dore okulları
Malatya
25 Nisan, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.49
  • EURO
    34.96
  • ALTIN
    2429.8
  • BIST
    9806.49
  • BTC
    63602.31$

El el epenek, Elden düşen kepenek 

08 Mayıs 2022, Pazar 13:50
El el epenek, Elden düşen kepenek 
 




“Ak saçlı başını alıp eline,
Kara hülyalara dal anneciğim!
O titrek kalbini bahtın yeline,
Bir ince tül gibi sal anneciğim!“


(Necip Fazıl’dan)

“Herkese içindeki iyilik kadar bir hayat dilerim”

Merhaba değerli okurlarım. Yıl kadar uzun gelen bir ayrılığın sonunda yeniden aynı sütunlarda birlikteyiz. Muhtemelen geçen hafta yazmadığımın bile farkında değilsinizdir. Ama ben sanki özlenmişim ve bekleniyormuşum gibi makaleme başlıyorum.

Çocukluk yıllarım rahatsızlıklarımla, hastalıklarımla geçti. Annem diğer iki çocuğu ile uğraştığının kat kat fazlasıyla benim için uğraştı, emek sarf etti. “Kendinizi hazırlayın, fazla yaşamaz” denilen ben için olanca gücüyle koşturdu ve ümidini hiç kaybetmedi.

Doktorum zayıf düşen vücudum için ilaçlar vermişti. Hatırlıyorum bir hap vardı ki o zamanki bana göre bardak ağzı kadar büyüktü. Ya da onu ben öyle görüyordum. Annem hapı kırarak parça parça yutturmayı bile denemişti. Olmamıştı. Annem son çare olarak dedemden köyümüzün tereyağından ve kestane balından istemişti. Ben halsiz yattığım uzunca bir süreden sonra o zamanın şartlarında “hemence geldi” denen bir sürede tereyağı ve bal gelmişti. Annem sabahları sıcak süte bir kaşık köy tereyağını ve bir kaşık kestane balını karıştırıyor, bu üçlüyü iyice kaynaştıktan sonra da bana içiriyordu. Sabah aç karnına, akşam da yatmadan önce içtiğim bu karışım müthiş lezzetli ama oldukça ağır diyebileceğim kıvamda idi. 

Kontrol zamanı geldiğinde annem beni alıp dispansere götürdü. Film çekildi. Doktor filmi inceler incelemez anneme dönüp:

-“Siz bu çocuğa ne yaptınız? Ne yedirdiniz?” Diye sordu. Soru şaşkınlık sorusu olmasına rağmen annem soruyu sert bulmuş, biraz da korkmuştu. Ezile ezile:

-“Verdiğiniz hapları yutamadı. Her hapı aldığında istifra etti. Ben de köyden tereyağı ve Kestane balı istedim. Onu sütle karıştırıp içirdim” diyebildi.

-“Sonuçlar çok şaşırtıcı şekilde güzel. Verdiğim ilaçlar en iyisi. Ama onlarla bile bu sonucu almamız imkansızdı. Çok iyi. Çok iyi..”

5 ya da 6 yıl önce bende ara ara öksürük başlamıştı. Doktora gittim. Akciğer filmi çekildi. Akciğerimin bir tarafı yarım. Küçükken geçirdiğim o rahatsızlığın kalıntısı. Bu yaşa kadar doktor yüzü görmediğim için yeni fark ettik. “Bir zararı olmaz ama sadece hava değişimlerinde öksürtür” dedi doktor. Askerden önce bilseydim “hava değişimi” alıp izne bile gitmezdim. 

Annemin hakkı ödenmez. Bu bütün anneler için aynıdır ama benim annem daha bi önde.

Doktor bir başka rahatsızlığım sebebiyle 30 gün boyunca vurdurmak üzere iğne vermişti. Beni çok korkutan ve ağlatan iğnelerdi. Annem 2 sokak aşağıdaki iğneciye götürür, her iğneden sonra pastaneye uğrar ve üzümlü kek alırdı. Silindir şeklinde yapışmış yağlı bir kağıdın içinde pişen bu üzümlü kekin en lezzetli yeri de alt kısımları olurdu. Çünkü üzümler pişerken alta doğru kayar, dipte toplanırdı. Yeme sırası alta geldiğinde daha bir lezzet alırdım.



İşini yapıyorsan severek yapacaksın. Adam pastaneci. Üzümlü kek yapıyor. Üzümler hamurun içinde dibe doğru kayıyor. Halbuki üzümleri biraz unlayıp unun içinde mıncıklasa ve hamura öyle koysa üzümler kekin her yerinde sabit kalacak. Bunu da çocuk aklımla ben söyleyecek değilim. Zaten bilmezdim de. Ama pastanecimizde araştırma keşfetme ruhu yok. İşini öylesine yapıyor. Millet de alternatifi olmadığından yiyor.
Velhasıl iğneci teyze korkum sebebiyle annem ondan iğne yapmayı öğrendi. Birkaç denemeden sonra da iğnelerimi acıtmadan yapmayı gerçekleştirdi.  Başına ne iş açıldıysa benim yüzümden oldu. Kadıncağız bu yaşına kadar da mahallenin iğnecisi görevinden kurtulamadı.

*** 

Orta yaşlı kadın, evin içinde telaşlı bir haldeydi. Eşyaların yerini değiştiriyor, örtüleri düzeltiyor, arada bir mutfağa gidip pişmekte olan yemeğe bakıyor, tekrar salona dönüyordu. Sokaktan gelen her seste pencereye koşuyor, her duyduğu kapı zilinde de başkasının zili olduğunu anlayıp üzülüyordu.

Başka şehirde iş bulan oğlu hem uzak yerde olduğundan hem de izin alamadığından 2 aydır gelememişti. Orta yaşlı kadın, büyük bir özlemle oğlunun gelmesini ümit ediyor, kulağı zil sesinde, ayak sesinde telaşla bekliyordu. Her anneler gününde, çocuğunun ona “Anneciğim, anneler günün kutlu olsun” diyerek, boynuna sarılmasına öyle alışmıştı ki, sanki oğlu kapıdan giriverecek ve koşup boynuna sarılacaktı, sonra da onun için hazırladığı tatlılardan yiyecekti. Oysa oğlu geleceğini de söylememişti. Kadın, boynu bükük: 

-“Ya gelmezse, ya izin alamadıysa” Diye düşündü. İçini özlem dolu bir alevin yalayıp geçtiğini hissetti. Taa sabahtan hazırlığa başlamıştı.. Telaşlı halini gören eşi, sorup durmuştu:

-”Bu telaşın niye?” diye ama cevabını bir türlü alamamıştı. Sonunda da kadın:

-“Bugün evde işim çok, sen git, gez biraz” diye ısrar ederek, eşini rica, minnet dışarı çıkarmıştı. “Ya, telaşımın nedenini anlarsa, ya saatlerce beklediğim halde oğlum gelmezse” diye düşünmüştü. “Gelmezse” düşüncesiyle bir daha yüreği titremişti.

Saatler geçip gidiyordu, öğlen olmak üzereydi:

-“ Gelemiyorsan, bir telefon et bari, ‘anneciğim’ de..”

İçinde sıkıntı armaya başlamıştı;

-“ Anneler gününü kutlamak için bir telefon bile etmeyecek mi acaba? Ben böyle bekliyorum ama o belki hatırlamadı bile. ‘Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur’ sözü anneler için de geçerli olur mu hiç. Olamaz canım, bir telefon eder en azından. Hoş telefon yetmez, özledim yavrumu, kara gözlerini, yaramaz gülüşünü. Hıh.. yaramaz, dediğimi duysa yine darılır, ‘Beni çocuk gibi sevme’ der. Sanki nasıl seveceksem…”

Çocuğunu düşündükçe, onunla konuştuğunu düşündükçe yüzü gülüyor, farkında olmadan bir anda neşeleniyordu. Sonra duvardaki saate gözü takılıyor, yeniden durgunlaşıyordu.

“- Gelmeyecek, telefon bari etse..” diye düşündü istemeye istemeye.

“-Sesini bari duymuş olurum”. Tam böyle düşünürken, cep telefonunun sesiyle irkildi, omuzlarında bir yorgunluk, bakışlarında bir burukluk telefona uzandı., ekranına baktı, arayan oğluydu. Sevinmeli miydi? sevinemedi. …acaba …acaba gelemeyeceğini söylemek için mi aramıştı. Telefonda kutlayıp geçecek miydi anneler gününü? Sarılamayacak mıydı yavrusuna? Açtı telefonu:

-“Alo..”

-“Alo, nasılsın anneciğim?”

-“Sağol yavrum, sen nasılsın?”

-“İyiyim anneciğim.”

-“Ne yapıyorsun, işler nasıl?”

-“Biraz zor oldu ama alıştım, hem bu şehre, hem de işe alıştım.”

-“Öyle mi yavrucuğum?”


Söylemiyordu işte ne telefonda kutluyordu, ne de gelmiyeceğini söylüyordu. Sonunda dayanamayıp sordu;

-“İzin aldın mı yavrum?”

-“Evet anneciğim, izin aldım. Sen nerden bildin?”

-“Nerden mi, anneler günü için izin almadın mı?”

-“Ha, anneler günü doğru ya. Anneler günün kutlu olsun anneciğim.”

-“Sen sen.. bunun için izin almadın mı?”


-“Ah anneciğim, çok sevdiğim, benim için çok önemli bir bayanı görmeye gideceğimi söyledim. Şefim de izin verdi. Şimdi onun yanına gidiyorum.” Orta yaşlı kadın durakladı, sesine hâkim olmaya çalıştı. 

-“Öyle mi, nasıl biriymiş bu, kimmiş?"

-“Anneciğim, emin ol bana, senin daha önce yaptığın yemeklerden daha lezzetlisini, daha önce yaptığın tatlılardan daha tatlısını yapmıştır, beni bekliyor şimdi.”

-“Ben… şey… tamam yavrucuğum. Şey, umarım o da seni seviyordur.”

-“Sevdiğine eminim anne, zaten bu ilk iznimi sırf onu görmek için aldım. Babam nerde anne?”

-“Dışardaydı yavrum. Hah.. Kapı çalıyor, sanırım baban geldi.”

-“Tamam anne selam söyle, ben de mis gibi kokuların geldiği, dünya da en çok değer verdiğim bir dünya güzelinin kapısındayım.”


-“Tamam yavrum, söylerim. Sonra yine ara yavrum. Allah’a emanet ol.” Deyip telefonu kapattı. Oysa ne kadar özlemişti oğlunu. Ne kadar görmek istiyordu. Kapıya eli uzanırken, gözünden süzülen yaşlara engel olamıyordu. Kapıyı açtığında, boynuna atılan oğlunun:

-“Canım anneciğim, anneler günün kutlu olsun!” diye bağırması sanki bir rüya sahnesiymiş gibi geldi. Oğlu;

-“Anneciğim, seni sevindirecek bir sürpriz yapayım dedim, lütfen ağlama” dese de, annesi sevinçten hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

*** 

“Makalenin sonuna geldik. Ama yazının başlığı ile ilgili tek kelime yok. Ne alaka?” dediğinizi duyar gibi oldum. 

Orasını da siz düşünüp bulup uydurun. Her şeyi devletten beklemeyin!

Kalın sağlıcakla.