dore okulları
Malatya
08 Mayıs, 2024, Çarşamba
  • DOLAR
    32.25
  • EURO
    34.70
  • ALTIN
    2400.9
  • BIST
    10247.75
  • BTC
    62553.9$

Gönül mahkumunun dokunulmazlığı yoktur

28 Eylül 2015, Pazartesi 16:50


(Yazıyı tıklayarak dinleyebilirsiniz)
1 Kasım seçimleri için 20 Nisan 2015 tarihinde Ak Parti aday listeleri açıklandığında teşkilatın bilip beklediği, fakat halkın tahmin bile edemediği ve beklemediği Malatya listesi herkesi şaşırtmıştı. Eski iki vekil, eski il başkanı ve dışarıdan iki tane aday. Birde dostlar pazarda görsünler misali son sırada seçilemeyecek biri. Ak Parti seçmeni bir anda neye uğradığını şaşırmıştı. Sonuç ne olur diye soranlara; O gün dedim ki; şimdi taziyemiz var. Eğer bu halk taziyeyi erken bitirir davul çalmaya başlarsa, eskisi gibi Ak Partiye oy verecektir. Yok eğer taziye devam ederse de Ak Partide büyük bir düşüş olacaktır. Ak Partili de olsam gerçekleri konuşmamız lazım dedim. Nitekim dediğimiz gibi oldu. Her ne kadar beş vekil çıkarsakda hatırı sayılır bir oy kaybına uğradık. Türkiye genelinde de oy kaybına uğradık ama, Malatya gibi Ak Partinin oy deposu olan yerde bu kadar oy kaybı beklenmiyordu.

Her ilde dışardan listeye dahil edilen adaylara genelde tepki gösterilir. Bir Ak Partili olarak tepki gösteremezdim. Beklemeyi, sabretmeyi denedim. Ama maşaallah yenilerden elimizi tutan, kurumumuza ziyarette bulunan, selam veren olmadı. Yıllardır halk olarak bedeli bizler ödemiş, onlarsa hazıra gelip konmuşlardı. Olsun önemli değil, aynı davanın adamlarıyız ve aynı kulvarda yarışırken sonuca odaklanmamız gerekirken, birbirimizi küçük şeylerle eleştirmememiz lazımdı. Dışarıdan listeye dahil edilenler genelde eleştiri alırken, Malatya'nın iki adayının daha iyi olduğu ve diğerlerindende belki iyi olacağı kanaatiyle de yazılar yazmak istedim. Yine hele nolur bakalım sonunu görelim diye bekledim. Aklıma şu hikaye geldi onun için yazmadım;

Bir gün ormanda Aslan ölünce hayvanlar başlarına yeni bir kral seçmek için toplanmışlar. Herkes söz alıp görüşünü bildirmiş, sıra tilkiye gelmiş. Tilki, bakın arkadaşlar benim rengim aslana benziyor, tüyüm, yapım, kafam vs. Kuyruğum burma burma beni kral seçerseniz size adil davranırım demiş. Hayvanların çekincesi de tilkinin tavukları yemesi olmuş. Bunun üzerine tilki, tavukları yemeyeceğine dair namus ve şeref sözü vermiş. Bunlarda tilkiyi kral seçmişler. Bir süre sonra bakmışlar ki, tilki sözünde durmadı ve tavukları yemeğe devam ediyor. Akşam toplanmışlar, tilkiyi bir güzel dövüp yere sermişler. Sonra da demişler ki; Biz aslında senin tilki olduğunu biliyorduk ama, senin tüylerin bizi aldattı.

Aslında kural kuraldır, değişmez. Halkla genleri uyuşmayan dışarıdan gelenlerin aynı olduğunu biliyorduk ama; bir iki konuşmasına denk gelince aslana benzeyen tilki misali aldandık. Sözüm; Dr. Taha ÖZHAN Beye değildir, kendisini tenzih ediyorum. O iyi bir bürokrat, genç yaşında aklı başında, gelecek vaad eden bir devlet adamı. Başbakanımızın başdanışmanı ve vekilimizdir. Bakanlık yapabilir, Ankara'da her görevi ifa edebilir. Ancak Malatyalıların istediği profildeki vekil değildir. Öyle bir vekillik de yapamaz. Alışma ve çalışma şartlarına uygun değildir. Yine de Taha Beyin Malatya'nın vekili olması önemli bir kazanımdır. Fakat ben olsaydım Taha Beyi Ankara yada İstanbul'dan gösterir, Malatya'nında böylece vekil sayısını arttırmış olurdum. Buda Malatya için artı bir kazanım olurdu.

Sözüm; İnsanlara tepeden bakan, rencide etmek için espiri yapan, kibir abidesi, insanları bozarak üstünlük taslayan, uzaktan farklı, yakından bakınca farklı renkte olan, en yakın arkadaşına bile çimdik atan Nurettir YAŞAR'ADIR. Bayramın birinci günü teşkilat bayramlaşmasında ortak dostumuz Doç. Dr. İlhan GEÇİT Bey beni çağırarak Nurettin bey ile tanışmamıza vesile oldu. Nurettin abimiz dediği zat ile ilk defa selamun aleykum, nasılsınız diyordum. Zatı alileri mecburiyetten elimi tutarak fakat, selamımı almadan merhaba demeden, nasılsınız demeden, bayramınız mübarek olsun demeden kibirli bir eda ile, Abuzer şöhretlidir! Şöhret nasıl bir şey Abuzer? Deyince, beynimden vurulmuşa döndüm. Bir anda altı aydır hakkında söylenen herşey gözlerimin önünden geçti. Ben de; Ne şöhretim nede şöhret hastasıyım!. Onu size sormak lazım. Vekil olanlara, meclise gidenlere ve rozet takanlara sormak lazım dedim. Aramızdaki bütün konuşma diyalokları kesildi. Kısa bir süre sonra kafasını başka tarafa çevirip, kendi kendisine kısık bir ses ile kibirli kibirli “Abuzer'le geçde olsa tanışma şerefine nail olduk” dediğini duydum. Bir dakika içerisinde ikinci şoku yaşadım. Tekrar cevap vermeyi kendime zül gördüm. Çerçide ne varsa onu satar misali kirli nefsiyle başbaşa kalması ona ders olarak yeter dedim ve kale almadım artık. Bundan sonrada almayacağım. Belli ki kendisine iki cümle konuşsam en erken üç gün sonra anlayacak!. Onu nefsiyle başbaşa bırakmak daha uygundur dedim. Fakat eşşek yerine konulan bu millete ne kadar acıdım bir bilseniz!... Böylelerini bu necib millete reva gören bizdik!. Bizim partimizdi!. Ankara ve İstanbul sofralarında muhabbeti meze yapanları bu milletin önüne vekillerinizdir diye koyuyorlar ya! İşte ona üzüldüm. O saatten sonra da ne güvenim, ne itimadım ve nede saygım kalmadı. Adam bir vadide, bizler başka bir vadideymişiz!. Böyleleri ne anlar milletin derdinden! Ne anlar davadan!. Ne anlar milletin gönlüne girmekten!. Ne anlar bir sonraki seçime hazırlanmaktan!. Ne anlar hak ve adaletten!. Ne anlar sorumluluktan ve vebalden!.

Ebu Hanife –rahimehullah- her gün sabah namazından sonra ders yaparmış. Bir gün yine öğrencileriyle ders yaparken birden içeriye kafası sarıklı, cübbesi uzun, sakalı uzun bir adam girmiş. Alimler, aynı zamanda saygı ve hürmet ehlidirler. Bu adam büyük bir ilim adamına benziyor, saygıda kusur yapmayayım diye uzatmış olduğu ayaklarını toplamış ve kendisini de toparlamış, sohbetine öyle devam etmiş. Dersinin konusu ise; sabah namazı sonrası güneşin doğuşu ve kuşluk vaktiymiş. Bir ara bu adam araya Ebu Hanife'ye soru sormuş; Hocam, ya güneş doğmaz, kuşluk vakti girmezse demiş!... Bunun üzerine Ebu Hanife; o zaman Ebu Hanife'nin ayaklarını uzatma zamanı gelmiştir cevabını vererek, ayaklarını tekrar uzatmış.

Evet, uzaktan öyle saygı gösterdiğiniz, bir şey sandığınız niceleri vardır ki, yakından konuşup tanıyınca, olan bütün saygınızı kaybediyorsunuz. Bir deliye, bir yaşlıya, bir köylüye, bir pehlüle, bir cahile, bir dinsize saygıda kusur edemezsiniz ama, birileri rencide etmek için espiri yapıyorsa, espirisini ağzına tıkar, o ağzı kapatır, bir dahada muhatab olmazsınız!.

Bunlara şahit olduktan sonra dönüp Allah'a şükrettim. Çünkü bu türler, kendi menfaat ekseni etrafında dönen, nefislerini ilah edinmiş, halkın içerisine giremeyen, millete tepeden bakan kişilerdir. Enazından halkımız ne olduklarını bilmeden, kafasına takmadan, partiye oy vermek için engel olarak görmeden, sandığa gidip Ak Partiye oyunu veriyor!. Size ve sizin gibilere rağmen bu millet Ak Partiye oyunu verecektir. Daha önce adaylara takılmadığı gibi bu seçimde de takılmayacaktır. Ya bu türler bu halleriyle birde halkla beraber olsalardı maazallah millet partisine oy vermezdi!. İnsanlar haddini bilecek, karısına çocuğuna yapamadığı espiriyi gelip toplumda, kanaat önderlerine, bedel ödemişlere yapmayacak, millete parmak atmayacak!...

İlk defa bir yazıyı yazarken öncesinden onlarca kişiyle istişare ettim. Herkesin ortak görüşü aynı olunca yazdım. Vallahi bunun aksini söyleyen biri olsaydı yazmazdım. Adam hep böyle, üniversitede de böyleydi, hayatı boyunca böyledir dediler. Tabiki yazma diyenler çoğunluktaydı. Ama onlara daha önce siz görevinizi yapmış olsaydınız bugün böyle olmazdı dedim. Yükü köyün delisine bırakmışsınız!. Adama da bugüne kadar yazık etmişsiniz dedim. Bugün yazdıklarım bir kardeş uyarısı olarak alınmazsa, gün gelir daha farklı ağızlardan ve altından kalkamayacağınız usluplerle uyarırlar!. Bugünlerde millet gibi, yazan çizen kalemler de, basın da kendi derdinde. Ülke kaosa sürüklenmek isteniyor. İstikrarsız bir dönemden geçerken kimse fazla eleştiri yapmıyor. Hele bir sular durulsun, o zaman görün size yönelecek eleştiri oklarını! Hele bir millet sizi tanısın, o zaman görün hakkınızda dolaşacak sözleri!.

Kibriniz ve kötü huylarınız uyarımı göremeyecek kadar tavan yapmışsa, nefsiniz sizi alt edecek kadar kabarmışsa, gün gelir sizi peçeteye çevirirler de, hiçbir dokunulmazlık sizi milletin gönlünde mahkum etmeyi engelleyemez… Arkadaşınız ise, hata yaptığınızda sizi uyarıp hatanızı düzelten, yanlış üzere bırakmayandır. Gerisi, nefsinizi okşayan, toplumda sizi değersiz kılandır.
Fi Emanillah…
Ebuzer AYDIN /[email protected]
“Ey Kalemim! Bir Gün Doğru Bildiklerini Yazmazsan, Kolumla Beraber Kırar Atarım Seni”