dore okulları
Malatya
19 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.59
  • EURO
    34.77
  • ALTIN
    2491.8
  • BIST
    9524.59
  • BTC
    63578.66$

Her şeyi devletten beklemeyin!

01 Ocak 2023, Pazar 10:10
Her şeyi devletten beklemeyin!

Temel, Cemal ve Dursun çay alım yerinde topladıkları çayları teslim etmiş, alım yerinin hemen yanındaki kahvede dinleniyorlardı.
O sırada bir turist bunların yanına geldi. İngilizce bir şeyler sordu. Bizimkiler anlamadıklarını belirten yüz ifadeleri takındılar.  Turist bu defa Almanca olarak sorusunu yöneltti. 
Temel Cemal’e, Cemal de Dursun’a baktı. Hiçbiri gene bir şey anlamamıştı. 
Turist aynı soruyu Fransızca ve İtalyanca olarak da tekrarladı.
Ama nafile. Bu dillerin hiçbirini bilen yok tu aralarında. Sinirlenen turist oflaya puflaya oradan uzaklaştı.

Temel, Cemal’le Dursun’a döndü ve:
- Yazık adama yahu. Dört dil biliyor ama meramını anlatamıyor! 
*** 
Dil bilmek önemli. Bunun önemini bildiğimden iki oğlumu güvenilir bir firma ile ilkokul 2 ve 3. Sınıflardayken yaz tatilinde İngiltere’ye dil okullarına göndermiştim. Birbirleriyle Türkçe konuşamamaları için de 2 ayrı şehir seçmiştim. O yaşlarda çocukları dil eğitimi için yurtdışına göndermek delilik gibi görülebilir. Ancak sürekli takip eden ve kontrol eden bir dostumuzun olması bunu risk olmaktan çıkarmıştı. 

Aradan henüz birkaç hafta geçmişti. Kütahya’da bir porselen ve seramik satıcısına uğradık. Biz bir şeyler seçerken içerde 4-5 turist satıcıya sorular soruyor, ama dil bilmeyen satıcı her soruya sadece fiyat söyleyerek cevaplamaya ve malını satmaya çalışıyordu. Küçük oğluma;

-“Hadi bakalım. Şu amcana biraz yardımcı ol! Tercümanlık yap” dedim. Oğlum biraz çekinerek de olsa aralarına girdi. İngilizceleri çevirip satıcıya, Türkçe cevapları da çevirip turistlere söyledi. Az önceki sinirli ve bozuk hava yerini tebessüme ve kahkahalara dönüştürmüştü. Turistler konuşa konuşa oldukça yüklü bir alışveriş yapmışlardı. Satıcının keyfi yerinde olarak yanımıza geldi. Oğlumun başını okşayarak:

-“Maşallah oğlunuz ne de güzel konuştu. Bizi kurtardı. Sayesinde iyi bir satış yaptım. O elinizdeki çini tabak size hediyem” demişti.

Dil bilmek elbette önemli. Yine bir Temel hatırası geldi aklıma. 

Temel bir gemide Çımacı olmuştu. İlk kez de gemiyle yurt dışına gitmişti.

 Gemi İngiltere’nin Liverpool Limanı’na yanaşırken, Temel iskeledeki İngiliz’e bağırdı:

-Tut şu halati! İngiliz konuşulanı anlamadı. Anlamadığı için de “Ne diyorsun?” gibilerden bakıp denileni de yapmadı.

Temel yine bağırdı:

-Tut şu halati diyorum daa, tut şu halatiii!! 

İngiliz gene bir şey anlamadığı için gene hareket yok.

Temel ortaokuldaki İngilizcesi ile bağırdı:

-Do you speak English? 

Bunu duyan İngiliz hemen kafa sallayarak:

-Yes.. Yes.. dedi.


Temel öfkeyle bağırdı:

-O zaman tut şu halati daa!
*** 
İngilizce eğitimlerinden sonra o dili unutmamaları için çocukların kendi aralarında Türkçe konuşmalarını yasaklamış, seyrettikleri filmleri orijinal dilde seyretmeleri gibi kendimce tedbirler uygulamıştım. Her ikisi de öğrendikleri dil ile iş hayatına direk daldılar. Oğullarımda kullandığım cesareti kızımda kullanamadım. Onu dil öğrenmesi için Yurt dışına göndermedim. Ama iki oğlumun kendi aralarında konuşmaları kızıma da yansımış onun da akıcı bir şekilde dil öğrenmesini sağlamıştı. Tıp fakültesinde çok basit bir şekilde sınavı geçirip hazırlık okumadan direk başlamasını sağlamıştı. 

Ben de bir dönem İtalyanca öğrenmek için 9 dil bilen ve takır takır konuşan Ferit abimden ders almıştım. O sayede Milano’ya fuara gittiğimde hiç zorlanmamıştım. Ama İtalyanlar çok zorlanmıştı. Gariplerim sonunda tercüman kullanmak mecburiyetinde kalmışlardı. 

Yeri gelmişken size Milano’da bir fuar hatıramı anlatayım.

İş arkadaşım Seyit vardı. Kulakları çınlasın. Zeki, işini seven, kolay öğrenen bir arkadaştı. Gördüğünü unutmaz ve mutlaka işine artılar katardı.

Mobilya fuarında bir firmada güzel ürünler bulmuştuk. Bunlardan istifade etmeliydik. Ama ortada sadece 2 büyük katalog vardı ve ziyaretçilere buradan ürün gösterdikleri için kimseye vermiyorlardı. Seyit:

-“Bu kataloğu bir şekilde elde etmeliyim” diye fırsat kolluyordu. Milano fuarı dünyanın en büyük fuarlarından biri. Dünyanın her yerinden mobilya tasarımcıları, üreticileri orada. O firmanın kataloğunu elde etmek isteyen sadece Seyit değildi. Tipinden İspanyol olduğunu tahmin ettiğimiz birinin daha kataloğun peşinde olduğunu fark ettik. Adam kataloğu, biz de adamı takibe almıştık. Katalog boşta kaldığı bir sırada İspanyol eline aldı. İnceliyormuş gibi bir ürünlere bir kataloğa bakıp yavaş yavaş kapıya doğru süzüldü. O sırada satıcıların müşterileriyle ilgilenmelerini fırsat bilip reyondan dışarı süzüldü. Hızla koridorda yürümeye başladı. Tabi biz de arkasından. Firmadan yeterince uzaklaşmıştı ki Seyit:

-“Bak şimdi Ersoy abi” deyip hızlı adımlarla yürüyen İspanyol’un omuzundan tuttu. Adam döndüğünde elindeki kataloğu kavrayıp adamı da kolundan tutup benden yana dönerek yarı italyanca ile:

-“Polzei, polzei.. Polis çağırın” diye bağırmaya başladı. İspanyol, Bizi firmanın yetkililerinden sanıp özür üzerine özür diliyordu. Seyit adamın kolunu bırakınca koşa koşa uzaklaşmasını seyrettik. Biz de bir başka koridordan başka Hall’lere doğru uzadık. O hatıramızı geçen bir sohbette Seyit ile beraber kahkahalarla tekrar yaşadık. Yani dil bilmek bir yana, işi bilmek de önemli. 

Bu hafta dil konusunda baya bi kazanımlarınız oldu. Haftaya daha acayip şeyler yazmayı düşünüyorum. Beklerseniz kazanırsınız. Ama bence beklemeyin. İşinize gücünüze bakın. Yazdığımda nasolsa bir göz gezdirirsiniz. 

Önemli not: Her şeyi devletten beklemeyin. Okuduğunuzda beğenin, paylaşın, yorum yazın. Yorumlarınızı Türkçe yazın. Şu sıralar başka bir dili kaldıracak halim yok.
Kalın sağlıcakla. 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.