dore okulları
Malatya
06 Mayıs, 2024, Pazartesi
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    34.83
  • ALTIN
    2413.5
  • BIST
    10267.09
  • BTC
    63457.79$

İki yüz yüzlü sahtekârlar!

20 Ağustos 2023, Pazar 11:10
İki yüz yüzlü sahtekârlar!

Cezaevinde yatıp çıkmış bir Abbas’ımız vardı. O Anlatmıştı. Ben de size aktarayım da sonra duymamıştık demeyin. 

Ankara yarı açık cezaevinde sesinin, kıraatının güzel olmasından dolayı imam seçilmiş bir genç arkadaş vardı. Cuma namazları için cezaevinin hemen dışında bir cami vardı. Mahkûmların camiye gitmesine izin verilirdi. Cezaevi çıkışında isimleri bir kâğıda yazılır, döndüklerinde de listeden düşülürdü. Dolayısıyla kimin Cuma namazını bahane edip çıkar çıkmaz da kaçtığı belli olurdu. Kaçanın arkasından polis köpekli özel ekipler kurulup koşturulmazdı. Kaçan mahkûm özgürlük için kaçardı; ancak gerçekte özgürlüğünü kaybederdi. Yarı açık cezaevinden kaçanlar yakalandığında mahkumiyetleri boyunca bir daha oraya geri dönemez tamamen kapalı cezaevinde 4 duvar arasında serüvenlerini tamamlardı.

Nerden nereye zıpladık. Neyse; Cuma camisinin resmi imamı vardı. Bizim sesi, kıraati güzel hocamız da orada cuma günleri müezzinlik yapardı. Herkes mest olurdu. Bu kadar iyi yetişmiş bir genç ne sebeple cezaevine düşer ki? Bu soru hep kafamı kurcalıyordu. Namaz kılan her mahkûm onu tanıyor ve bunu merak ediyordu. Kimse de cevap alamıyordu.

Birgün iç çalışmalardan birinde birkaç saat birlikte çalıştık. Bir ara elimdeki işi bırakıp gencin önüne dikildim.

-“Ben sana hiçbir suçu yakıştıramadım. Sen neden buradasın bana söyle. Söylemezsen sana bir adım dahi attırmam. Söyle.”

Genç ezilip büzüldü. Sonunda ağzından “Tecavüz suçundan” dedi. 

-“Nasıl yani?” diye bağırmışım. Genç başı önde, kısık sesle devam etti:

-“Ben evlendiğimde eşim 16 yaşındaydı. Bir yıl sonra ilk çocuğumuz doğduğunda hastane polisi tutanak tuttu ve “küçük yaşta çocuğa tecavüz suçu ile kendimi burada buldum” dedi. Çok üzülmüştüm bu duruma.

-“Peki eşin çocuğun şimdi ne durumda?”

-“Perişanlar. Evimizdeki eşyalar bir depoda tozlanıyor. Eşim bir süre benim ailemin, bir süre de kendi ailesinin yanında. Bir de çocuğun masrafları. Çok kötü durumdayız yani” diyebildi. Önünden çekildim. İşine devam etti.

17 yaşında bir çocuk evlendirilse, "ÇOCUK İSTİSMARI" diye ortalığı ayağa kaldıranlar, Çocuğu evlendiren, Anne baba, damat tutuklanana kadar durmuyorlar. Tüm imkanları kullanarak çığırtkanlık yapıyor, her mecrada kıyametler koparıyorlar.

Diğer taraftan 17 yaşında çocuklara Ergenlik durdurucu hap verilip TRANS yapılmasına ise "BİLİMSEL AKADEMİK ÇALIŞMA" deyip sahip çıkıyorlar. Bunu yapan 11 doktor ve akademisyene de destek veriyorlar. İ..lerin İ. Tabip odası da başta olmak üzere. Karşımızdakiler her zaman İKİ YÜZLÜ SAHTEKARLAR idi.

Bu alçakları bu adi ve şerefsizce olan işleri savunduğu kadar biz kendi insanımızın meşru işleri için ses çıkarmıyoruz. Birkaç cılız sesten öteye gidemiyor itirazlarımız.
Komünist militanların beğendiğim bir sözü var:

“Örgütlenmiş 5 kişi, örgütlenememiş 5 milyon insandan güçlüdür.”

Ersoy Baba yazıları anılarla tınılarla geçip gidiyor. Bazıları bunu hafife alıyor. Yüzlerinde alaycı bir tebessümle okuyorlar. Bazıları da eğlenerek, öğrenerek okuyorlar. Benim yazılarım da örgütlenmiş 5 militan misali. Yazılmış ve başkaları tarafından okunan bir yazı yazılmamış ve bir kafatasının içinde hapsolmuş binlerce bilgiden değerlidir. 


 
Gerek aile ziyaretlerinde, gerekse arkadaş sohbetlerinde bazı arkadaşlarımın, abilerimin sohbet sırasında ortaya döktükleri bilgilere şahit oluyorum. O an kayda alabilsem en az 150 haftalık yazı beleşe gelecek. Hatta içlerinde bir abim var ki o an konuşulan olayla ilgili hemen kütüphanesindeki yüzlerce kitabın arasından bir kitap çekiyor ve sayfaları atlayıp konuştuğumuz konunun yerini buluyor ve bize okuyor. Konulara bu kadar hâkim olan o abimi de diğer arkadaşları da yazmaya ikna edemiyorum. “Anıları yazmak ölümün elinden bir şeyleri kurtarmaktır. Bildiklerinizi yazmamak da onların herkes tarafından bilinmesini geciktirmektir.” 

Ersoy Baba da anılarla tınılarla devam ediyor:

Franz Beckenbauer...

Bu ismi futbolla ilgilenmeseniz dahi duymuşsunuzdur. Tanımayanlar için kısaca anlatmak gerekirse Alman futbolunun yetmişli yıllardaki efsane ismidir Beckenbauer.
Yakışıklı, başarılara doymayan, kazanmadık kupa bırakmamış futbolun profesörü bir adam...

Erken evlenmiş, üç çocuğu olmuştur.

Oğlu Stefan büyümüş, babasının izinden giderek futbolcu olmuştur.

Ancak babası kupalar kaldırmaktan stada gelip oğlunun maçını izleyememekte, onu alkışlayamamaktadır. 

Herkesin babası statta olur ama Stefan'ın babası yoktur. 

Stephan 29 yaşında futbolculuk kariyerini sonlandırır ve altyapıda hocalık yapmaya başlar. Sakatlık nedeniyle bırakmış olsa da babasıyla sürekli kıyaslanmış, futbolculukta başarısı hep aşağı çekilmiştir.

Baba Beckenbauer jübilesini yapınca Alman futbolunun başına geçer ve yüksek başarılarına devam eder. Dünya şampiyonlukları ve daha bir sürü başarı kazanır. 
Yaşı ilerleyince Beckenbauer; o başarılı adam artık futboldan ayrılıp evine dönmeye karar verir. 

Stefan, babasının kokusunu ilk defa 42 yaşına geldiğinde hissedebilir. Artık çok mutludur.

Ailesiyle mutlu yaşamayı hayal eden Franz Beckenbauer kısa bir zaman sonra oğlu Stefan'ın kanser olduğu haberiyle sarsılır.

Amerika'dan Avrupa'ya bütün dostlarının sahiplenmesiyle oğlunu muayene ettirmediği doktor kalmaz.

En son Fransa'da bir hastane merdivenlerini çıkarken Stefan oldukça bitkin düşer ve merdivenlere yığılır. 

Kendisini tutup kaldırmak isteyen babası, Stefan'ın ağzından dökülen şu sözlerle sarsılır:

Stefan, babasına;

-"Baba, biliyor musun, senin kazandığın kupaları biz hiç seyretmedik. Sen maçları kazanıp kupa kaldıracağın zaman annem televizyonun açık olduğunu fark ederse televizyonu kapatırdı. Biz senin kupalarını hiç sevmedik baba" der. 

Dünya futbolunun yıldızı, bir sözü iki edilmeyen koskoca Beckenbauer Fransa'da bir hastane merdiveninde oğlundan duyduğu bu sözler üzerine hüngür hüngür ağlamaya başlar.

Aradan geçen üç ay zarfında oğlu Stefan'ı kaybeder Beckenbauer.

O günlerde kimselerle görüşmek istemez futbolun devi. Kendisiyle konuşma fırsatı bulanlara şunu söyler:

-"Kazandığım bütün kupalarımı alın, bana Stefan'a sarılabileceğim iki dakika verin..."

Ne dersiniz?

Sevdiklerinize sarılmayı ertelediniz mi?

Sevginin varlığı binlerce zafer gibi değil mi?

Sevgiyle kalın. Sağlıcakla kalın.    

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.