanın insanlarının dilinden düşmüyor. Onlardan duyuyoruz.
-Bilmem mi? Şimdiki stadyumun altındaydı. Eski Malatya- Orduzu yolunun başlangıç noktasındaydı. Uç bağlarda. Sivas yolu buradan başlardı. Issız tarlaların kenarında, toprak bir evdi. Tek katlıydı. Sanırım sahibinin isminden dolayı  Tovfik’in damı deniyordu.
Lisedeyken oralara çok kaçıp gitmiştik. Hey gidi günler hey!.. Colis’i, Kara Avni’yi, Kurbağayı, Tuluk Nedimi hep oralarda tanıdım. Okul kaçaklarının mekânıydı orası. Onların her biri ismiyle ün yapmış delikanlılardı. Onlar da Asbuzu’nun krallarıydı. Kuşoğlu da öyle…

Konuştukça anılar bir bir canlanıyordu. O günleri görmeyen, yaşamayan gençlerin merakı doruklara çıkıyordu. İsmail Ünaldı derin bir iç geçirmişti:
-Ah felek ah!... demişti.
Kimine kavun yedirir, kimine kelek
Kimine fistan giydirir, kimine yelek!..

Sözlerine devam ediyordu:
-Şimdi Pınarbaşı’nda olacaktık. Püfür püfür… Sanki orada gökyüzüne klima takmışlar…
-Ya kayaların arasından gümbür gümbür fışkıran buz gibi sular…
-Abiciğim, gene böyle sıcak bir yaz günüydü. Güneşin ortalığı yakıp kavurduğu bir gün… Sabahtan kâğıt kebaplarını fırına verdik. Saat on ikiye bire doğru leğeni kapınca, iki taksi doğru Pınarbaşı demiştik. Meyveleri içkileri önceden hazırlamıştık. On beş yirmi de lâvaş pide… Yemede yanında yat!.. Nasıl koyarsın ağzına, öyle iner boğazına. Agob’un kazı gibi yutmuştuk. Sen de vardın değil mi Hamit?
-Kilimler serilmişti ağabey. Yastıklar dizilmişti. Kavunlar, üzümler gözeye…  Henüz iyice yerleşmemiştik. Pat pat pat diye, sanki dinamit atıldı. Koşup karpuzların yanına gittim ki ne göreyim? Kocaman kocaman üç karpuz paramparça olmuş. Kan revan içinde. Soğuğa dayanamamışlar. Parçalarını kenardan zor toplamıştım.
-Bu kadar da olur mu Hamit? Ufak at da civcivler yesin!..

Kahkahalar, el çırpmalar, gülüşmeler… söyleşi de kırık İstanbul Türkçesi ile yerel ağız birbirine karışıyordu.

 
-Ben de neyi özledim biliy misiniz gardaşlar?
-Neyi, neyi? Orduzu Pınarbaşını mı? Babuktuyu mu? Altınkaşığı mı? İnek Pınarı’nı mı? Venk’i mi, Takas’ı mı?..
-Benim demem şu ki, Sabahleyin Bismillah deyip kalkacaksın. Daha çoluk çocuk uykuda… Teze caminin önünden Ganere’nin yolunu tutacaksın. Oradan kasap pazarında Aziz İzolluoğlu’nu bulacaksın. Merhaba Aziz Efendi, hısım, diyeceksin. Bir hasi şakası, yani yarım erkek keçi gövdesi kestireceksin. Bir hamalın godafasına (sepetine) koyacaksın. Geriye dönüp Ganere’nin içine gireceksin. Sebzeleri, meyveleri, kavunları, karpuzları dolduracaksın.
-Ula, hıyar almayı unutmayasın ha!..
-Hıyarsız olur mu gardaş, deyince kimse kendini tutamamıştı. Kahkahalar yine yükselmişti.
-Çakallar, sözümü hıyarla mıyarla kesmeyin. Nerede kalmıştık? Haa!.. Ganere’den çıkmadan bir de davul gibi kocaman Çarmuzu lahanasını sepetin üstüne oturtacaksın, okka gibi. Yemenici pazarından geçip Söğütlü caminin önündeki yoğurt pazarından da bir külek (tahta bakraç) Orduzu yoğurdunu hamalın eline tutuşturacaksın… Sen önde, o arkada, evin yolunu tutacaksın.
-Tak tak tak!.. Tak tak tak!..
-Gız avrat, nerelerdesin? Kulaklarına kurşun mu aktı? Emiş bacı ile çene mi çalıyordun? Şunları çabuk boşalt. Hamalı bekletme, diyeceksin. Adamın canı çıktı yükün altında.
-Olur herif, gızma. Çene çaldığım yok. Çamaşırları ıslatıydım. Bu gün don yıkanacak da… Ondan geciktim.
-İstediklerini aldım. İçli köfte mi yaparsın. İsot (biber) dolması mı, Lahana dolması mı? İstersen önce bir kaburga doldur ha?.. Ben pek karışmasam iyi olur. Sen bildiğin gibi yap artık.. Her ne yaparsan yap, yanında yarpuzlu ayranlı şovra (çorba) olmalı. Soğuk soğuk… Süt damına erken erken oturtmalısın.

Dinleyicilerden biri atılmıştı:
-Yahu, yemekten başka lafınız yok mu? Ağzımızın şoriği (suyu) aktı. Yetmez mi?

İsmail sözü değiştirmişti:
-Biz, şimdi Eski Malatya’dan İstanbul sinemasına gidiydik. On üç on dört yaşlarındayız. Cebimizde paramız yok hanıya. Benim bir yassı pilim var. Pili ampule değdirip ışık veriyim. Yer gösterip para alayım. Hiç olmazsa yol parası yaparık diyim hanıya.
Aslında biz teşrifatçı değildik. Adamları yanlış numaraya oturtmuşuz. Önümüzde bir de yer kavgası başladı. Ben arkadaşlara dedim, kalkın kaçalım. Lambalar yanar da bizi görürlerse anamızı ağlatırlar.
Sinemadan sıvıştık. Eski Malatya yolundan koşarak gidiyik. Gece, zifiri karanlık. Köpüçlerin orada arkamızdan bir traktör yetişti. Demek ki bizden hızlı gidiymiş. Durdurduk.
-Üç dört kişi olunca adam şaşırmış, korkmuştur. Belki de tumanına (kilotuna) kaçırmıştır. Bilmem vallahi!..
-Yok yok, korkmadığı belliydi. Hemen atladık. Adam Arguvan’da esnafmış. Römorkun içi yiyecek dolu. Kuru incir, ceviz, üzüm… Arkadaşlardan biri:
İsmail, bir çiftetelli çal da oynayalım, diyor. Öbürü, ben de Mevlana’yı isterim diye ısrar edince şaşırmıştım hanıya. İstekte bulunanın birinin ömrü hayatında eli havaya hiç kalkmamıştır. Nasıl olur? Malatyalı Fahri Kayahan’ın cümbüşü gibi bir de ağzımla çalarım hanıya. Ben havadan havaya geçince baktım biri incir dizilerini boynundan aşağı sarkıtıyor. Beline doluyor. Diğerleri şalvarlarının paçalarını bağlamış, cevizleri dolduruyu. Meseleyi çakınca cümbüşün sesini iyice açmıştım.
Vatandaş bizimle keyfe gelmişti. Arkası dönük. Bir de traktörün gürültüsü… İşin farkında olmamıştı.
-Ne güzel havanız var. Keşke bizim köye, Arguvan’a gadek (kadar) gelseydiniz, demişti.
-Eski Malatya’da indik. Hem gülüyor, hem incirleri, üzümleri, cevizleri yiyerekten oynuyorduk.
-Bunları nereden buluyorsun İsmail abi? Birbirinden ilginç olaylar.
-Marmaris’te bir adamla tanıştık. Yabancı ama Türkçe’yi iyi biliyor. Beni üç gün beş gün sabırla dinledi. Sonunda ne dedi biliyor musunuz?
-Sen atmış yıl değil dört yüz yıl yaşamışsın İsmail. Çünkü dört yüz yıl yaşamış olan insanların yaşamını oraya sığdırmışsın.
-Bunlar uydurma değil Kemal. Atmış yıl içinde yaşadığım, gördüğüm gerçek olaylar.
Çok şükür gardaşım, her hayatı tadıyla,  doya doya yaşadım, hanıya. Fakirliği de gördüm, zenginliği de. Hayatımda neden denilecek bir soru, keşke denilecek bir pişmanlık kalmadı. Allah’ıma, bu günüme şükrediyorum.

Yorumlar

  • yorum avatar
    Korkmaz
    22-07-2025 22:56

    Kaleminize sağlık Suat abi. eskiler ah eskiler.

  • yorum avatar
    Battal
    22-07-2025 18:53

    Güzel Malatya... Rabbim bu şehri yeniden ayağa kaldırsın, yardımcımız olsun inşallah..

  • yorum avatar
    Nazik Çiçek
    22-07-2025 18:51

    Kaleminize yürrğinize sağlık Suat bey kardeşim.Kendimi Malatya'da gibi hissettim,zevkle okudum

  • yorum avatar
    Vehbi Aladağ
    22-07-2025 18:33

    Bizde kendimizi orada gibi hissettik ne güzel yazmışsınız kaleminiz açık olsun

  • yorum avatar
    Orhan YILMAZ
    22-07-2025 16:57

    Yüreğine kalemine sağlık İyiki varsın İzmir Torbalıdan Selâmlar

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.