dore okulları
Malatya
27 Nisan, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.45
  • EURO
    34.82
  • ALTIN
    2438.9
  • BIST
    9915.62
  • BTC
    63025.689$

Bunları yazmazsam duramam!

05 Haziran 2022, Pazar 09:08
Bunları yazmazsam duramam!
 




1800’lü yıllarda öldü zannedilerek tabuta konulan birçok insanın aslında yaşadığı ve mezarda kendine geldiği tespit edilmiş. Bazı sebeplerle açılan tabutların iç kısımlarında tabuttan çıkmak için uğraşan insanların tırnak izleri bulunmuş:

Bunun üzerine tabutun içine takılan bir ipin dışardaki ucuna zil takılırmış. Bu zil çaldığında gömülmüş kişinin canlı olduğu anlaşılırmış. Tabi bu da dışardaki zilin hırsızlar tarafından çalınmamış olmasına bağlıymış. Kısmet işte.



Mezarda canlanan insan olayının yakın bir örneği de var:

Brezilya’da Sao Paulo’da mezarlık ziyaretine giden bir kadın bir mezardan gelen inleme seslerinin ardından kol ve baş çıktığını görünce hayatını şokunu yaşamış. Mezardan çıkmaya çalışan kol ve başı görünce hemen görevlilere haber vermiş.

Olay yerine gelen kurtarma ekipleri mezardan çıkmaya çalışan kişiyi yarı baygın halde kurtararak hastaneye kaldırdı.

Mezarda canlanmak ve yeniden hayata devam edebilmek kısmet işi. Ama onun için bile mezarlık ziyaretine gelen birine denk gelmek gerekiyor.

Nasip ve kısmet olayı. Hani eskiler der ya kısmetsiz dayak bile yenmiyor diye. Aklıma Fikret Mualla geldi.

Fikret Mualla bu ülkede yaşamış önemli resim sanatçılarımızdan biridir. O hayatın aksiliklerinden kurtulamamış, kurtulabilme amacı ile de kendisini resme vermiştir.

İnanılmaz zor bir hayat yaşamıştır. Okulda İspanyol Gribine yakalanmış ve annesine bulaştırarak ölümüne neden olmuştur. Bu olay ölene kadar bastıramayacağı bir suçluluk duygusuna neden oldu. Annesinin ölümünden hemen sonra babasının genç kadınlarla evlilikleri onu öfke krizlerine sokan bir ruhsal bunalıma sokmuştur. Ne yazık ki aksilikler ölene kadar da peşini bırakmamıştır. 

Fikret Mualla Fransa’da büyük bir sergi açmış ve tüm tablolarını satmayı başarmıştır. Eserleri Picasso'nun bile dikkatini çekmiş. Onun tablolarına hayran kalan Picasso bir tablosunu satın almıştır. Bununla yetinmeyip kendi tablolarından birini de Fikret Mualla'ya hediye etmiştir. 

Fikret Mualla yokluk içinde yaşarken Picasso'nun resmini görüp beğenen birine bir şişe rakı karşılığında resmi vermiştir. İçkinin zararları işte. Boşuna denmiyor içmeyin diye…



Fikret Mualla tek örnek değil ki içkinin zararlarına. 

Yazar Yılmaz Özdil:

-"Rakıyı Türk'ü de içer, Kürt'ü de, Ermeni'si de, Yahudi'si de…Rumlar da öyle meze yapar ki kardeşim, helali hoş olsun, Kıbrıs'ı veresin gelir!" 

Bu zihniyetler (kendi vatandaşına değil ama elin gâvuruna) vermeye, ikram etmeye o kadar meyillidirler ki; Kerkük’ü Musul’u, 12 Adaları öylesine vermişlerdir. 

Araya parantez açayım. ÖTV’siz araç alma imkânı olan bir arkadaş beğendiği aracı alabilmek için borçlandığında, araca binebilmek için içine koyacak benzine parası kalmayacağından dertlenip kararsızlık yaşarken bir yakını:

-“Al arabanı, koy evin önüne dursun. İmkânın olana kadar kullanmayıver. Sürekli fiyatı artıyor. Bir daha o arabayı alma imkânın da olmayabilir.” Sözü üzerine aracı alıyor. 

Bir vatandaş bunu uygulayabiliyorken “12 adalara biz nasıl gidip, gelir oraları kontrol altında tutarız” diye telaşa kapılıp bu milletin haklarından kolayca feragat eden ve Yunanistan’a hediye eden güya devlet adamları(!)mız oldu. 

Bu zihniyetin en bariz örneği de İsmet Paşa’dır. 

Sanki Ankara yakınlarına kadar topraklarımızı işgal eden, köylerimizi yakıp yıkan onlar değilmişçesine Yunan Kralını Yunanistan’ın “Osmanlı’dan kurtuluş gününde”(!) tebrik ediyor ve bu “mutluluğun” Türk milletince hissedildiğini belirtiyordu. 

İsmet, adaları verdiği yetmediği gibi Türkiye’yi ziyaret eden Yunanistan Başbakanı Venizelos’u karşıladığında onun koluna kendi karısını da takmıştı. Bu taife cömertlikte sınır tanımaz. 



18 Aralık 1940 tarihli Cumhuriyet gazetesinde çıkan haberlerden örnekler var sırada. Tam bir iğrençlik:

Cumhuriyet Gazetesinde katil, tecavüzcü ve sapık Yunan ordusu için “Kahraman Yunan Ordusu” tabiri kullanıldı. İstanbullu kadınların (muhtemelen Rum kadınların) noel hediyesinin haberi sanki Türk kadınlarındanmış gibi lanse edilip ballandıra ballandıra anlatıldı:



“Şehrimizdeki bazı bayanların teşebbüsleri ile "kahraman Yunan askerlerine Noel ve Yılbaşı hediyesi olarak” hazırlanan 8000 kutu şeker ve lokum Kızılay vasıtasıyla Yunan Kızılhaç’ına gönderilmiştir. Bugün 6000 kutu daha gönderilecektir. (Cumhuriyet 18 Aralık 1940)”

 Sadece hediye şekerler ile de yetinmemiş zamanın yöneticileri.

“Açık oy, gizli tasnif sistemi” ile Türkiye Büyük Millet Meclisine sokulan 18 bayan vekillerin 15’inin Yahudi, 3’ünün de Rum olması cömertlikte sınırları zorlamadır.

Güya Vatan kurtarıldı. Güya bunları denize dökmüştük. Ya öğretilen tarih yalan. Ya da İzmirli dayının dediği gibi; “giderlerken itini, piçini, puştunu bırakıp gitmişler.” Bunlardan bazılarını gazeteci olarak, bazısını vekil, bazısını sanayici olarak bir yerlere yerleştirip gitmişler.   

Yazmasam duramazdım. Yazdım. Siz de okudunuz. Şimdi paylaşmazsam duramam deyip paylaşın. Dağıtın. Herkes okusun, bilsin. Bilenlerden olmak iyidir.

Kalın sağlıcakla.