dore okulları
Malatya
26 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    35.06
  • ALTIN
    2458.5
  • BIST
    9820.51
  • BTC
    64419.25$

NEFHA-İ İLÂHİ

25 Haziran 2021, Cuma 09:32

 

 

 

Bütün medih ve övgüye lâyık olan, bütun varlığın lisânıyla övülen Allah'ın adıyla...

Kalp gözünle bakıp, sonra sana gösterilen insan-ı kâmilin hakikâtini gör ve seyret.

Eşrefü'l mahlukât, ahsen-i takvîm olan insan-ı kâmili bu sonsuz âlem içinde, küçücük bir mahlûk, sadece bir insan farz etme. Anla ki sana insan-ı kâmili anlatmaya kalksam, ebediyete dek Allahü Teâlâ'dan anlatabilme ilmini ve iznini alsam, sonsuz kelimelerle sonsuz izâhlar yapsam yine de ahsen-i takvîmi zerre misalince anlatamam. Ama sana ondan seslenebilir, akislerin, kendini değil bilâkis güneşi işaret ettiği gibi tüm seslenenlerden de gizli, ama bir o kadar da aşikar olanın sesini dinletebilirim; bu hakikâte talip, kâmil-i insan olmak niyeti ve muradında isen.

Dinleyecek kulaklarından ziyade; duyacak..

 Bakacak gözlerinden ziyade; görebilecek bir kalbin var ise.

Bu cevher ki sendedir; ama sen değildir, hakikât özündedir; ama senden değildir.

Cenâb-ı Hakk, kendi esma-i ilâhisine ve kelâmına hz. insanı mazhar kıldı, hakikâti idrâk edebilen kalbi var eyledi ve yine onunla şerh eyledi. Muhammedî Nûr olan iki cihân sultanı Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s)'i de bu mânâlar okyanusuna en temiz ve en güzel rehber kılıp, aşikârca beyân ve bununla da zâtının bilinmekliğini murad eyledi.

Sana bu mânâlardan bahseden, o mânâlardan tecelli eden, kâinat kitabından sesleneni dinle, gör ve tasdîk et.

O seslenişe muhatap kılınan kalbinle idrâk et ki; o mânâları kavrayabilesin.

Sen de bilirsin ki kalbin yoksa, durmuşsa ve atmıyorsa; cansız bedensin, cesetsin.

Anlayabilmen, duyabilmen, görebilmen ve o muhataplığa cevap verebilmen; ancak kalbinle, kalbin ise nefha-i ilâhi ile kâimdir. Sana bu ilâhi nefesin tecelli ve tesiriyle hitâp edenin seslenişine yönelerek ceset kabuğundan soyunabilir ve ancak o zaman yaşayan bir ruh olduğunu kanıtlayabilirsin.

Kabuğunu kır ki, ruhuna o mânâlar aktarılabilsin. Hakikâti bulunca her şey yerini bulur,  huzura erer.

Tahkîk tohumdur, o tohumu kır ki; gölgesinde sonsuzlarca huzura erebileceğin hakikât çınarı filizlerin tasdîk mühürünle ebediyen yeşerebilsin.

Ezel ve ebed. Bu ikisi arasında, ne olmaya ve ne olmamaya muktedir kılınan sen, hür irâden ile kabuklarından, yüklerinden kurtulmayacaksan; nedir bu nelerden ayrılmaklar ve nelere kavuşmaklar?

Rûhlar âleminden ayrılmakla tanıştın ilk ayrılığınla. Vücûda getirilirken, anne vücûdundan ayrıldın sonra. Sonra oradan da ayrılacağın bir âlemde buldun kendini; ama her ayrılığında, yeni bir ayrılığın seni beklediği o unutuşla...

Ne zaman özleyeceksin; unutuşlar ayrılığına da senin terk ettiğin o ebedî vuslâtını?

Ne zaman hatırlayacaksın; neyi hatırlamadığını?

Ne zamana kadar bu ayrılıklar; hâlâ kendine sormayacak mısın?

Peki ölüm? Karşında, gözlerinin içine gözlerini dikmişken, seni sana çağıran en yalansız delilken, 'ya ayrılık, ya vuslat?' diye henüz sana da fikrini sorarken, duymamış olmayı mı tercih edeceksin?

Sen onu görmezden geldikçe, onun da seni görmediğine inanacak, onun değil de senin onu öldüreceğini sanacak ve kendine, kendi ellerinle ebedî ayrılıklar mı hazırlayacaksın?

Merhametlilerin en merhametlisi, o çok bağışlayıcı, çok affeden, rahmetiyle muamele eden, kerem ve ihsânı bol olan Rabbine kavuşmayı; korkuyla, endişeyle bekleyerek kendine daha ne kadar zulmedecek, O'na daha ne kadar haksızlık edeceksin?

Rahimden Rahîm'e sevk olunan, muhataplığına en kıymetli değerler biçilen o en nazenin konukken...

Daha ne zamana kadar; hevâ ve hevesin rüzgârıyla, kendi etrafında sallanan bataklıktaki sazlar gibi en ulvî yaratılış hakikâtini mahkûm edip, çamurlarla sıvayacaksın.

Aslını bulmadıkça, aramadıkça tutksaksın, ziyânsın, türlü tefrikalar içindesin, her şeysin; ama sen değilsin. Oysa hakikâti bulmakta, bulanlarla müsâvîsin; çünkü o cevher sende.

Ayrı olmayan, ayrılıkları olmayan o nûr âleminin anahtarı sende.

O bitmek tükenmek bilmeyen nûrlu yola, bitmek tükenmek bilmeyen bir aşk ve aşık gerek; o ayna da sende.

Korkunla ya ayaklar altında ezilmeye müstehâk bir kabuk ya da cesaretinle sonsuzluğa açılmaya lâyık bir tohumsun; filizsin, çiçeksin, ötesinin de ötesisin.

Öyleyse şu kâinatı inkâr gözüyle seyretme ki; şekâvet ve şehvetin teskîn olsun.

Öyleyse kendi nârını, nûr-iilâhîye'ye teslim et ki; o nûr seni âgâh kılsın.

Kudret dahî kendi zâtından münezzeh kılarak sana mânâyı tecelli ederken, sen de kendi benliğinden, enâniyetinden ayrılarak o teslimiyeti yaşa ki; o mânâyı aklın sınırlarına mahkûm etmeden kalbin idrak edebilsin.

İşte o zaman sen, ölümün öldüğü yer, kudret elinden tutarak ait olduğu yere dönen sonsuz kavuşmaksın.

İşte o zaman sen, Kerremna tâcına mazhar olan Hz. Âdem ile hemhâl, o makâma vârissin.

İşte o zaman sen, hilkatinin mebdeini ve hikmetini görebilen, 'gizli bir hazine' olanı âşikârâne bilebilensin. 

O gizli hazine ki; sana kâfidir.

Sonsuz hamd ve şükür ancak ve yalnız O'nadır. 

Vesselâm....