dore okulları
Malatya
19 Mart, 2024, Salı
  • DOLAR
    32.34
  • EURO
    35.09
  • ALTIN
    2239.8
  • BIST
    8895.8
  • BTC
    62610.91$

Korku duygusu

29 Nisan 2023, Cumartesi 10:06
Korku duygusu

İnsan karmaşık bir mekanizmaya sahip varlıktır. Beden yani, insanın fizyolojik yönü o kadar karmaşık ki günümüzde tıp ilmi daha önce hiç olmadığı kadar uzmanlık dallarına ayrılmış. İnsanın mana dünyası, yani ruh ve duygu cephesi ise bu fizyolojik yönüyle karşılaştırılamayacak kadar daha da karmaşık. Daha doğru bir ifadeyle, insan her yönüyle öyle muhteşem ki, o ölçüde de anlaşılması keşfedilmesi bitmeyen bir varlık aynı zamanda.
Ruh ve beden birlikteliği insanın anne karnında teşekkülü sırasında oluşuyor. Beden hazır hale geldiğinde Kur’an’ın tabiriyle insana ruh üfleniyor ve ortaya üçüncü bir manevi varlık daha çıkıyor: Nefis.
Nefis, insanın tüm kişilik özelliklerini içinde barındıran, ruh ve bedeni birlikte çalıştıran bir cevher, öz. Adeta yazılım gibi bir şey. O nedenle Kuran’da insanda sorumlu tutulan şeyin nefis olduğu ifade ediliyor. Ayrıca nefis, değişen/gelişen bir şey. Değiştikçe, geliştikçe daha da belirginleşiyor, yani kararlı bir varlık haline geliyor. İşte karakter dediğimiz şey bununla alakalı. Yani insanı diğer insanlardan ayırarak ona kişilik kazandıran, ona bir hüviyet sağlayan şey bu nefis oluyor.
Nefis sahip olduğu tüm alet ve cihazlarla birlikte bir kemal yani olgunluk noktasına doğru ilerler. Bu nokta yaratıcının insanda arzu ettiği, beklediği yani ondan razı olduğu bir nokta. Bu noktaya erişmiş kişiler için Kuran’da Fecr suresi 27-28’nci ayetlerde “Ey kendini tamamlamış, gerçekleştirmiş nefis, artık Rabbini memnun etmiş bir şekilde ona geri dön” deniliyor.
Ruh ve beden birbirinden ayrıldığında daha önce bu ikisinin birleşmesiyle ortaya çıkan ve giderek olgunlaşan bu cevher ise var olmaya devam ediyor. Örneğin ölmüş, gitmiş insanların fikirleri, hatıraları, düşünce ve bilim dünyasına olan katkıları onların isimleri ve resimleriyle birlikte nasıl ki aramızda hatıralarımızda, düşüncelerimizde hatta kimi zaman rüyalarımızda varlığını koruyorsa, aynen bu şekilde ölüm sonrası insan nefsinin varlığını korumaya devam ettiği/edeceği konusunda pek çok filozof fikir birliğine varmış.
İnsan bedeninde iskân edilen bu nefsin yaşayabilmesi, bedeni ve ruhi ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için ona çok sayıda yetenek ve araç bahşedilmiş. Onlardan biri insan yaşamını korumaya yani kişisel ve nev’i güvenliğini sağlamaya yönelik olan korku ve kaygı duygusudur.
Korku duygusu dış dünyadan alınan bilgileri toplar, kaygı ise insan düşüncelerinde oluşur. Yani kaygının nedeni düşünceler olduğu için bazen ortada bir neden olmadan duyulan kaygılar zihni gereksiz yere meşgul ve hatta hasta eder. O nedenle psikolojik hastalıkların önemli bir kısmını kaygı bozuklukları (anksiyete) oluşturur.
Korku ise kaygıya göre daha somuttur ve dış dünya ile ilişkilidir. Yani dışsal bir uyarıcı olmadan harekete geçmez. Bu nedenle korkular öğrenilmeye, öğretilmeye açıktır. Yani korkmak için bir neden koymanız lazım ortaya. İstisnai biçimde kalıtsal olarak aktarılan korku duyguları da vardır. Örneğin hayvanlarda yer alan düşmanlarından korkma duygusu kalıtsaldır. Yani bir hayvan kendisi için kimin dost ve düşman olduğu bilgisini kalıtsal olarak elde eder. İnsanda da örneğin gök gürültüsünden korkmak ya da kandan korkmak gibi istisnai durumlar kalıtsal olarak gelir. Ama bunun dışında insan neyin dost ya da düşman olduğunu, kimden korkulup korkulmayacağını bizzat ya da toplum olarak tecrübe yoluyla öğrenir.
Korku sadece bir duygu olmanın ötesine geçerek bedeni harekete geçiren bir mekanizma olduğu için oldukça dikkat edilmesi gereken bir duygudur aynı zamanda. Yani kişiyi bir eyleme sevk etmek için onun korkularını tetikleyebilirsiniz. Fakat bu neden gerçek olabilir de, olmayabilir de. Örneğin İkinci Dünya Savaşı’nın hemen arifesinde Hitler Almanya’da yaşayan her türlü azınlıkların, özellikle Yahudilerin Alman ırkı için bir tehlike olduğuna toplumu propaganda yoluyla ikna ederek bir soykırıma neden oldu. 11 Eylül sonrası süreçte ABD Başkanı Amerikan halkının korkularını tetikleyerek ABD’nin Ortadoğu’yu işgaline zemin hazırladı. O zaman Irak için ortaya atılan iddiaların hiç birinin gerçek olmadığı sonradan ortaya çıktı. Yani Amerikan halkı aldatılarak korkutulmuştu, korkutularak aldatılmıştı.
İslam tarihindeki iç savaşlarda da korkunun önemli bir işleve sahip olduğunu görüyoruz. Hz. Ali ve Muaviye arasında yaşanan siyasi mücadelede dinin elden gittiğine, hakikatın zarar gördüğüne, Allah’a asi olunduğuna inandırılan bir zümre Hz. Aliye kafir diyecek kadar ileri gitmiş ve İslam tarihinin en utanç verici ve kanlı savaşlarına neden olmuşlardı.
Benzer şeyler daha fazla ve acı biçimde Hristiyan dünyasında da yaşanmıştır. Fransa’da 1572’de yaşanan Aziz Bartalmay Yortusu Kıyımı ve 1938’de Almanya’da ki Kristal Gece Katliamı sırf başka mezhepten veya ırktan oldukları için katledilen insanların sayısının pek çok savaştan daha fazla olmasına rağmen, bunlardan duyulan utançtan olsa gerek hiç dile getirilmez.
Bu konuda söylenecek o kadar çok şey var ki ben meraklılar için Erich Fromm tarafından yazılan “İnsanda Yıkıcılığın Kökenleri” isimli kitabı tavsiye etmekle yetineceğim.
Son olarak okumalarım sırasında rastladığım ilginç bir saptamaya yer vereceğim. Bediüzzaman’ın kayığa binmekten korkan bir âlim arkadaşına “Allah, korku hissini hayatı korumak için vermiş hayatı tahrip için değil. Korku birkaç ihtimalden biri olsa meşru sayılabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimale dayalı olarak korkmak evhamdır” diyor. Ayrıca Münazarat isimli eserinde “Siyaset sebebiyle dine bir zarar gelmesinden korkan kişinin dinden anladığı ve din ile olan bağının ise örümcek ağı gibi zayıf düşmüş bir cehalet” olduğunu ileri sürüyor ve ekliyor “Zira din hakkındaki bilgisinin yetersizliği nedeniyle, kendine olan güvensizliğine bağlı olarak, saadetini hükumetin cebinde zannettiği için kalbini de aklını da hükumetin kesesinde tahayyül eder korkar” der.  
Bu sınırlı örnekler hem siyaseten hem de jeolojik bir depremden korkarak hayatını azaba çevirenler için birer referans olabilir. Evet, tekrar deprem olabilir, ama ne zaman? Hatta bir sonraki depremi görecek kadar yaşayacağımızın garantisi de yok üstelik. Tabi ki alabileceğimiz tedbiri alalım, ama korku hissi ne gündelik yaşamımızı ne de siyasal hayatımızı azaba çevirmesin. Bizi hem kendimize, hem birbirimize düşman etmesin.

Yorumlar

  • yorum avatar
    Vedat
    29-04-2023 14:17

    Nefis;kendimizi anladığımızda,kendimizi bildiğimizde ,olgunlaştığımızda nefis'i anlarız nefis'i yediğimizde kendimizi anlarız yenildiğimizde kayboluruz Korku ve cehalet benzerdir korku cehaleti de kendiyle birlikte getirir.Korktuğumuzda hiçbirşey bilmeyiz ve anlamayız korkumuzu yendiğimizde anlamaya ve bilmeye başlarız.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.