dore okulları
Malatya
26 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.56
  • EURO
    34.95
  • ALTIN
    2443.9
  • BIST
    9716.77
  • BTC
    64265.34$

DÜN BİR YAZI YAZMIŞTIM!...

04 Aralık 2014, Perşembe 19:31

Evet, dün bir yazı yazmıştım. Yıkılmış ve bitmiş bir vaziyette akşamlamıştım. Çünkü imanına ve ahlakına güvendiğim başta Büyükşehir Belediye Başkanım Ahmet Çakır ve bilerek hata yapmayacaklarını düşündüğüm kardeşlerim olduğu halde, nasıl olur dercesine bir yazı! Genel sekreter ve yardımcılarının odalarına duş yapıldığını konu alan, ağır eleştiri bombardımanı yaptığım bir yazı!...

 

Ama belediye içerisinde çok sevdiğim, güvendiğim ve itimad ettiğim bir hukukçu kardeşim gece yarısı mesaj atarak, sabahleyinde arıyarak konunun aslının öyle olmadığını, başlangıçta böyle bir konunun sadece konuşulduğu, ama başta Sayın Başkanın ve ekibinin bu işe razı olmadıklarını söylemesi üzerine yüreğime su serpildi. Çünkü amacım yazı yazıp kendisini takip ettirmek değil, yanlışa dur demekti. Ortada dillendirilen bir olumsuzluk varsa, neticesine bakılır! Bu yapıldı mı yapılmadı mı diye. Karşı çıkılan yanlış ortada yoksa geriye mesele de kalmamıştır.

 

Dün ne kadar üzülmüşsem, bugün de o kadar sevindim. Eleştirdiğim Genel Sekreter ve yardımcılarının odalarına duş değil, sadece tuvalet ve lavabo yapılmış olması beni kısmen rahatlattı. Dışardaki ben, konuyu eleştirirken içerde benden önce birileri bu yanlışa dur demişse nasıl sevinmem! Zira Rabbim biliyor ki amacım bağcıyı dövmek değil, üzüm yemektir. Hamdolsun ki kardeşlerimiz böyle bir durumun vebalinin altına girmemişlerdir!

 

Bundan dolayı önce Sayın Ahmet Çakır'a teşekkür ediyorum. Sonra da yanlışa düşmedikleri için yakın çevresindeki ekibini tebrik ediyorum. Böyle olmalı işte! Dost dosttan yana üzücü bir şey duyduğunda, akabinde duyduğunun yanlış olduğunu duymaktan daha güzel bir duygu yoktur. Çünkü bizlerin sorumluluğu ve vebali sıradan diğerleri gibi değildir. Yarım asırdır bu makamlara gelip adil yönetim sergilemek için çalışıp didinirken, elimize fırsat geçince aynısını yaparsak Allah bizi iflah etmez. Bizler inanan insanlarız. Yapacağımız her hatayı bir de dinimize sayarlar!

 

İnsanoğlu hep adaletten bahseder. Hz. Ömer'in adaleti der! Ama bazen de fırsat ele geçtiğinde başkalarından daha zalim olabilir. Partimizin adı, Adalet ve Kalkınma Partisi iken, Adaletsizlik ve Kayırma olursa hesabını Allah'a veremeyiz. Bir gün birileri çıkar bu makamları da elimizden alır. Zira makamlarla şereflenmek için değil, o makamları şereflendirmek için oralardayız. İnsanlığa hizmet ve Yüce yaratıcımızın rızasını kazanmak için makamları işgal etmeliyiz.

 

Bugün toplumun söylediği ile yaptığı birbirini tutmamaktadır. Ya bugün söylediğini yarın inkar ediyor, yada dün söylediği ile bugün yaptığı aynı olmuyor. Oysa Ömer örneğimizdir dediğimizde Hz. Ömer gibi olmamız ve nefsimize yenik düşmememiz gerekir. Ömer'leri Ömer yapan, sözleriyle özlerinin bir, yaptıkları herşeyde Allah'ın rızasının olmasıdır. Bu nedenle adalet denilince ilk akla gelen Ömer ismidir. Ömer ismi anıldığında da ilk akla gelen Adalettir. Tarihte iki Ömer, eşi benzeri olmayan bir şekilde adalet ve devlet başkanlığı ile anılırlar. Adeta adalet onlarla özdeşmiştir. Birincisi İslam'ın 2. halifesi, Peygamberi Zişanın kayınpederi Hz. Ömer, diğeri ise; islam tarihinde 2,5 yıllık döneminde fakirin kalmadığı, zekat verilecek insanların bulunmadığı eşsiz devlet başkanı Ömer Bin Abdulaziz'dir.

 

İşte o  Ömer der ki: “Fıratın kenarında otlanan devenin ölmesinden Allah'ın Ömer'i sorumlu tutacağından korkuyorum”

Yine o Ömer, bir gece tebdili kıyafet ile şehirde dolaşırken yaşlı bir ninenin kendisine beddua ettiğini duyar. Kapıyı çalar ve içeriye girer. Yaşlı nineyi ve halini sorar. Nine durumunun perişan, çocuklarının aç olduğunu söyler. Hz. Ömer; peki niye Ömer'i suçlayıp beddua ediyorsun? Ömer bu halinizi nereden bilsin ki? deyince; yaşlı nine; Madem Ömer bizim halimizi bilmeyecekti, bizden haberdar olmayacaktı neden halife oldu? cevabını verir. Bunun üzerine Ömer gider, sırtında un çuvalı ile yaşlı ninenin evine döner.

 

Yine bir gün Hz. Ömer hutbe verirken sahabenin biri kalkar ve Ömer'in üzerindeki kıyafetin hesabını sorar. Çünkü bir gazve sonrasında ganimet mallarından herkese bir kumaş dağıtılmıştı. Ama kumaş, bir elbiseye yetmiyordu. Hz. Ömer ise aynı kumaştan bir elbise giymişti. Sahabe bunu görünce acaba Ömer kendisine fazla kumaş mı aldı diyerek Ömer'e hesap soruyordu!

Ömer, sözünü kesip oğlu Abdullah'a yönelerek ey Abdullah! Sen cevap ver demişti. Abdullah ayağa kalkıp, kendisinin payını da babası Ömer'e verdiğini, iki paydan bir elbise yapıldığını söylüyordu.

 

Düşünsenize İslam devletinin başkanı, İslamda fazilet sırasında 2. kişi, Peygamberin en yakın arkadaşı, Allah Resulu S.A.V.'in “eğer benden sonra peygamber gelseydi Ömer pygamber olurdu” dediği adalet timsali Hz. Ömer, ganimet malından oğlunun payına düşeniyle beraber ancak bir elbise yapabilmış ve giymiş, bunun da hesabı kendisine sorulmuştur…

 

Onları örnek ve özel kılan şey neydi?

Hz. Ömer halife seçildiğinde kürsüye çıkar ve Ey insanlar! Size adalet ile hükmetmezsem ne yaparsınız? dediğinde, sahabe kılıcını çekerek, vallahi seni kılıcımızla düzeltiriz demişlerdi. Ömer, yanlış yaptığında kendisini düzeltecek arkadaşlarının olduğunu görmüş ve Allah'a şükretmişti. Oysa Ömer'in heybeti ve korkusu sadece insanları değil, şeytanları bile sarmıştı. “Şeytan Ömer'i gördüğünde yolunu değiştirir” diyordu efendimiz S.A.V. Buna rağmen yaltakçıları, yağcıları, menfaatçıları ve yalakaları yoktu. Bütün şiddetine ve haşmetine rağmen adalet ile hükmetmediğinde itaat etmeyecek ve boyun eğmeyecek bir sahabe topluluğu vardı karşısında.

 

Bugün ise, günahına sevap diyen, efendim her şeyi siz daha bilirsiniz demekten başka numarası olmayan, karşısında iki büklüm, seni ben yarattım dese dahi, tabi efendim siz olmasanız bizler olmayız diyen, efendim bakınız sizin yüzüsuyu hürmetinize yağmur yağıyor, bakınız içerde sinek bile yok, bu sizin lütfunuzladır diyen bir toplum olduğu için, idareciler adaletten sapmış, toplumda sapıtmıştır.

 

Bu nedenledir ki; kardeşlerim kalemimin sivri, eleştirimin ağır olduğunu gördüklerinde, Sahabenin Hz. Ömer için kılıçlarını kınından çıkarıp “seni kılıcımızla düzeltiriz” sözünü ve hareketini hatırlasınlar. Ne bizler bir yanlış gördüğümüzde avcının avını görmesi gibi olalım, nede karşımızdakiler düşman kesilsinler! Bizler birbirimizin tamamlayıcısı olmalıyız. Kardeşinin hatalarını görüpte susan, uyarmayan kardeş değildir. Bizler daha bir şey de değiliz. Daha bir şey yapmadık ki!

 

Ne zaman ki;

Ömer Bin Abdulaziz dönemindeki gibi zekat verilecek, yardıma muhtaç kimse kalmadığı zaman birşeyler yaptık diyelim!...

Elimize yiyecek, sırtımıza un çuvalını alıp fakirimize götürdüğümüz zaman görevimizi yaptık diyelim!...

Kapılarımızın önünde insan kuyruğu oluşmadığında çalıştık diyelim!...

İşsizlik müracaatları bittiğinde, birileri için aranmadığımız zaman başarılı olduk diyelim!...

Güvenilir olduğumuzda, halk bize itimad ettiğinde, sosyal dengeyi sağladığımızda, fakirimiz kalmadığında çalıştık diyelim!...

 

Duşlu makam odaları başlığıyla yazdığımı yayından kaldırırken, aynısı yada benzeri bir durum vuku bulursa daha fazlasını yazacağımı bilirsiniz. Benden önce bu yanlışı engelleyenlerin olması beni çok daha mutlu etmiştir. Doğruyu bize gösteren ve yaptıran Rabbime hamd ediyorum. Yanlıştan dönmek erdemliliktir. Öncesinde de Allah'ın emridir. Rabbimin emrine amade kullarından olmak dileğiyle…

 

Fi emnaillah…

Ebuzer AYDIN

Ey Kalemim! Bir gün doğru bildiklerini yazmazsan kolumla beraber kırar atarım seni…