dore okulları
Malatya
09 Mayıs, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.25
  • EURO
    34.78
  • ALTIN
    2399.8
  • BIST
    10247.75
  • BTC
    61686.18$

Muazzez Öğretmen

24 Kasım 2023, Cuma 10:58
Muazzez Öğretmen

Akçadağ Köy Enstitüsü Mezunlarından Mukaddes ve Muazzez Teyzelerim ile Bekir Yılmaz eniştemi, ayrıca abim Nihat Gülşen ile yengem Sümer Gülşen’i bu öğretmenler gününde rahmetle anıyorum. 

Tüm öğretmenlerin “Öğretmen Gününü” kutluyor ve Malatya İnönü Üniversitesince düzenlenen “Öğretmenin Öyküsü” yarışmasında dereceye girerek üniversitenin çıkardığı kitapta yer alan MUAZZEZ ÖĞRETMEN öykümü paylaşıyorum. 


MUAZZEZ ÖĞRETMEN
    Üç kızdan sonra oğlu olunca çok sevinmişti Fırıncı Osman. Erkek evladın yeri bir başkaydı onun gözünde. Oğlu büyüyünce onun sağ kolu olacaktı. Fırını çekip çevirecek, hamur karacak, ekmek açacak ve kürek kürek ekmek pişirecekti. Kendisi de kasa kasa ekmekleri atına yüklediği gibi köylerde satacaktı. Bu hayal ile günler geçiyor, yardımcısı olan kadınların hazırladığı hamurları odun alevinde nar gibi kızartıyordu. 
1930 Yılının ilkbaharında Akçadağ’da kızamık salgını çıktı. Bir an önce büyüsün diye kuş sütüyle besleyip,  koruyup kolladığı oğlu kızamığa yakalanıp ölünce, kolu kanadı kırıldı.  Fırıncı Osman çok üzüldü, günlerce oğlunun yasını tuttu. 
Eşi Habibe Hanım, üç kızın bakımından ve ev işlerinden artakalan zamanlarda kocasına destek olmak, yardım etmek için her fırsatta fırına koşuyordu. Hamarat bir eşti. 

Hamaratlığı yanında görgü ve bilgisiyle de örnek kişiydi. Bu nedenle konu komşu herkes ona Habibe Hatun diye hitap ederdi.
    Aylar sonra Habibe Hatun, gebe olduğunu eşinin kulağına fısıldadı. Yeniden oğlu olacak umuduyla havalara uçtu Fırıncı Osman. Günler geçiyor, hanımının karnı büyüdükçe Fırıncı Osman’ın da hayalleri büyüyor, oğlunu kucağına alacağı günü sabırsızlıkla bekliyordu.
O gün, öğlene doğru hamurların hepsini pişiren Fırıncı Osman, her gün yaptığı gibi atın sırtına ekmek sandıklarını yerleştirerek yeni inşa edilmekte olan, Sultan Suyu Harası’nda çalışan işçilere ekmek götürmek için yola çıktı. Yolu uzundu. Atın önünde yürüyerek yularından çekiyordu. O gün dağ yolunda çalışma vardı. Bozuk dar yollara geldiğinde şiddetli bir patlamanın sesiyle irkildi. Patlatılan dinamitin ardından koca koca kaya parçaları üzerine doğru yuvarlanmaya başladı. Kaçmaya çalışsa da başarılı olamamış düşen kayaların biri bacağını ezmişti. Neden sonra yol çalışmasını yapan işçiler yaralanan, acılar içerisinde kıvranan fırıncıyı fark edip ayağını sarıp sarmalayıp atına bindirerek ilçeye geri gönderdiler. 
Akçadağ’da doktor yoktu. Kente gitmek için her an araba bulmak da mümkün değildi. Geçer, diyerek kendi kendini tedavi etmeye çalışan Fırıncı Osman, konu komşu tedavi için ne önerdiyse hepsini yapıyordu. Ancak bacağı gün geçtikçe kötüye gidiyor, sonunda kangren olan yaraların etkisi tüm vücudunu sarıyordu. 
Çok geçmeden Fırıncı Osman henüz 33 yaşında iken hayata gözlerini kapadı. Kocasının bu vakitsiz ölümü Habibe Hatun’u perişan etti. Üç çocukla kala kaldı bir başına. Bir de yolda gelecek bebeği vardı, kocasının erkek diye umutla yolunu gözlediği. Ya ona ne demeli!  
Henüz aradan 15 gün geçmişti ki, daha evdeki yasın havası dağılmadan Habibe Hatun dördüncü kız çocuğunu doğurdu. Zeynep Ebe onca bebek dünyaya getirmişti ama ilk kez eline aldığı bu talihsiz kıza üzülerek baktı. İçi sızladı.  
Çaresiz ve perişan bir şekilde ne yapacağını düşünen talihsiz anne ise kızına sütünü vermedi. Ağlıyor, yetim doğan bebeğine üzülüyor, ölsün de kurtulsun istiyordu. Durumu fark eden Zeynep Ebe, Habibe Anne’nin acısını dindirmek, yardımcı olmak için çırpınıyordu. Sonunda anneyi teselli ederek emzirmesi için ikna etmeyi başardı.
Yetim doğan bebeğini ilk günkü isteksizliğin aksine bağrına basan Habibe Hatun kızına Muazzez ismini koydu. İsminin anlamı gibi ona saygı duyulsun, değer verilsin, izzet ve şeref sahibi olsun istiyordu.
Hatice, Mukaddes ve Müzeyyen’den sonra Muazzez. Dört evladına kol kanat geren Habibe Hatun’a komşuları da sahip çıktı.  Evinin bir odasını kiraya veren Habibe Hatun, kira gelirine ek olarak bir süre memur ailelerin evlerine pınardan su taşıyarak geçimini sağladı. Derken Akçadağ Ziya Gökalp İlkokulu’na hizmetli olarak işe alındı. Çok çalışkandı Habibe Hatun. Okulun temizliğini yapıyor, sobalarını yakıyor, çekip çeviriyor, bununla beraber kızlarına da gül gibi bakıyordu. Habibe Hatun çok fedakar bir anneydi. Bu çabasıyla herkesin takdirini ve saygısını kazanmıştı
    Aylar, mevsimler derken yıllar geçti. Büyüyüp okul çağına gelen kızları, ilkokula başladılar. Zaten çocukluklarından beri kızların da günleri anneleriyle beraber okulda geçmişti. Azimliydi Habibe Hatun. Dört kızı da okusun istiyordu.
    Kızlarından Mukaddes’in ilkokulu bitirdiği yıl Akçadağ’a Köy Enstitüsü açılacağını haber alan Habibe Hatun, okulun ilk öğrencisi olarak kızının kaydını yaptırdı.  
    Köy Enstitüsü açılmıştı ama tahsis edilen geçici hizmet binası yeterli değildi. Karapınar köyü yakınındaki ovaya yeni okul binası yapılması için karar verilince, o bölgeye çadırlar kuruldu. Öğrenciler bu çadırlara yerleştirildi. Öğretmenler, büyük bir heves ve gayretle öğrencilerin eğitimiyle uğraşıyorlardı. Bir yandan eğitim öğretim devam ederken diğer yandan; usta, işçi, öğretmen ve öğrenciler el ele vererek yaz-kış, soğuk-sıcak demeden canla başla okul inşaatında çalışarak sınıfları, işlikleri, okulu inşa ediyorlardı. 
    Binalar yapılınca çeşitli faaliyetler de başladı. Dershaneler, işlikler, yemekhane ve yatakhaneler ayrılmış, marangozhane, tamirhane, elektrik, tarım, inşaat, güzel sanatlar, süthane bölümleri açılmıştı. Okula gelir getiren işler de yapılmaya başlanmıştı.
Köy Enstitüsünün açılışının ikinci yılı sonunda Muazzez de Ziya Gökalp İlkokulunu bitirdi. 1942 yılı Eylül ayında bir gün, İlkokul Müdürü Korkut Bey ile Sınıf Öğretmeni Meliha Hanım okulun ufak tefek ve en küçük kızı olan Muazzez’i okula çağırdılar. Hazırladıkları bir evrakı ikisi de imzaladıktan sonra Korkut Bey: 
-Bak kızım, ailen senin nüfus cüzdanını çıkarmamış olduğu için diplomanı henüz hazırlayamadık. Biz senin nüfus cüzdanını çıkarıp diplomanla birlikte daha sonra vereceğiz.  Bu yazıda durumunu belirttik.  Yazıyı,  Enstitü Müdürü Şerif Tekben Bey’e götürüp verecek ve enstitüye kaydını yaptıracaksın. Seni bir öğretmen olarak karşımızda görmek istiyoruz. Sen çalışkan, okumaya hevesli bir öğrencisin.  Başaracağından da eminiz. Dışarıda atıyla bekleyen amca da seni okula götürecek, dedi. 
Akçadağ’da ortaokul yoktu. Malatya’ya gidip orada okumak ise herkesin harcı değildi. Muazzez okuyacağı için çok sevindi. 
Muazzez’i ata bindirerek kendini götürecek olan amcanın arkasına oturttular. İlk kez ata binmenin heyecanıyla düşmekten korkuyor, eyerden tutunmaya çalışıyordu.
Yol uzundu. Bir hayli yol aldıktan sonra dereye vardıklarında atın sahibi Muazzez’i; sudan korkmaması, suyu geçerken belinden sıkıca tutunması ve hiç bırakmaması, gözlerini de kapaması için uyardı. Buna rağmen dereyi geçerken Muazzez suya bakıp korkunca oturduğu eyerden yana kaydı. Az kalsın dereye düşecekti. Bu kez adamın beline sıkıca yapıştı ve güçlükle dereyi geçtiler. 
Enstitüye varınca atı bir kayısı ağacına bağlayan sahibiyle birlikte doğruca müdürün odasına girdiler. Muazzez kaybetmemek için koynunda sakladığı zarfı çıkararak uzattı. Müdür yazıyı okuyunca Muazzez’i getiren at sahibine: 
-Tamam. Öğrenci burada kalacak. Sen dönebilirsin. Zahmetin için de teşekkür ederim, diyerek adamı gönderdikten sonra bir kız öğrenciyi çağırdı. Gelen öğrenciye;
-Kızım bu arkadaşınız ikinci sınıftaki Mukaddes’in kardeşiymiş. O’nu önce yatakhaneye götürüp ranzasını göster. Sonra da ablasını bul ve kardeşini teslim et. Ablası okulu dolaştırıp tanıtsın. Sınıfını, yemekhaneyi göstersin, dedi. 
Muazzez mutluydu. Artık Akçadağ Köy Enstitüsünün öğrencisi olmuştu. Geleceğin ilkokul öğretmeniydi. Sevinçten havalara uçuyordu. Bir kaç gün içinde okuluna alıştı.  Dikiş öğretmeni ve üst sınıftaki ablalar el birliğiyle ona okul formasını da dikiverdiler. İlk kez ceket, gömlek ve pantolon giyiyordu. 
O hafta başında okulda dersler başladı. Bir gün sınıf öğretmeni Muazzez’i çağırarak ilkokuldan gönderilen nüfus cüzdanını verdi. Diplomasının da okulda kalacağını söyledi. Muazzez nüfus cüzdanına baktı. Doğum tarihi 15 Mart 1930 yazıyordu. Bu tarihi okuyunca yaşını da öğrenmiş oldu.

     Bir tatil günü ağacın gölgesinde oturmuş dinlenirken Muazzez’in yanına Eğitim Şefi Reyzi Pamir Bey ve eşi Nimet Öğretmen yaklaştı. İlkokul öğretmeni olan Nimet Hanım enstitüde görev yapabileceği kadro olmadığı için öğretmenlik yapmıyordu. Muazzez gelenlerin farkında değildi. Nimet Hanım onun sırtından tutup kaldırınca kendine geldi. Nimet Hanım beyine:
    -Bu küçük çocuğu okula nasıl kaydettiniz, diye sordu.
    -Hanım, senin küçük çocuk gördüğün bu öğrenci okulun sınavını kazandığı için alındı.
    -Bu çocuğu bize götürelim. Lojmanda kalsın. Emel ile oynarlar. Ona bakar.
-Öyle şey olamaz, öğrenci okulunda kalmalı.
-Ama kış geldi. Yatakhanelerinde soba da yok. Üşür, bu cılız bedeni kara kışa dayanamaz hastalanır.
Sonunda Muazzez’in okul saati dışında ve akşamları kendilerinde kalmasına karar verdiler. Muazzez bu karardan memnundu. Sıcak bir yuvası ve kendine kol kanat geren bir ailesi olmuştu. Reyzi Pamir Bey’de baba sevgi ve şefkatini, Nimet Hanımda da anne sevgisini yaşıyordu.
Habibe Hatun her ay maaşını alınca okula geliyor ve kızlarına birer lira harçlık veriyordu. Özellikle çok güzel ve gösterişli olan büyük kızına: “Aman kızım paranı idareli harca, kimseden borç para isteme, lazım olursa bana haber ver” diye tembih ediyordu. Muazzez parasını harcamayıp biriktiriyordu. Bazen ya bir kitap alır, ya da fotoğraf parası verirdi. Ablasının parası bitince bazen gelir kardeşinden alırdı.     
Enstitüye, öğretmen ve arkadaşlarına iyice alışan Muazzez, sınıfın çalışkan öğrencileri arasına girmişti. Çok kitap okuyordu. Ders ve uygulama saatleri dışında onu arayan kütüphanede bulurdu. Müzik koluna da seçildi. Müzik Öğretmeni Sadık Bey, seçilen herkese Malatya’dan mandolin alıp getirdi. Muazzez’in mandoline verecek 25 lirası yoktu. Öğretmenine ve arkadaşlarına karşı mahcup olmamak için durumunu söyleyemedi. O hafta sonu okula gelen annesine söyledi ama annesinin de mandoline verecek parasının olmadığını biliyordu. Annesi: “Üzülme kızım. Bir hal çaresini bulurum” diyerek kızına avuntu verip gitti.
    Evlerinde, resmi görevde çalışanlara devletin her yıl verdiği bir teneke gazyağı vardı. Habibe Hatun evine gider gitmez hiç tereddüt etmeden bu gazyağını satıp parasını Muazzez’e götürdü. Muazzez, mandolinin parasını öğretmenine verdi. Onun da bir mandolini olmuştu ama buna sevinemedi. Çünkü gaz ocağında ve gaz lambasında bir kış yakacakları gazları yoktu artık.
    Yıllar çabuk geçti. Muazzez’in ablalarından Hatice ile Müzeyyen evlenip yuva kurdular. 
    Mukaddes ablası da, birinci devre mezunu olarak atandığı Bahri Köyü’nde öğretmenliğe başladı. Köy Enstitüsünü bitirip öğretmenliğe başlayanlara demirbaş olarak devletin verdiği;  Beş dönüm toprak (arsa), bir at, bir inek, beş koyun, bir dikiş makinası ile bir dokuma tezgahı Mukaddes’e de verildi. Amaç, öğrenciler dışında köylüler de eğitilecek, bu demirbaşlarla üretime geçilecek, tarla ekilecek, gelir elde edilecek, geliri de öğretmene kalacaktı.
    Muazzez’in son sınıfta stajları da başladı. Çevre köylerdeki ve Malatya’daki ilkokullarda derslere giriyor, kendini yarının öğretmeni olarak hazırlıyordu. 


O yıl Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in okullarını ziyarete geleceği haberi tüm öğrenci ve öğretmenleri heyecanlandırdı. Onun için bir okul pikniği düzenleme hazırlığına başlandı. Beklenen gün geldi. Bakan Bey enstitüyü dolaştı. Faaliyetleri yerinde izledi. Yoktan var edilen bu ilim yuvasındaki öğrencilerin çok yönlü yetiştirildiklerini görerek memnun kaldı ve hep beraber yürüyerek pikniğin yapılacağı Kotangölü Köyüne gidildi. 
Aralarında Muazzez’in de bulunduğu müzik kolu öğrencileri mandolin eşliğinde şarkılar söyledi. Şiirler okundu. Oyunlar oynandı. Derken odun ateşinde kızaran kuzu çevirmesinin kokusu etrafı sardı. Hemen yer sofraları hazırlandı. Bakan Bey’i de aralarına alan öğretmen ve öğrenciler güzel bir birliktelik oluşturdular. O sırda Bakan Hasan Ali Yücel, karşı sırada oturmakta olan Muazzez’i çağırarak tabağını uzattı. Muazzez tabağı aldığı gibi aşçının yanına koşturdu. Aşçı, kızarmış etleri kesip tabağa koyunca. Heyecanla Bakan Bey’e götürüp,  “Afiyet olsun Sayın Bakanım” diyerek sofraya bıraktı. Bakan Bey “Teşekkür ederim kızım” deyince yerine oturdu.
Yetim olarak dünyaya gözlerini açan, yokluklar içinde büyüyen bir kıza sahip çıkan, babalık yapan, yarının öğretmeni olarak hazırlayıp, Atatürkçü bir aydın olarak yetiştiren devletin bakanına, yemek verip hizmet etmenin sevinç ve mutluluğu yaşayan Muazzez,  Bakan Bey’in kendisini önemsemiş olduğunu da hissetti.
Aradan altı ay geçti. Şimdi sıra vatan hizmetindeydi. 1947 yılında, ilkokul öğretmeni olarak atandığı köye, tahta valiziyle at sırtında giderken, yol üzerindeki dereyi yıllar öncesinin aksine yalnız başına, korkusuzca geçti. 
Karşı tepenin ardındaki köyde, sınıflar dolusu çocuk, karanlıklarını aydınlatacak bir güneş gibi, Muazzez Öğretmen’i bekliyordu. 


 

Yorumlar

  • yorum avatar
    İnci bilgin.
    27-11-2023 07:58

    Öğretmen hanım, Muazzez Duman hanım mıdır?

  • yorum avatar
    Şenay Eren Küçükfırat
    25-11-2023 14:15

    Canım öğretmenimi rahmetle anıyorum mekanı cennet olsun Nurlar içerisinde yatsın Derme ilk okulunda ilkokul öğretmenimdi bende şıkşık sokakta oturuyordum hergün giderken gelirken elini tutar okula beraber gider gelirdik elini hiç kimseye kaptırmazdım çok iyi bir anne şefkati vardı öğrencilerinin hem öğretmeni hemde annesiydi öğretmenler günün kutlu olsun rahmetle herzaman anıyorum Atatürkçü nesiller yetiştirdi bu zamanda idealist öğretmen bulmak çok zor sizinde elinize emeğinize sağlık selamlar sevgiler

  • yorum avatar
    Şenay Eren Küçükfırat
    25-11-2023 14:15

    Canım öğretmenimi rahmetle anıyorum mekanı cennet olsun Nurlar içerisinde yatsın Derme ilk okulunda ilkokul öğretmenimdi bende şıkşık sokakta oturuyordum hergün giderken gelirken elini tutar okula beraber gider gelirdik elini hiç kimseye kaptırmazdım çok iyi bir anne şefkati vardı öğrencilerinin hem öğretmeni hemde annesiydi öğretmenler günün kutlu olsun rahmetle herzaman anıyorum Atatürkçü nesiller yetiştirdi bu zamanda idealist öğretmen bulmak çok zor sizinde elinize emeğinize sağlık selamlar sevgiler

  • yorum avatar
    Gültekin Aksoy
    25-11-2023 13:18

    Yeni nesiller için okuması gereken bir öykü .Azimle yapılan işler başarı getirir.Elinize sağlık.

  • yorum avatar
    Temel Yılmaz
    24-11-2023 14:11

    Sevgili Suat,kalemine yüreğine sağlık,sana çok teşekkür ediyorum.Ecz.Temel Yılmaz.Barış Eczau.Malatya

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.