Davulun sesi
30 Eylül 2022, Cuma 09:43
Merhaba Dostlar,
Bu gün sosyal medyada paylaşılan bir düğünü görünce, eski günleri hatırladım. Şöyle bir geçmişe gittim. Bizim çocukluğumuzdaki düğünler geldi aklıma. Köy düğünlerinde 3 gün, davul- zurna çalınır, koçlar kesilir, ailenin ileri gelen büyük kadınları önderliğinde kazanlarda yemekler pişirilir, üç öğün misafirlere verilirdi. Biz gençlere de bulaşık yıkamak ve servise yardım etmek düşerdi. Her şey imece usulü yapılırdı. Akrabalık ilişkileri çok iyiydi. Birbirimize sahip çıkardık, bağlılık vardı. Büyüklerimize hürmeti, gelenek-göreneği, adabı bilirdik. Yorulurduk; lakin düğün de düğün olurdu hani, eğlenirdik. Tüm sülale hep birlikte bir şeyler paylaşmanın verdiği mutluluğun hazzını yaşardık. Güzel günlerdi ve o günler çok geçmişte kaldı.
Şimdi düğünler, düğün salonlarında yapılıyor. Bir de bu düğünleri hangi milletin, hangi ülkenin geleneğine göre organize ettiklerini bir türlü çözemediğim, nur topu gibi organizasyon şirketleri var tabi. Onlardan bahsetmeden bugünkü düğünleri anlatmak mümkün değil. Mesela eski dönemlerde her şeyin bir adabı varmış, davetler usulünce yapılırmış. Eskiler anlatır; düğüne davet etmek için bardak yahut ufak hediyeler gönderilirmiş. Şehrin ileri gelenlerine ise; pahada ağır hediyeler yollanırmış. Davet edilenler de davete icabet ederken; genç çifte, buğday, elbiselik kumaş, koç vs. gibi çeşitli hediyeler götürürmüş. Düğün evine gelen davetliler, kapıda, davul zurna ile karşılanırmış. Şimdilerde durum bayağı değişti. Düğün sahipleri davetlileri aramak yerine, organizasyon şirketlerine davetli listesini veriyor, direkt olarak organizasyon şirketi davetlilerle muhatap oluyor. Organizasyon şirketleri tarafından aranıp düğün törenine katılıp katılmayacağınız teyit ediliyor. Çünkü kişi sayısına göre yemek listesi belirleniyor. Hasbelkader yanınızda bir, iki götürmek isterseniz, ya da sonradan gitmeye karar verirseniz, çantanızda mutlaka atıştırmalık bulundurun, aksi halde aç kalmanız işten bile değil.
Zamanla her şeyde olduğu gibi gelenek, görenek ve ananelerde de değişiklik oluyor tabi, bizim dileğimiz değişikliklerin güzel yönde olması. Kentleşme ve apartman dairelerinde oturuyor olmanın oluşturduğu yer sıkıntısı, insanları düğün salonlarına yönlendirmiş olacak ki, ev düğünleri zamanla tercih edilmez oldu. Bu da diğer değişiklikleri beraberinde getirdi. Mesela 80 ve 90’lı yıllarda yapılan düğünlerde düğün salonu organizatörleri, iki ailenin genç kızlarını salon girişine toplar, ellerine birer mum tutuşturup kapıda taç yaptırırlar, gelin ve damat o tacın altından geçer, yakın akrabaların da katılımıyla salona bir girizgâh yapılırdı. Düğün salonunun müdahalesi yaş pasta kesimine kadar bununla kalırdı. Sonrasında takı töreninde bir kez daha boy gösterir ve kenara çekilirlerdi. Hiç değilse çiftin ilk dansından sonra damadın ve gelinin akrabalarını piste bekliyoruz der, müzikle ilgilenirlerdi. Anonsla tüm akrabalar piste çıkar, gönlünce göbek atar, halay çeker eğlenirdi. Şimdilerde organizasyon şirketi elemanları gelin ve damadı salona getiriyor. Kimseyi piste yaklaştırmıyor, şöyle yapın, böyle yapın diyerek, herkesi yönlendiriyor. Misafirler, düğünü izleyen konumunda bırakılıyor. Sonra düğünün ortasında gelin gidip kına kıyafeti giyerek, tekrar şaşaalı bir şekilde salona dönüyor. Şirket personeli “Bin Bir Gece Masallarını” hatırlatan kıyafetleri ve gelinin nedimeleri sıfatıyla geliyorlar. Nedimeler, ellerinde koca tüy yelpazeleri yelleye yelleye, Arap yahut Bulgar müziği eşliğinde, ortalarına aldıkları gelini salona getiriyorlar. Gelini ortaya alıp garip bir koreografi yaparak dönüp duruyorlar. Tabi kendine özgü bu dans ve figürleri yaparken eş, dost, akraba piste yaklaştırılmıyor. Misafirler, düğüne değil de dans ve şov izlemeye gitmiş gibi oturmak zorunda kalıyor. Bir bilen çıkıp ta demiyor ki, ‘’Bu giydiğiniz kıyafetler ve yaptığınız danslar nedir? Çekilin kenara da eşimiz dostumuzla eğlenelim.’’ Daha sonra bir ara gelin tekrar içeri götürülüyor. Bu defa da farklı bir kıyafetle, boynunda asılı davulla, yine nedimeler eşliğinde, salona geliyor. Yapılan bu saçmalıklar silsilesi içinde en garibi, gelinin boynunda süslü, naylon bir davul ve elindeki tokmağı ile (Ramazan davulcusu misali) davul çalarak pistin ortasında amaçsız bir şekilde dönmesi. Bunun mantığını hala anlamış değilim. Bu koreografiyi kurgulayan, bu kıyafetlere karar veren, gelinin eline o davulu tutuşturan, hangi mantıkla bunları yapıyor, bir türlü çözemiyorum. Asıl tuhaf olan ise; insanların bu tarz akımları sorgusuz sualsiz benimsiyor olması.
Gelelim nedime pozisyonundaki şirket personeline. Düğünlerdeki nedime geleneğinin tarihi Antik Roma dönemine kadar dayanıyor. Amacı düğün hazırlıkları esnasında geline yardımcı olunmasını sağlamak. Antik Roma döneminde ortaya çıkan bu geleneğin tek amacı bu değilmiş tabi. O çağlarda on nedime, on sağdıç seçilir, bunlar gelin ve damadın birer kopyası olacak şekilde giydirilirmiş. Bunda maksat, şeytani ruhların kafasını karıştırarak gelin ve damada nazar değmesini engellemekmiş. Zaman içerisinde amacı değişmiş olsa da bizim ananelerimize, kültürümüze tamamen yabancı bir olgu. Birileri başka kültürlere ait bu gelenekleri farklı olsun diyerek, allamış, pullamış, getirmiş, bizim geleneklerimizin içine eklemiş. Hiç kimse de ‘’Bu nedir? Niye böyle yapıyoruz? ‘’diye sorgulama gereği duymamış. Organizasyon şirketlerinin bu garip formatları bir şeyler eklenerek, zaman içerisinde yayılıyor.
Bu kıyafetler, gelenekler hangi kültürün ürünü? Biz ne maksatla güzelim geleneklerimizi bırakıp ta bu abuk sabuk şeyleri düğün geleneği haline getirdik bunu iyi düşünmek ve sorgulamak lazım. Bir de 3-4 saatlik düğün için gelinin 3 kez kıyafet değişmesi mevzusu var. Hadi biri gelinlik, diğeri kına kıyafeti de üçüncü kıyafet neyin nesi. Asgari ücretin beş bin beş yüz lira olduğu, ekonominin can çekiştiği, insanların geçim sıkıntısı çektiği bir dönemde bu nasıl bir savurganlıktır, bu neyin şımarıklığıdır? Her kız babasının prensesidir. Lakin bizler kraliyet ailesinden değiliz. Bunca şatafat, bunca lüzumsuz harcama, orta gelirli aileler için bir lükstür. Bu pahalılık döneminde bir maaşla geçinecek insanların, düğün adı altında bir ton lüzumsuz harcama yaparak, daha evlenmeden borç batağına düşmesinin hiçbir mantığı yoktur. Aileleri bunca gereksiz masrafa zorlamanın bir manası yoktur.
Bugünkü yazımı Mevlâna Celâleddîn-i Rumi’nin ‘‘ Ne kadar bilirsen bil söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır.” Sözleriyle noktalamak istiyorum.
Anladığınız kadarız. Sağlıcakla kalın.