dore okulları
Malatya
07 Mayıs, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.26
  • EURO
    34.79
  • ALTIN
    2406.0
  • BIST
    10328.07
  • BTC
    63387.14$

İster inan ister inanma...

29 Şubat 2024, Perşembe 12:58
İster inan ister inanma...

Bizim çağalığımızda telefon lüküs! sayılırdı. Öyle her evde bulunmazdı. Her mahallede bir iki evde ancak telefona rastlardınız. Daha sonraki yıllarda her çocuk doğduğunda telefon başvurusu yapılmaya başladı, çocuk on yaşına geldiğinde telefon sıranız geldiyse kendinizi şanslı sayabilirdiniz.

Böyle zor ulaşılan bir alet tabi ki evde, çocukların ulaşamayacağı mutena! bir yerde konuşlandırılır ve el emeği göz nuru çeyizlerden en güzel dantel örtülerle muhafaza edilirdi!…

Bu dantel örtüler sırf telefonun üzerine mi konurdu?

Tabi ki hayır…

Çeyiz sandığını andıran radyoların üzeri, sehpaların üzeri ve çocuklara yasak bölge olan misafirden misafire açılan misafir odalarında bulunan koltukların üzeri ve dahi bilumum bölgede bu çeyizler itinayla sergilenirdi!…

Her evde bulunmayan bir şey daha vardı o yıllarda…

Neydi o alet…

Tahmin ettiğiniz gibi buzdolabı.

Buzdolabı her evde bulunmazdı onun yerine tel dolap kullanılırdı. Hemen hemen tüm evlerde tel dolap bulunurdu.

Buzdolabının olmadığı günlerde mutfaklarda en önemli gıda saklama unsurlarıydı tel dolaplar. İçinde bulundurduğu materyali muhafaza eder serin tutar, haşereden ve fareden korur, kapak ve yanlarının tel elekten oluşması sebebiyle kuru bakliyatı da nemden korumuş olurdu.

Tel dolaplar ahşap malzemeden yapılır, ön kapağı sinek giremeyecek gözenekli tel perde ile kaplanırdı. Ev kedileri kendilerine verilecek yiyeceğin bu dolaptan çıkacağını öğrenmiş olacaklar ki genellikle tel dolap önünde beklerlerdi. Hatta bu durum bir kişinin ısrarlı bekleyişine benzetme olarak deyiş üretmişti. “Tel dolap kedisi gibi ne bekliyorsun” diye sorulurdu…

Şimdi de hiç bir evde olmayan ama o dönem her evin kullandığı fakat kullananları canından bezdiren bir aletten daha bahsetmek istiyorum…

Devrin müthiş icadı ‘gaz ocağı’…

Yeni neslin bilmediği, görmediği belki ancak adını duyduğu bu aleti kullanmak uzmanlık isterdi. Her ev hanımı da beceremezdi. Sıvı yakıt kullanan çeşitleri genellikle pompalayarak basınç altına alınmış yakıtı önce püskürterek sprey haline getirir, spreyi aleve yakın bir haznede ısıtarak buhar haline getirir, ısınmış buharın küçük deliklerden çıkarak havayla buluşmasını ve en verimli bir şekilde yanmasını sağlardı. Başlangıçta sprey ısıtma haznesinin duvarları soğuk olacağından ilk ısıtma haznenin az altındaki bir oluğa azıcık ispirto döküp ateşleyerek sağlanırdı.

Hiç bir şey anlamadınız değil mi…

Olsun inanın kullananlar dahi anlamamıştı…

Gelelim banyoya!

Banyoda da yeni neslin bilmediği, görmediği gereçler vardı…

İddia ediyorum;

Yeni nesil, ağaçtan yapılma, tabanı yüksekçe, üstü tasmalı, 45 numara nalınları, mermerden kurnaları, ortasında hareket eden balıklı, bakır hamam taslarını, yine bakırdan banyo kazanlarını görmemiştir.

Ayrıca şampuanın henüz olmadığı yıllarda analarımız saçlarını rüzgarda uçuşturmak, dolgunlaşıp baş döndürmek! için kilci Fado’nun Kiltepeden çıkarıp sattığı o devrin şampuanı yerine kullanılan killeri görmemiştir…

Yeni neslin bilmediği bir kaç şey daha hatırlatayım…

Modern zamanın tüy gibi buharlı ütülerinin muadili, içine gayılmış kömür koyularak ısıtılan ve ağırlığıyla ütü yapabilen demirden yapılma kömür ütüleri, gerektiğinde kızak kaymak ve çocukça kavgalar için kullandığımız tahtadan yapılma okul çantaları, yine tahtadan yapılmış üstten sürgülü kalemlikler, gaz lambalarının pabucunu dama atan lüx’ler, kendi kahvemizi kendimizin çektiği kollu kahve makinaları…

Ayrıca…

Biz kitap ve defterlerimizi cilt kağıtlarıyla kaplayan, üstüne de etiket yapıştıran bir nesildik…

Ama neden bu kağıtlar, ya mavi ya da kırmızı olurdu hala çözmüş değilim.

Bize “ağır ol ki batman gelesin” dedikleri için ağır başlı ve ciddi olurduk. Fotoğraflarda bile gülmezdik. Düğün fotoğraflarımız bile cenaze törenlerini andırır, en mutlu günümüzde bile ciddi bir görüntü verirdik.

Herhangi bir sebeple getirilen hediye paketi getirenin yanında açmazdık. Hediyeyi hemen açmak, ayıp sayılırdı. Misafir gidince ilk işimiz onu açmak olurdu.

Okulda tek bir enjektörle aşı olur, iğneler kaynatılarak defalarca kullanılırdı. Buna rağmen kimseye de hastalık bulaşmazdı…

Ayrıca ilkokulda aşı olduktan sonra bir daha aşı nedir bilmezdik.

Şimdi aşılara bile bağışıklık kazanmış bir toplum olduk…

Selam olsun Malatya’mın güzel insanlarına…

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.