dore okulları
Malatya
26 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.56
  • EURO
    34.93
  • ALTIN
    2439.6
  • BIST
    9716.95
  • BTC
    64652.4$

Mavi Şafaklar Ülkesi: Rodos

03 Ocak 2022, Pazartesi 18:53
Mavi Şafaklar Ülkesi: Rodos


Lindos... Rodos Adası/Yunanistan (Malatyalı İsmet vermişti)

Mavi Şafaklar Ülkesi: Rodos
Alişan HAYIRLI

V. Karl, Rodos’un Hristiyanlık dünyası için kaybının önemini “Yeryüzünde hiç bir şey Rodos gibi güzel bir şekilde kaybedilmemiştir.” şeklinde ifade etmişti.
******
Rodos kalesini ancak Rodoslular fethedebilir! Yani kale, dışarıdan fethedilemez!
(Şövalyeler)
***** 
“Burada Müslüman-Türk olarak yaşamak bir mucize…”
Rodoslu Esnaf (2013)
******
Türkiye gider Mersine Yunanistan gider tersine… Türkiye’de Ermeni, Rum, Süryani, Ortodoks vs azınlıkların ibadethaneleri, okulları açılır ve hakları verilirken, Yunanistan Rodos adasındaki Müslüman-Türk azınlığı nasıl yok ederim hesabı yapmaktadır.
******
Hâlbuki ben buraya Rodos’u fethetmeye gelmiştim…
Bir süre sonra baktım ki Rodos beni fethetmiş! 
*****
Aslında adadaki Yunan halkı ile Müslüman-Türk soydaşlarımız huzur ve barış içinde yaşıyor, nevarki bütün cığızlık Yunanlı yetkililerde!

• Rodos’u ya satın alacağım ya da feth edeceğim!
24 Mayıs sabahı, güneşli ve rüzgârlı bir günde, Marmaris limanından hareket eden feribota ayak bastığımda, dünya tarihinin bir daha eşine az rastlayacağı büyük cihan imparatoru Kanuni Sultan Süleyman’ın, 21 Aralık 1522 tarihinde Rodos Şövalyelerinin teslim şartlarını öngören anlaşmaya imza attığı günü hatırladım! Gemi içinde kendimi, Malatya’dan ta 1200 kilometreden gelerek, Yunanlıların elinde kan ağlayan Türk soydaşlarımızı kurtarmaya giden Alişan Sultan Selim gibi hissettim! Çantamdaki fotoğraf makinasını top, defterimi tüfek, kalemimi ise kılıç gibi kuşanmıştım. Gemideki çoğunluğu Avrupalı 330 turisti de askerlerim sanıyordum! 
• “Alişan Hayırlı kaptan köşküne bekleniyorsunuz!”
Gemi içinde hoparlörden yapılan bir anons, bir anda Donkişotvari kurduğum hayallerden uyanmama sebep oldu: 
“Alişan Hayırlı! Alişan Hayırlı! Kaptan köşküne bekleniyorsunuz!”
Haydaaaaaaaa!
Eyvah dedim kendi kendime, galiba Yunanlılar gemide olduğumu ihbar almış olacaklar ki, önümü kesmek istiyorlar! Acaba, beni yakalayıp denize mi atacaklar? Aklıma bin bir türlü vesvese geliyordu.
Kendimi ele vermesem mi acaba, dedim içimden...
Yok, yok! Bir Türk Kumandanına (Yani gazetecisine) yakışmaz dedim. Erkekçe çık ortaya, “Ben buradayım” de...
Öyle de yaptım. Ben Padişah Alişan Sultan Selim! Buyrun, sorun nedir?
-”Sizin Adaya giriş vizeniz kapıda verilecek, gemiden en son siz inecekseniz.”
Allah canınızı almaya sizin, beni bunun için mi rahatsız ettiniz? Adayı fethetme planları yaparken, bu duyurunun sırası mıydı?
• Vizeyi kaldıracağıma söz veriyorum
Kızdım tabii, çok öfkelendim!
Battalgazi’nin torunu, Şeyh Hasan’ın oğlu koskoca Alişan Hayırlı, Yunanlılardan izin alıp gidecekti Kanuni’nin adasına... Bilseniz ne kadar zoruma gitti! Biz iktidara gelirsek ilk işimiz Allah’ın izniyle İsmet İnönü’nün Yunanlılara hediye ettiği burnumuzun dibindeki ata yadigârı adalarımıza uygulanan vize saçmalığına son vermek olacak! 
Aha da burada söz veriyorum.
******
• Adaya yaklaşırken kalbim duracak gibiydi
Marmaris kıyılarına sadece 45 kilometre uzaklıktaki Rodos Adası’na doğru hareket ederken, içimde, bir Yunan toprağına değil, ne hikmetse sanki bir Osmanlı ülkesine ayak basıyorum hissi hakimdi.
Bir yandan Rodos’un dillere destan o muhteşem güzellerini, tarihini ve coğrafyasını görme heyecanı taşırken, bir yandan da adada yaşayan 3500 civarındaki Rodoslu Türk soydaşlarımıza kavuşmanın coşkusu kaplamıştı bütün bedenimi...
Ben ki 4 kıta, birçok ülke gezmiş görmüş çağdaş bir seyyah olarak, hiç bir yerde duymadığım aşırı heyecanı Rodos’a giderken duyuyordum. Kalp atışlarımı kontrol altına almakta zorlanıyor, 1 saat 15 dakikalık seyahat süresinin bir an evvel bitmesini istiyordum. Marmaris limanından uzaklaşıp Rodos limanına yaklaşırken sağlı sollu muhteşem güzellikleri gözlerim fark etmiyordu bile... Yıllardır rüyalarımı süsleyen Rodos’tan başka bir ada, bir dağ, bir deniz düşünecek halim yoktu. 
Akdeniz ile Ege Denizi’nin birleştiği masmavi sularda bir gelin gibi süzülen geminin içinde sabırsızlıktan adeta çatlayacak gibiydim... Ufka doğru bakıyor, geminin rotasına gözümü dikmiş, birazdan net bir şekilde belirecek olan adayı gözetliyordum. Adayı fethetmek için gelen Kanuni Sultan Süleyman 500 yıl önce ne hissediyorsa ben de aynı hisleri duyuyordum. 
• Ada değil sanki bir mücevher kutusu
Hislerim o kadar karışık, duygularım o kadar alabora olmuştu ki,  hercümerç oldum.
Evet... İşte göründü. Rodos, deniz açıklarından tam bir yıldız gibi parlıyordu. Gökyüzünün mavisi ile denizin mavisi arasında ışıldayan bir mücevher sanki mübarek... 
Fatihlerin, Kanunilerin ve nice kumandanların binlerce top atışı ile yıkmaya çalıştığı o muhteşem surlar, şövalyelerin ördüğü burçlar, Osmanlı’nın yaptırdığı minareler, saat kuleleri bütün haşmeti ve heybetiyle adada bizi bekliyordu. Bize hoş geldin diyor, selamlıyordu. 
Şehrin etrafını sahil boyunca bir kordon gibi saran surlar adanın boynuna geçirilmiş bir altın gerdanlığını andırıyordu. Daha limandan iner inmez, yaklaşık 5 kilometrelik devasa surlarla karşılaştığınızda sanki eski çağlardan kalma bir şehre ışınlandığınızı anlıyorsunuz.
Hey gidi Kanuni hey!
Bu surları, kaleleri, hendekleri, yenilmez armada olan şövalyeleri geçip bu kaleyi, bu rüyalar şehrini sen mi fethettin! 
******
• Konsolosluk yetkilisi karşıladı
Daha uzaktan seçilen Yunan bayrakları ile cami minarelerini yan yana görünce tarifi imkânsız tuhaf duygular çöktü içime... 
Gemi usulca Rodos limanına yanaştı. 
Ya Allah bismillah diyerek karaya ayakbastım. Limanda, yakışıklı, uzun boylu ve eli ayağı düzgün bir genç beni görür görmez, “Alişan Hayırlı siz misiniz?” diye sordu. Bu genç, Rodos Başkonsolosluğumuzda görevli sekreter Sebahattin Bayram’dan başkası değildi. 
Gümülcineli bir soydaşımızdı. Vize işlemleri yapılırken, kendisiyle ayaküstü sohbet ettik. Ağustos ayında kendisi gibi Müslüman-Türk soydaşımızla evlenecekmiş, beni düğününe davet etti. Ayrıca Gümülcine’de Haziran ayında yapılacak olan kiraz festivaline de çağırdı. Ah keşke bu gezim kiraz festivali zamanına denk gelseydi! Kendisine, bizim memlekette (Yeşilyurt’ta) yapılan kiraz festivalinden bahsettim. Demek ki dünyanın birçok yerinde kiraz festivali yapılıyormuş.
• Banazılı (Konak) hemşerimle buluşma
Surlar ile deniz arasında bir yılan gibi kıvrılan yolları geçerek, konaklayacağım şehir içindeki binaya geldik. Yol boyunca ilk defa gördüğüm surlara, kale kapılarına, kiliselere, camilere, hamamlara, çeşmelere, tarihi binalara bakmaya kıyamıyordum. Nasılsa iki gün buradaydım ve eğer sabahtan akşama bir deprem olup yıkılmazlarsa doya doya gezip görebilecektim! 
Konsolosluk binasına girişte beni heyecanlı bir karşılama daha bekliyordu. hemşerimiz (Banazılı) Mehmet Dilek ve muhterem eşi Fatma Hanım beni karşıladı. Kadere bakın ki, iki komşu köylü olarak Mehmet ve ben (Banazı ve Gündüzbey) binlerce kilometre uzakta bir Osmanlı adasında (şimdi Yunan adası maalesef) ilk defa tanışacaktık. 
Allahım! Adaya geldiğime mi yoksa hemşerim Mehmet ile karşılaşmama mı sevineyim! Hangisine yanayım! Bütün vücudumu tarifi imkânsız duygular kaplamıştı. Belli ki, 20 yıldır konsoloslukta görev yapan hemşerimiz Mehmet ve ailesini de büyük bir heyecan sarmıştı. Türkiye’den, Malatya’dan, bağköylüsüden bir arkadaşını evlerinde misafir edecek olmaları onları da bir hayli mutlu etmişti. 
• Rodos’ta, Gündüzbey-Banazı rüzgârı
Yarı Türk yarı Yunan yemeklerinin süslediği padişahlara layık sofranın kurulduğu masaya birlikte oturduk. Günler öncesinden benim için hazırlık yapmışlardı.
“Niye zahmet ettiniz ki Yenge Hanım?”
Hem böyle söylüyor hem de bu leziz yemekleri, sanki kendi evimdeymişim gibi kaşıklayıp duruyordum. 
Rodos’a gelirken, Mehmet’in babası Banazı köyünden oğullarına bir koli kayısı ve bulgur yollamıştı. Bu Yunanlılar bulgur nedir bilmedikleri için, hemşerimiz en çok bulgurun eksikliğini hissediyormuş. Yenge Hanım burada Yunanlı ve Türk komşularına temel malzemesi bulgur olan Malatya yemeklerini tanıtmış... Yunanlı kadınlar Malatya yemeklerine, bilhassa kiraz ve tevek sarması yemeklerine bayılıyormuş! Yunanlılarda kahvaltı kültürü yokmuş, sabah kalkar, işe giderler, belki bir simit ya da sandviçle güne başlarmış. Zeytin, peynir, reçel gibi zengin kahvaltı menüsü onların kültürlerinde yer almıyormuş...
Kahve bahane sohbet şahane... Hem kahve içiyor hem de Banazılı hemşerimle muhabbet ediyordum. Geçmişler açıldı, tarih yeniden yazıldı. Rodos şehrinde bir anda Gündüzbey-Banazı rüzgârı esmeye başlamıştı. Kim tutardı bizi? 
• Ne olacak bu Türklerin hali?
Rodos şehrinde sadece Türkiye’nin Başkonsolosluk binası vardı. Diğer bir kaç ülkeyi sadece fahri konsolosluk temsil ediyordu. Bizim bu adadaki başkonsolosluğumuz 1924 yılında kurulmuştu. 
Adadaki Müslüman soydaşlarımızın sorunlarını dinlerken bütün soydaşlarımızın sesleri biraz sitem yüklüydü. Açık ve net bir şekilde söylenmese de ben, ifadelerinin arasından Rodos’ta yaşayan soydaşlarımızın Yunanlılarca uğradığı baskılara Türkiye’nin sessiz kalmasına içerlediklerini hissediyordum. Türkiye’nin başta Trakya Türkleri olmak üzere bütün Yunanistan ve Adalarda yaşayan Müslüman soydaşlarımıza yönelik önemli adımlar atmış olmasını, bu sorunların çözümünde önemli mesafelerin alınmış olduğunu kabul etmekle birlikte, daha yapılacak çok işlerin olduğunu, bilhassa Rodos’ için tehlike çanlarının çaldığını da hatırlattı, soydaşlarımız…
• Rodoslu Türkler dinlerini yaşamak, 
dillerini öğrenmek istiyor
Soydaşlarımıza göre, Rodos adasında kangren olmuş, çözüm bekleyen büyük sorunları vardı:
Türklerin dillerini öğrenecekleri bir Türk okulunun açılması büyük önem arz ediyordu.
Adada ibadete açık tek camii olan İbrahim Paşa Camii’nin sadece öğlen bir vakit değil 5 vakit ibadete açılması gerekiyordu.
Kapalı ve bakımsız halde bulunan cami, çeşme, han, hamam, kütüphane, mezarlıklar, saat kulesi gibi tarihi eserlerin birçoğu tamir ve tadilat bekliyordu. 
Yunanlı kızlarla evlenme uğruna vaftiz olup dinlerini değiştiren Türklerin sayısı her geçen gün artıyordu.
Bir diğer ana sorun ise, Adadaki Türkler üst düzey işlere alınmıyordu. Hakim, savcı, müdür, mühendis gibi devletin üst kademelerinde görev alması ve yükselmesi mümkün değildi. Türkler resmi kurumlarda sadece temizlikçi, hizmetli ve işçi olabilirlerdi. Daha bir üst makamlar Türklere kapalıydı. Serbest çalışan işadamı, esnaf gibi soydaşlarımıza da ağır vergi ve mevzuat hükümleri uygulanıyordu. 
• Şeytanın aklına gelmeyecek hileler
Yunanlılar, adadaki Türklerin dayanışma ve kültürlerini yaşatma adına kurdukları derneklerini içeriden çökertmek için, bu kurumların arasına adı Türk olan ancak artık kendisi Yunanlılaşmış soydaşlarımızı ajan olarak yerleştiriyordu. Hatta şeytanın bile aklına gelmeyecek atraksiyonlara giriyor, cami imamını bile Yunan hükümeti tayin ediyordu. Yunan istihbaratı bölgedeki Türk cemaatinin bütün faaliyetlerini adım adım takip ediyor, gerektiği zaman provokatif eylemler düzenliyordu. 
Kısacası Türkler üzerinde uygulanan asimilasyon ve inkâr politikalarının sona erdirilmesi, Yunan hükümetinin Türkler üzerindeki baskılarına son vermesinin sağlanması acil önem arz ediyordu. 
Bir kere daha anlaşıldı ki, adadaki Türklerin işi çok zordu. Osmanlının bakiyesi olan Rodos’taki Türkler yok olma tehlikesiyle karşı kaşıyaydı. Türkiye’nin acilen harekete geçmesi lazım… Türk hükümetinin, dış işlerinin, Türk basınının ve bütün Türkiye kamuoyunun Rodos’taki bu insanlık dışı uygulamaları sona erdirmek için hem Yunan hükümeti nezdinde girişimlerde bulunması, hem Türk cemaatine her türlü yardımı yapması hem de uluslararası kamuoyunu harekete geçirmesi lazımdı.
****** 
• Yunanlı ajanı imam yapmışlar
Artık Rodos’un sokaklarına çıkma, muhteşem eserlerini görme sırası gelmişti. Hem hemşerim hem de rehberim olan Mehmet Dilek ile birlikte yola koyulduk. İlk durağımız İbrahim Paşa Camisi oldu. Çünkü günlerden cumaydı ve namazı kılmamız lazımdı.
Ben de Kanuni gibi yapacaktım. Bilirsiniz, Kanuni adayı fethettikten sonra kiliseyi camiye çevirip namaz kıldırmıştı. Ben de öyle yaptım, adaya ayak basar basmaz hemen camiye koştum.
Adada bulunan birçok camiden sadece İbrahim Paşa Camisi ibadete açık… Yunan hükümeti sadece öğlen vakti açılmasına izin veriyor, diğer vakitler cami kapalı... İşte Avrupalı bir devletin insan hakları ve ibadet hürriyetine bakışı!
Caminin imamı Yunan Hükümeti tarafından tayin edilmiş Hasan isminde bir imamdı... Vaaz veriyordu. Cemaat sayısı ise bir hayli azdı. Adada 3.500 soydaşımız yaşamasına rağmen cemaat sayısı 60’ı geçmiyordu. Bunun da 20’si adada çalışan Pakistanlı, 15 kadarı da Afrikalı Müslümanlardı. Soydaşlarımızın sayısı 30’u geçmezdi ve çoğu da yaşlı idi. Soydaşlarımız, imam Hasan’ın Yunan hükümeti adına çalışan bir ajan olduğuna inanıyorlardı. Hiç memnun değillerdi, sorunlarıyla ilgilenmiyor, halkı kucaklamıyordu.
• Rodos’ta Cuma namazı
Hakikaten ben de İmam Hasan’ın vaazından bir şey anlamamıştım. Anlattıkları bana çerez gibi geldi. Gözüm tutmamıştı bu adamı... Namazdan sonra kendisiyle sohbet etme ihtiyacı bile duymadım. Hutbe zamanı geldiğinde yolculuktan bitkin bedenim yorgun düştü. Uyandığımda iç ezan okunuyordu!
Cami cemaatinin az olması Yunan hükümetinin de işine geliyordu. Çünkü soydaşlarımız diğer camilerin de ibadete açılmasını talep ettiklerinde, Yunanlı yetkililerin “Daha bir camiyi üstelik Cuma namazında dolduramıyorsunuz, size camiye ne gerek var?” şeklindeki itirazları ile karşılaşıyorlardı. 
Anlaşılan durum çok vahimdi.
Caminin dört bir tarafı meyhane ve barlarla çevrilmiş. Yunanlı yetkililer (Yunan halkı demiyorum) öylesine utanmaz ve ahlaksız ki, camilere ve dindarlara zerre saygısı yok! Yüksek sesli müzik eşliğinde camiye dönmüş kadeh kaldırıyorlardı, anadan üryan turistler! 
İçim burkuldu. Yunanlı yetkililere beddua edip durdum!  (Kanuni olsaydı sizin ananızı bellerdi, dedim içimden!)

******  
• “Burada Müslüman olarak yaşamak bir mucize”
Limandan konsolosluk binasına gelene kadar bakmakta kıyamadığım tarihi eserleri şimdi doya doya gezebilirdim. Önce Şövalyeler döneminde yapılan tarihi surlardan ve kalelerden başladık. Ardından Osmanlı çarşılarını gezdik. Dar sokakları ve muhteşem kaldırımlarıyla sanki bir Türk mahallesinde geziyorsunuz... Konsolos görevlisi hemşerim Mehmet yaklaşık 20 yıldır burada görev yaptığı için herkesi tanıyordu. Dükkân ve işyeri sahiplerinin birçoğu Türk’tü... Türklerin dükkânlarına girip sohbet ettik. Hepsi de hemen hemen aynı konularda dertliydi. Çocuklara dinlerini ve dillerini öğretmek, gelenek ve göreneklerini unutturmamak için okulların açılması...
Çarşıyı gezerken dükkân sahibi bazı soydaşlarımızla sohbet ettim. Hülya isminde bir soydaşımız acı gerçeği adeta bir cümleyle özetliyordu:
“Burada Müslüman-Türk olarak yaşamak bir mucize!”
Bir yanda Müslüman-Türk soydaşlarımızın feryadı, öte yanda Adanın muhteşem güzelliği… Surlar içinde, camilerin etrafında gezerken, masmavi denizi ve gün batımını seyrederken aynı anda hem sevinci hem de üzüntüyü birlikte yaşamak, bilseniz insanı nasıl da yoruyordu. Soydaşlarımızın dertlerini dinlemekten adanın güzelliklerinin tadına varamıyordum. Buraya sıradan bir turist gibi gelip adanın güzelliklerini keşfetmek varken bu fakir, soydaşlarımızın dertleri ile dertleniyordu…
****  
• Yunanlılar vergi ile susturuyor
Çarşı-Pazar gezisinden sonra yolumuz, Osmanlı’nın en büyük eserlerinden biri olan Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi’ne düştü. Yılda 300 bin kişinin ziyaret ettiği kütüphanede farsça ve Arapça 2.500 adet yazma eser bulunuyor. Çok sayıda bilim adamı bu kütüphaneye gelip araştırma ve inceleme yapıyor. Görevli Yusuf Kıbrıslı, Vakıf bünyesinde bulunan kütüphaneden Yunan hükümetinin yüzde 41 vergi aldığını belirerek, “Zor şartlar altında hizmet veriyoruz. Bu vergi kaldırılmalı. Yunanlı yetkililerden yardım alamadığımız gibi ağır vergiler altında eziliyoruz. Kendi imkânlarımızla ayakta kalmaya çalışıyoruz.” diyor. 
Dedim ya hangi Osmanlı eserini ziyaret etseniz hangi Müslüman-Türk soydaşımızla konuşsanız, herkes Yunan hükümetinden şikâyetçi. 
• Ölüleri tekrar öldürmek
Tarihi kütüphane binasından çıkıp Murat Reis Külliyesini ziyaret etiğimizde karşılaştığımız manzara tam bir felaket… Murat Reis Mezarlığı ve camiinin bulunduğu külliye bakımsızlıktan viraneye dönmüş… Külliyede görevli Şaban-Süheyla Kalkitlioğlu soydaş çifti 80 yaşlarında… Kaderine terkedilmiş Murat Reis Külliyesinin sadece bekçiliğini yapabiliyorlar. 400 yıl boyunca şehit düşmüş ya da vefat etmiş Müslümanların mezarlığındaki otları bile toplamaktan acizler… Külliye içindeki cami kapalı ve yıkıntı halinde… 
Biz Malatya’da Ermenilere ait Kiltepe’deki Ermeni kilisesini, mezarlığını ve Venk’teki şapeli onarıp hizmete açarken, şu Avrupalı geçinen Yunanlıların yaptığına bakın!
Ölüleri tekrar öldürmek tam da buna derler… 
Bu ne kin, bu ne nefret! 
Görevlilerin bana söylediğine göre, bu mezarlıkta Malatyalı bir şahsiyet de yatıyormuş... Ancak, Arapça yazan mezar taşlarını okuyamadığım için mezarın yerini tespit edemedim. 
Murat Reis ile ilgili Rodos adasında bir efsane söyleniyor yıllardır… 
Osmanlı Donanması ne zaman Akdeniz'e açılacaksa Rodos açıklarında Murat Reis'i topla selamlayıp öyle giderlermiş; bu yıllarca adet olmuş ve halen Rodos açıklarından geçerken gemiler üç defa siren çalıp Murat Reis’i selamlarmış.
Ben de üç defa selam verdim, sirenim yok ama dualarımla…
Gelen gazi Murat Reistir bak
Resulullah sancağını çeker ak
Deryalarda daim yardımcısı Hak
Odur Mağrip uluların velisi
Her anda Hû dese gelir yetişir
Vardır levendi bahadır delisi

****** 
Hemşerim-mihmandarım Mehmet Dilek ile şehir içindeki turumuzu tamamladıktan sonra şehri kuşbakışı gören tepelere çıktık. Bu sefer şehri ve masmavi suların çevirdiği sahilleri yüksek tepelerden seyrektik. Akşam güneşin batışını seyrederken karşı tarafta ufukta Marmaris-Bodrum kıyıları seçilebiliyordu. 
Yorgun ve bitkin bir şekilde kendimizi konsolosluk binasındaki lojmanlara attık. Çünkü saat 20.00’de çok önemli bir randevumuz vardı.
• Yunan hükümeti Şeyh Mustafa’ya darbe yapmış
 Şeyh Mustafa’nın adını aslında Türkiye’de (Marmaris’te) iken duymuştum. Marmaris’te gazetecilik yapan Gündüzbeyli Erdem Katırcı, “Abi” dedi, “Rodos’ta Şeyh Mustafa ile mutlaka görüş. Adada yapılan zulmü ondan daha iyi bilen ve anlatan olamaz.”
Doğrusu Şeyh Mustafa ile konuşmak için can atıyordum. Kendisine ulaştım ve randevu aldım. Saat 20.00’de işyerinde beni bekleyecekti.
Oto kiralama-satım gibi işlerle uğraşıyordu.
Şeyh Mustafa’nın başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiş! Yunanlı yetkililer, Şeyh Mustafa’nın başlattığı mücadeleyi püskürtmek ve susturmak için akıl almaz operasyonlar yapmış… 
Aslen Rodoslu Müslüman Türk olan Şeyh Mustafa, 1999 yılında “Rodos Türklerini Yaşatma ve Dayanışma Derneğini kurduktan sonra başı beladan kurtulmamış… Rodos’daki Yunanlı yetkililer Şeyh Mustafa’ya öyle bir oyun oynamış ki, dünyada eşine benzerine az rastlanır cinsten…
Mustafa’yı canından bezdirmek ve yıldırmak için, işyeri telefonunun hattını 900’lü hayat kadınlarının hattına bağlamışlar. Mustafa’nın işyerine 10 bin Euro civarında fatura geliyor. Mahkemelere başvuruyor ama kimi kime şikâyet edecekti. Sonunda o parayı ödemek zorunda kalıyor.
• Yunanlılar, dernekten rahatsız oldu
Rodos Müslümanları Kültür Derneği”nin kurucu başkanı Mustafa Şeyh, derneği çok zor şartlar altında kurduğunu anlattı. Rodos’ta yaşayan Türklerin dernek kurma ve örgütlenme konusunda oldukça tedirgin davrandıklarını ifade eden Mustafa Şeyh, “2000 yılında derneği kurabildim. 24 kişinin dilekçesi gerekiyordu bu derneğin kurulabilmesi için. Fakat bu 24 kişiyi toplamak hiç de kolay olmadı. Çok zorlandım. İnsanlarımızın büyük çoğunluğu korkuyor. Dernekleşme nedir bilmiyor. Üstelik de çok çekiniyor. Aslında biz bir Avrupa ülkesinde yaşıyoruz ve herkesin dernek kurma ve derneğe üye olma ve yönetici olma hakkı vardır. Sonuçta 4 Ocak 2000 tarihinde mahkemeden belgeleri aldık, kararı aldık ve derneğimiz kurulmuş oldu.” diye konuştu. Derneğin kuruluşundan sonra Rodos’taki Türkleri derneğe davet ederek kongre yaptıklarını dile getiren Mustafa Şeyh, kendisinin başkanlığa seçildiğini hatırlattı. Şeyh, derneğin kurulmasından sonra Rodos’ta bazı çevrelerin bundan rahatsızlık duyduğunu ifade etti. 
Mustafa Şeyh, derneğin kuruluşundan sonra baskı gördüğünü ve bu derneğin faturasını pahalıya ödediğini söyledi. 2000 yılında derneği kurduktan sonra işyerine sürekli cezalar uygulandığını anlattı. Şeyh, “Ne yazık ki derneğin kuruluşunun bedelini pahalıya ödedim.” ifadesini kullandı. Dernekte 7 yıl boyunca başkanlık yaptığını kaydeden Şeyh, 2007 yılında dernek yönetimiyle girdiği anlaşmazlık sonucunda dernekten istifa ettiğini söyledi. 
• Türk derneğinde Yunanca konuşan Türkler!
Rodos’taki Türklerin sayısının 4000 – 4.500 civarında olduğunu kaydeden Şeyh, bunların çok az bir kısmının köylerde olduğunu, büyük çoğunluğun merkezde yaşadığını dile getirdi. En büyük sorunun çocuk ve gençlerin dil ve din bilgisi ve eğitiminden yoksun olmalarının olduğunu vurgulayan derneğin kurucu başkanı Mustafa Şeyh, “Şu anda çocuklarımızın önemli bir bölümü Türkçe konusunda sıkıntı çekiyor. Türkçeyi rahat bir şekilde konuşan çocuklarımızın sayısı az. Dediğim gibi en önemli sıkıntı dil ve din eğitimi. Öte yandan buradaki Yunanlılarla uyum içinde ve kardeşçe yaşıyoruz. Onlar bizim Türk olduğumuzu biliyor ve öyle kabul ediyor. Fakat devlet bizi Rodoslu Müslümanlar olarak adlandırıyor.” dedi.
Yunanlı yetkililer en sonunda muratlarına erdiler. Derneği, dernek binasında bile Yunanca konuşan Türklere teslim ettiler! 
*****
• Turistler olmasa Yunanlılar açlıktan ölür
Biraz dinlenip yemek yedikten sonra gece saat 23.00 sularında ışıklar içinde parlayan ve ayın bir başka güzellik kattığı Old Town (eski şehir)i gezmeye koyulduk. 
Rodos’ta şehir içinde gezdiğinizde nereye dönseniz tarihi bir eserle karşılaşıyorsunuz... Ya Şövalyelerin surları ve kaleleri, ya Osmanlı’nın camileri ve kuleleri ya da İtalyanların tarihi binaları... Yunanlılar Rodos’a bir çivi bile çakmamış... Şövalyeler, Osmanlılar ve İtalyanlardan kalma eserleri yiyip duruyorlar, miras yediler gibi... İsmet İnönü sayesinde bedavadan ada sahibi olmuşlar. 
Size bir şey söyleyeyim mi, turistler olmasa var ya, bu Yunanlılar açlıktan ölür!
******
• Lindos’u anlatamam çünkü…
Ertesi sabah (25 Mayıs Cumartesi günü) erkenden kalktık… Rodos’ta Old Town’dan sonra en fazla ziyaretçi akınına uğrayan, adeta turist kaynayan Lindos bölgesine doğru hareket ettik. Yaklaşık 45 dakikalık bir yolculuktan sonra mavi şafakların attığı, masmavi suların çepeçevre sardığı, büyüleyici Lindos’a vardık. 
Lindos’u anlatmaya gücüm yetmez… Kimsenin yetmez! 
Ben susuyorum, fotoğraflar konuşsun!
• İlle de Rodos
Kısacası Rodos, adalardan bir ada değil… Deseler ki bana, adalardan ada seç, hiç düşünmeden Rodos derdim. Sürgün ya da mahkum, turist ya da görevli… Fark etmez… İlle de Rodos!
Gökyüzü burada bir başka berrak, deniz bir başka mavi, ormanlar bir başka yeşil, tarih bir başka tarihti… Güneş burada bir başka batıyordu. Rüzgâr burada bir başka esiyor, güneş burada bir başka doğuyordu. Havada oksijenin dışında başka bir element olmalıydı. Çarpıyordu adamı… 
Burası bir ada değil mavi şafaklar ülkesiydi. 
New York City’de vali olacağıma Rodos zindanlarında mahkum olurum!
Hâlbuki ben buraya Rodos’u fethetmeye gelmiştim…
Bir süre sonra baktım ki Rodos beni fethetmiş! 

*****  
• Teşekkür
Rodos Adasına yaptığım gezide bana yardımcı olan ve her türlü desteği veren başta hemşehrimiz Banazılı Mehmet Dilek ve muhterem eşleri Fatma hanıma, yine konsolosluk görevlileri Gümülcineli Sebahattin Bayram’a ve Nermin Hanıma, Muğla Malatyalılar Dernek Başkanı Nevzat Özbey’e, Marmaris’teki Melita Apart’ın sahibi Malatyalı hemşehrilerimiz Cafer-Meral Günay çiftine, Erol Figen’e ve diğer hemşehrilerimize teşekkür ederim.
******
Tarihi ve turistik mekânlar hakkında bilgi

Eski şehir (Old Town)
Ortaçağa ait altı kapılı bir kalenin içine kurulu eski şehirde, şövalyelerin gezdiği dar sokaklar, kalenin mistik havası ve içerisinde bulunan cami, kilise gibi yapılar ve müzeye çevrilen şövalyeler sokağı, sizi bir anda zaman ötesine götürüyor.
1309′da St.Jean Şövalyeleri  (Hospitalier Tarikatı),  Rodos’a gelerek, adayı  zapt etmişler. Yeni ismiyle Rodos Şövalyeleri yönetimi altında şehir, ortaçağ Avrupa ideal modeline göre yeniden inşa edilmiş.
Büyük Üstatlar Sarayı’nın (Grand Master’s Palace) hakim olduğu bu Ortaçağ kenti, hendekler ve dört kilometrelik surlardan oluşan Rodos Kalesi ile çevrelenir. Kalenin içinde yer alan Kollakhium ve Burg kısımlarından oluşan Eski Kent’e, kale surlarının üzerinde yer alan 11 kapıdan girilebilir.
Şehrin Kollakhium bölgesi, Şövalyelerin yaşadığı, sarayın, İppoton caddesindeki hanların ve katedralin bulunduğu bölüm, Burg adlı kısım ise yerel halkın, Yahudilerin ve daha sonra Türklerin yaşadığı bölümdür.
Şövalyelerin inşa ettiği bu kuvvetli kale duvarları, 1444′deki Mısır Sultanı ataklarına ve Mehmed II’ nin 1480 deki ataklarına karşı koyup ayakta kalmıştır. Son olarak Rodos, Kanuni Sultan Süleyman’ın Aralık 1522 deki ordusuna yenik düşmüştür. Ada yaklaşık 400 yıl Osmanlı İmparatorluğu mülkiyetinde kalmıştır.
Ortaçağ askeri mimarisinin bir şaheseri olan dev surlar, dört kilometre boyunca uzanır ve Büyük Üstatlar ile Şövalyelerin armalı 151 kalkanını sergiler.
Eski kent, Unesco Dünya Kültür Mirası olarak kabul edilmiştir.
*******  
İbrahim Paşa Camii
Kare planlı cami, Sofokles Sokağı’nın üzerinde yer alıyor. Bilindiği üzere İbrahim Paşa, Rodos’un muhasarası ile görevlendirilmiş, sonradan kuşatmaya Kanuni de katılmıştır. Caminin yapımına 1532’de başlanmış. Bu özelliği ile de adadaki ilk İslam camisidir. Yapının ilginç bir özelliği ise caminin 1540’da bitirilmiş olmasına rağmen Pargalı ya da nam-ı diğer Makbul İbrahim Paşa’nın adını taşımasıdır. Zira bilindiği üzere 1536’da Paşa, gözden düşerek idam edilecek ve bunun akabinde de “Maktul” İbrahim Paşa olarak anılacaktır.
*****  
Hafız Ahmet Paşa Kütüphanesi
Hafız Ahmet Ağa Kitaplığı, Rodos Türklerinin en önemli kültürel mekânlarının başında geliyor. 1793’de açılan kütüphane, eski zamanlardan beri Türk cemaatinin en önemli idarî merkezlerinden biri olarak kullanılıyor.
Kütüphanenin banisi, eski Rikabdâr-ı Şehriyarî Rodoslu Hafız Ahmet Ağa olup, kendisi Tophane müşiri Fethi Paşa’nın babasıdır. İki odadan oluşan kütüphanenin çevresinde ayrıca Kur’an-ı Kerim okumak için küçük odalar da inşa olunmuş. Fethi Paşa, sonradan kendi kütüphanesinde bulunan değerli yazmaların bir kısmını da buraya bağışlayarak koleksiyonun hayli zenginleşmesini sağlamıştır.
*****
Murat Reis Camii ve Külliyesi
Rodos’ta Osmanlı döneminden kalma en prestijli yapı ise herhalde sahilde Mandraki bölgesinde bulunan Murat Reis Külliyesidir. Külliye içindeki cami bir sene kadar önce Yunan yetkililer tarafından kapatılmış. Cami ve etrafındaki mezar alanı 82 yaşında olan Şaban amca ve eşi Süheyla teyze tarafından korunuyor.
*******
Fethi Paşa Saat Kulesi
Saat kulesi, Fethi Paşa Vakfı’nın bir parçası olup Paşa, gerek bu kule ve gerekse de Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi, Rüştiye binası gibi diğer yapılara gelir getirmesi için 14 dükkânın gelirini vakfetmiştir. Saat kulesi bugün kafe olarak işletiliyor. 5 euro karşılığında kuleye çıkabiliyorsunuz ve bunun neticesinde hem adayı panoramik şekilde görebiliyor hem de bir içecek içebiliyorsunuz.
*****
Lindos                                                                                                                                                                                       
Lindos, dünyanın 7 harikasından biri sayılan Rodos heykelini yapan sanatçı Khares’in köyü.  Rodos adasının üç büyük kasabasından biri ve adanın doğusunda yer alıyor. Beyaz evleri, dar sokakları tepede bulunan kalesi ve manzarası ile görülmeye değer. Kaleye ulaşmak için eğlenceli seçeneklerden bir tanesi eşekler sırtında yolculuk yapmak ancak yol boyu size eşlik eden kokunun pek eğlenceli olduğunu söylemek mümkün değil.  Dizlerinize güveniyorsanız 900’den fazla basamağı tırmanıp tepeye ulaşabilirsiniz. Evet, yorulacaksınız ama bu his ayaklarınızın altına serilecek olan manzarayla uçup gidecek. Üstelik Athena tapınağının kalıntıları arasında gezmek de cabası…

*******

Rodos tarihinden notlar
Rodos şehrinin Türklere teslim şartları 21 Aralık 1522 tarihinde belirlendi. Buna göre, adada kalmak isteyen Latin ve Rum ahali din ve dil serbestisine sahip olacaktı. Halkın mallarına el konulmayacak ve 5 yıl boyunca vergiden muaf olacaklardı. Şövalyelerle birlikte gitmek isteyen halkın, beraberlerinde mallarını götürme hakkı olacaktı.  Osmanlı bu şartlara harfiyen uydu. (Tarihçiler)
******
Padişah, Rodos’ta bulunduğu süre içinde gayrı Müslim cemaat yetkililerini kabul ederek bunlara maddi yardımlarda bulundu. Sultan’ın adayı ziyaretine en fazla Yahudiler sevinmişti. Büyük sevgi gösterisinde bulunan Yahudi cemaati, bütün Sinagogların ışıklarını yakıp şenlikler tertip etti. Daha sonra Hahambaşı öncülüğündeki bir Yahudi heyetini kabul eden Padişah, cemaate 20 bin kuruş bağış yaptı. Bu paranın öncelikle eğitim gören öğrencilere dağıtılmasını tavsiye etti.
*****
Fetih sonrası savaşta hasar gören Rodos kalesinde tamir işlerine başlandı. Restorasyon işleri ciddiyetle yürütüldü ve onarımda orijinalliğe sadık kalındı. 
***** 
Osmanlı müverrihlerinden Peçevi, fetih sırasında verilen mücadeleyi, “Şuheda kanıyla burç ve baru-yı kal’a lale-gün olmuştur.” ifadesiyle anlattı.
********  
17. Yüzyıl sonlarında Rodos’u ziyaret eden Evliya Çelebi, şehirdeki Türk mahallelerinde kuşgözü safra taşı döşenmiş kaldırımları olan çok temiz sokaklarının bulunduğunu, herkesin kendi ev ve dükkânının önünü temizlediğini, asla çöp dökülmediğini, böyle bir şey yapmanın hep çok ayıplandığını hem de cezalandırıldığını belirtiyor.
***** 
Dışarıdan korkunç ve tehlikeli bir çizgi gibi görünen bina kümeleri arasından, geniş göklerin maviliklerine doğru, hurma ağaçlarıyla boy ölçüşür gibi yükselen minareler, caminin kubbeli gözdesinden fışkıran büyük taş, dallar hissini verir. Bizimkinden bambaşka olan bir dinin, bir ırkın, bir alemin sembol ve timsali olan bu eserler; kapalı, cenkçi ve monastik başka bir ruhun silinmez izlerini kazıdığı Venüs şehrinin tablosunu hayret verici renk ve çizgi armonisi ile tamamlamaktadır. (Rodos’ta Türk Mimarisi- Hermes Balducci)