dore okulları
Malatya
20 Nisan, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.50
  • EURO
    34.78
  • ALTIN
    2499.5
  • BIST
    9693.46
  • BTC
    63886.024$

Maksad-ı Âlâ

17 Eylül 2021, Cuma 10:47
Maksad-ı Âlâ
 





Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla...

Hakîki aşka ulaşan insan, o makâmın dertlerine, sıkıntılarına, zorluklarına ve engellerine takılıp kalmaz. Takılıp kalmak şöyle dursun; hiçbirini farketmez, farkedemez. O yalnızca hissiyâtının peşinde, aşkını ispat ile meşguldür. Hiçbir engele aldırış etmemesi, hiçbir şeyi farkedememesi eksikliğine değil bilâkis kemâline delildir. 

Teslimiyet, takva, ihlâs gibi Rabbü'l Âlemîn'in hoşnutluğuna ve rızasına erişme ve O'nun muhataplığına taliplik ve cemâliyle vuslat iştiyâkı nasıl ki insanı o makâmın engellerine karşı kayıtsız kılarsa, nefsi tatmin etme hevesine kapılıp rıza sahasının dışında bir başka muhabbete düçâr olunduğunda da bekleyen tehlikelere ve engellere karşı yine bu şekilde kayıtsız kılar. 

Sure-i Ahzab'ın 72. ayetinde, insanın cehâlet ve zulmünden bahsedilirken, bu minvâli, aşkının izinde olan ve o makâmın dertlerine, sıkıntılarına karşı bu yüzden fevkalâde cahil olan hz. insan şöyle zikredilir: "Biz o emâneti göklere, yere ve dağlara arz ettik, onlar, onu yüklenmeye yanaşmadılar; ondan korktular da onu insan yüklendi. İnsan gerçekten çok zâlim ve çok câhildir."

Niyeti, düşüncesi, hisleri insanı bir yere sevk eder, ulaştırır. Talip olunan şey hangi niyet ile gerçekleştirilmeye çalışılıyorsa, arzu edilen o şeyin gerçekleşmesi adına niyet edip çaba sarf edilen ânda benlik ve tıyniyet asıl suretini ve gereğini izhar eder.

Fiiller, emel ve ameller her ne olursa olsun başında yalnızca bir niyet halindedir.

O niyetleri besleyen, büyüten, fiilleştiren; gördüklerimiz, duyduklarımız, hissettiklerimiz ve şahit olduklarımızdır. Niyet edilene iştiyâk duymak ve iştiyâkle o niyeti gerçekleştirmek, insanı diğer her şeye karşı câhil kılar. 

Vech ile niyet makbûliyet kazandığında insan zorlukları fark edemez hâle erişir.
Bundandır ki O'nun rızasına uygun olan niyetlere mâlik değilse kalp, kesin sûrette makûl olmayan, kıymetsiz arzu ve emellerin tuzağında, hakikâtin de bir o kadar uzağındadır.

Kendi nefsinin peşine düşen, Hakk'ın rızasından ve nazarından düşerek helâke doğru sürüklenen, sürüklenirken de buna müstehâk olandır.

O eşref-i mahlûkat insan ki, tûl-i emelden kesilmedikçe, heva ve hevesinden vazgeçmedikçe, ilimsizce ve fikirsizce, fıtratının istikâmetinde zuhûr eden hislerine esir olarak boş/bomboş bir hayâl peşinde koştukça nefsinin oyuncağı olmaktan kurtulamaz.

Akîbeti; sû-i kazadır, hezeyandır.

Niyetin hayra tebdîli ziyâdeleşirse muhabbet zuhûra gelir. Nefsin fiile tebdîli ziyadeleşirse helâk zuhûra gelir. Ötesi zaten bu âleme ait değildir.

Bu özün özü olduğu için gerek kalbe, gerek nefse, gerek akla, gerek de tümünün muharriki rûha müsemmadır. Çünkü tevhîd içerisinde halis niyetleri mezcetmek ve aslına ulaştırmak kalbin maharetidir.

Kalb-i selîmin niyeti, nûr-u ilâhi ve muhabbet-i Muhammedî'de karar kılındığında; şirkten emîn, küfürden halâs, azaptan azâd olunur.

Nefsin terbiyesiyle, emel ve elem tecrübesiyle aşk-ı ilâhi tahsil, tahkîk ve tasdîk edililir. Ancak o zaman niyet hakîkate, murâd maksada hâsıl olur.

Bu makama erişen kimse için artık her şey eşittir. Eriştiği âlemin nûruyla her şey gözüne aynı görünür.

İyiyle kötü, mazlumla zalim, mü'minle kâfir nazarında birdir, ikilikler bitmiştir. Gördüğü ne varsa esmânın ve tecelliyâtın tezâhürüdür. Birinde cemâl, birinde celâl, birinde lûtuf, birinde kahır, birinde nûr, birinde nâr...

Hakk'ı Hakk'ta müşahede etmek icâb eder. Bu noktada niyetin fiile tatbîki birtakım hasletleri de beraberinde getirir. Günahlardan, hatalardan, fisk-ü fücûrdan, günaha teşvik eden şeylerden, sevilmesi gerekenleri sevmeyenlerden yüz çevirmeyi, bununla birlikte iyilik ve güzelliğin ne pahasına olursa olsun safhında yer almak ve gözünü dahi kırpmadan canını da fedâ etmeyi gerektirir. 

Mânâyı kabul edip; o mânâyı  yaşamak ve yaşatmaktır. İhlâsa ram olup, rıza-ı ilahî'ye kavuşmaktır. Ondan neş'et eden nûra gark olup, abdiyyeti taçlandırmaktır.

 O mânâ ki, kişiyi enâniyetinden soyarak özüyle buluşturan cevherdir ve niyetin mebdei olan ihlâs hakîkati ile mühürlenmiştir. Aşk ise bu mânâyâ erişmenin acılarını, zorluk ve sıkıntılarını hissettirmeyen, aslolan mahiyetine sevk ederek benlik şaibesinden arındıran ilâhi sırdır.

Bu sırra ehil olmayan kişi aşktan mahrum kalmıştır. Dünyevî ve uhrevî zevklerin, keyiflerin aşk olduğunu zannedenler keza zanlarından öteye geçemez. Bilinir ki, mahremiyette dünya ve ukbâ arzusunun cemâle kavuşunca bir kıymeti, ehemmiyeti yoktur.

Hakîki aşk ikilik kabul etmez. Hevâ ve heves, arzu ve keyfiyet bu tâbiyete kastederse; kibir, şehvet, ucûb, mâsivâ gibi hasletler husûle gelir.

Bu sebepledir, mürşidlerin hakikâte bende/kul/köle olmak isteyen muhiblere uyguladıkları muamele, onları hevâ ve heveslerinin pençesinden kurtarıcı bir terbiye sahasına geçirmektir.

Yeryüzündeki adaleti tesis edip kaim kılabilecek kudrette yaratılan insanı, mahiyetindeki bu kudretle kâinatı mahvedecek bir derekeye düşürmeme ahdidir.

Dolayısıyla Hacc sûre-i celîlesinin 37. ayetinde izâh edildiğince; "Sizin kesmiş olduğunuz kurbanların eti, kanı Allah'a ulaşmaz. Ancak sizin niyetiniz, hâlis i'tikadlarınız, takvânız O'na ulaşacak ve O'nunla ülfetinize vesile olacaktır." 

Hülâsa, mânâdan haberdar olanlar için niyet; kalpteki imânın hayata tatbîkidir. O mânâdan zerre kadar işaret bulup, o zerrelerden kürelere kadar ilim tahsil edebilmektir; gerisine hacet kalmamıştır.

Vesselâm....