dore okulları
Malatya
23 Nisan, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.57
  • EURO
    34.89
  • ALTIN
    2435.2
  • BIST
    9645.02
  • BTC
    66793.93$

Emn-ü Eman ve İmân

13 Ağustos 2021, Cuma 09:04
Emn-ü Eman ve İmân




Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla,

İmânın muhâtabı gönüldür. İnsanı, yaratılış hakikâtine ulaştıran da gönülde zuhur eden aşktır.

Kalbin mânevî gözü, kulağı, dili ancak imân nûruyla dile gelir. İnsan-ı kâmilin gönlündeki imân nûrunun özü ise nûr-u Muhammedî'dir. Gönlün nûrlanması; nûr-u Muhammedî ile buluşmasıdır.

Rabbü'l Âlemîn, yüce kitabı Kur'an-ı Kerim'de izâhen buyurmuştur ki: "Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübârek bir ağaçtan çıkan yağdan tutuşturulur. (Bu öyle bir ağaçtır ki) Yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir. (Bu öyle bir ışıktır ki) Nûr üstüne nûrdur.

Allah dilediği kimseyi nûruyla hidâyete erdirir. Allah insanlara (işte böyle) misâl verir; Allah her şeyi bilir." (Nûr/24, 35.)

"Allah, iman edenlerin dostudur/velîsidir. Onları karanlıktan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velîleri ise tâğûttur. (O da) onları aydınlıktan karanlıklara (sürükleyip) çıkarır. Onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalırlar." (Bakara/2, 257.)

"Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak gönderdik." Ahzâb/33, 45-46.)

Allah birdir ve tektir. O'nun nûru da tektir ve birdir. Nûr-u hakikâte kalbin gözlerini açması da; nûr-u Muhammedî'yledir. Kalp gözlerindeki bu nûr ile bakanlar milyarlarca da olsa her biri tek vücûd, bir ümmettir, her biri nûr-u Muhammedî'yi yansıtan birer âşık-ı Muhammed'dir. Ümmet; tevhîddeki özün ictimâî hayata tezâhürüdür. İnsanda tecellî eden hâliyse hepsinin tek bir mânâ içinde eriyip yok olduğunu müşâhede etmektir. Bu yok oluş; özünde o nûra bağlı olmasından mütevellit hakikâtinde Allah'a tam mânâsıyla kavuşmaktır.

Öyle ki, o nûr tek olmasaydı ve tümü nûr-u Muhammedî'de bir olamasaydı; ne zâhir ne bâtın âlemde, bu birlik ve beraberliğin olması sonsuzlarca mümkün olmayacaktı.

Damlaların denize karıştığında ancak deniz, karışmadığındaysa ancak bir hiç olabileceği gibi.

Aşk eri Hazret-i Mevlânâ Celâleddin Rûmî'nin, "Bu dünyada hangi ilmi tahsil etmeli, neyi öğrenmeli, neleri unutmamalı ve hangi meseleleri halletmeli?" suâllerine verdiği cevap misâli.

Buyurmuşlardır ki: "Sadece tek bir şeyi öğrenseniz ve öğrendiğiniz o şeyi hiçbir zaman unutmasanız size kâfidir. Bu dünyaya niçin geldiğinizi, neyi tahsil etmeniz gerektiğini hiçbir zaman unutmayın. Eğer bunu unutursanız; ilim, bilgi ve hikmet adına hatırınızda ne olursa olsun bir faydası yoktur.  Ama bunu unutmazsanız; diğer unuttuklarınızın da pek zararı yoktur."

İmânı bu cihetiyle kavramak için akıl, insanı diğer canlılardan ayıran en büyük nimetlerdendir.

Lâkin, akıl düşünse de, sınırlıdır; nûrlar âlemîni müşahede edemez. Bu minvâlde aklın mânâ sahasındaki eksikliklerden biri de odur ki; zıt kabul ettiklerini birleyemez. Bu ancak imân-ı kâmil bir kalbin hüneridir. Akıl, nûru müşâhede edememesinden ötürü zıtlıklar arasında kaybolur. Zıtlıkların da birleşmesi elbette ki akıl âleminin ötesindeki gönül gözünün müşâhedesiyle mümkündür. Bu da hakikî bir emn-ü eman ve imân iledir. 
Böyle bir kalp, Cenâb-ı Hakk'a ihlâs ve imân ile teslimdir. Akıl, imân eden kalbe; hissiyât ve âzalar imân eden akla; tümüyse, imâni o nûra teslim olunca hakikât kendini izhâr eder.

Tahkik, tasdîke erince o zaman da  Allah, öyle bir kulunun tek bir zerresini dahi bırakmadan bizzat teslim alır, tüm kâinât da o kulun teslimiyetine teslim olur ve şahsımanevide tek bir nûr olurlar. O nûrun makâmı da hiçbir korkunun korkutamadığı, hiçbir yalanın kandıramadığı, hiçbir zelilin erişemediği; kalptir, gönüldür.

Gönül ve kalp ile bağlantısı olmayan, nûr ile nûrlanamayan akıllar; ikilik, şirk, putperestlik ile zifiri karanlığa mahkûmdurlar.

Şu misâl-i âlem, şu kâinat; varoluşun delili hükmündedir. Bizatihi akıl gözüyle şahit olduğumuz şu zâhiri kâinat zerreden küreye kadar Allah'ın varlığını ve birliğini ispât ve tahkîk etmektedir. Fakat akıl tek başına bunu tasdîk edemez. Dirilmeyi tahkîk etse de, ölümü tasdîkleyemez. Güneşi tahkîk etse de, nûru tasdikleyemez.

Kâinattaki her zerre vahdeti tasdîk edip ispatlarken, aklın bunu tahkîkten öte geçirememesi, bu hakikâti tahsil edememesi; mânâ âlemine açık olan gönlün feyzinden ve nûrundan mahrum kalmasındandır. Çünkü akıl, bir şeyin varlığını kabul etse de, kabul ettiği şeyle birlikte kendi varlığını da dava eder. Putperestlik için iki yeter. On olmuş, yüz olmuş, binler olmuş fark etmez. İkiliğin getirdiği helâka müstehâk olur.

"Bedevîler “İman ettik” dediler. De ki: “İman etmediniz. (Öyle ise, “iman ettik” demeyin.) “Fakat boyun eğdik” deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve Peygamberine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir." (Hucurât/49, 14.)

'Ben yokum, Sen varsın' hakikâti akılla bilinmez. Bilinmedikçe bulunmaz. Bulunmadıkça olunmaz.

Olmadıkça da insanın gerçek hüviyeti olan imâna erişilmez. 

Istikâmet; sırât-ı müstâkimdir. Bu yola yalnızca Allah için, Allah adına çıkılır. Hiçbir garaz ivaz olmaksızın, menfaat maslahat bulunmaksızın; sadece O'nun rızası için.

Cenâb-ı Hakk'a ancak Cenâb-ı Hakk ile erişilir. Yalnızca O isterse ve murâd ederse, zâtına ulaşılan vuslat yolu açılır.

Hülasa, Allah-ü Teâlâ'nın seni istediği aşikâr..

Sen de gönlüne bir nazar eyle; O'nu yine O'ndan iste...

Vesselâm...