dore okulları
Malatya
26 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.46
  • EURO
    34.73
  • ALTIN
    2434.9
  • BIST
    9930.47
  • BTC
    63994.84$

Nerede o eski düğünler?!.

29 Eylül 2021, Çarşamba 06:44
Nerede o eski düğünler?!.

         



           

            Hey gidi günler hey...
           Henüz her evde buzdolabının olmadığı, Malatya’lıların tel dolaplarla, su damlarıyla ve gış damlarıyla idare ettiği, mahallede bir veya iki evde telefonun olduğu, taş kömürü yaktığımız sobaların üzerinde kestane pişirip ıhlamur kaynattığımız, her evin küçük de olsa bir bahçesinin olduğu ve çocukların söğüt dallarından yaptığı “süpsübü” ile müzik yaptığı, doğayla haşır neşir olduğu  için obezitenin ne menem bir şey olduğunu bilmediği günler. 
            İşte, insanların birbirini sevip saydığı, birbirine gülümseyip selamlaştığı, birbirine yardım etmeyi bir düstur saydığı, güzel günlerde düğünlerimiz de zamane düğünlerden oldukça farklıydı.
           Düğün gününden bir süre önce, oğlan tarafı bir araç göndererek, gelinin çeyizini alıp sergilemek için gelinle damadın oturacağı eve getirirlerdi. Buna çeyiz serme denirdi, Konu komşu gelip bu çeyizlere bakar ve çoğu zamanda “anam gızın cehizinde de heç bi şey yoğh” diye eleştirerek ayrılırlardı.
            O günlerde de, düğünler şimdiki gibi, içkili veya içkisiz olarak ayrılıyordu ve birbirinden farklı ritüelleri vardı. Bu düğünlerin ortak noktası bahçelerde yapılmasıydı. Çünkü her evin kendine ait bir bahçesi vardı. Bu da şimdilerin  ‘kır düğünü’ ne tekabül etmekteydi.
             İçkisiz düğün yapmak isteyenler genellikle mevlit okuturlardı. 
             Düğünlerimizde yazın patlıcan yemeği, patlıcan mevsimi değilse kuru fasülye veya nohutlu yağhını ( yahni) yapılırdı. Patlıcanın İmamlı patlıcanı olması, pirinçin Pirinççi Şükrü’den alınmasına özen gösterilirdi.
             Yapılacak ilk iş yemekleri yapacak aşçıyı ayarlamak olurdu. Ki bu aşçı genellikle Veysel usta (Aşçı Veysel, Veysel Görmeli) olurdu. Veysel ustanın verdiği listeye göre halden sebzeler ve mevsimin durumuna göre kavun, karpuz veya üzüm alınırdı. Et ihtiyacı için kasap pazarına uğranır, ya davar alınıp kestirilir veya kasaptan gövde ile hazır et alınırdı. En son mis gibi kokan organik tere yağı da alındıktan sonra evin yolu tutulurdu. 
            Aşçı Veysel Görmeli, kısaca Veysel usta bembeyaz saçları, temizliğin simgesi bembeyaz kıyafetiyle ve omuzundaki peşkiriyle hala hatıralarımdadır.
              Düğün günü evde tatlı bir telaş başlar. Evin kadınları ve erkekleri iş bölümü yapıp mümkünse erkenden yatarlar. Çünkü gece yarısından sonra kalkıp hazırlık yapmaları gerekecektir.
               Gecenin ilerleyen saatlerinde kurulmuş saat gibi herkes kalkmış ve yapılan iş bölümü gereği tüm kadınlar Aşçı Veysel Ustanın talimatlarını yerine getirmeye başlamışlardır bile. Güneş doğmaya yakın hazırlıklar bitmiş, ocaklar yakılmaya hazır hale getirilmiştir.
               Etler ve patlıcanlar Aşçı Veysel Ustanın nezaretinde, odun ateşinin farklılığıyla, büyük bakır teştlerde, ağır ağır pişerken, pilav için pirinçler atlanmaya( ayıklanmaya) başlamış, evin kadınları cacık yapımı için salatalıkları soymaya başlamışlardır bile.
               Güneş doğmuş evin erkeklerinden bir gurup genç kiralanan tahta masa ve sandalyeleri dizmeye başlamışlardır. Masalar yerleştirildikten sonra, sıra masaların kirini örtmek için üzerini kapatmaya gelirdi. Düğün sahibinin içtimai durumuna göre..!masalar ya gazete kağıdıyla ya da beyaz ambalaj kağıdıyla kapatılırdı. Bu kaplama işlemi raptiyeleyerek yapılırdı. Raptiyeleme işlemi bittikten sonra bir başka genç gurubu kiralanan veya komşulardan toplanan renkli ipliklerle “bellilik” koyulan kaşıkları masalara dizmeye başlardı. Genellikle masada yalnız kaşık bulunur, çatala pek ihtiyaç duyulmazdı. Hatta çok düğüne giden daha doğrusu düğün yemeği yemeye düşkün olanlar için ‘gaşığı cebinde’ veya ‘soğanı cebinde’ tabiri kullanılırdı.
               Bu arada Aşçı Veysel Usta mis gibi kokan tereyağlı pilavını da pişirmiş ve yemeklerini dinlenmeye bırakmıştır. Biraz sonra düğün sahibine veya damada yemeği tattırıp bahşişini alacak olmanın huzuruyla, peşkiriyle terini silmektedir.
                Bütün bunlar olurken, oğlan tarafı davul zurna eşliğinde, başta gelinci arabası olmak üzere konvoy halinde kız evine doğru yola çıkarlar. Gelinci arabası genellikle kuyruklu ‘impala’ marka araçtan tutulur (kiralanır) ve bu da Ersan taksideki, biryantinli, rüzgarda bile dağılmayan kalıp gibi saçlarıyla hatırlayacağınız Sinek Nuri’nin sarı renkli ‘şevrolesi’ olurdu. O dönem çoğu kişide araba olmadığı için düğüne çağrılanlar birer tane araba tutar (kiralar) düğün konvoyuna öyle katılırlardı. Araç konvoyu çok olan düğün günlerce konuşulurdu. Yani araç çokluğu bir prestij meselesiydi. Gelinci arabasının önüne biri pembe biri mavi saten kumaştan iki parça kumaş asılır, damat, sağdıç ve sağdıçın hanımı binerek gelin almaya giderlerdi. Gelinin evinin önüne gelince arabalardan inilir, davul, zurna eşliğinde oyunlar oynanırdı. Damat tarafı bir jest olarak, birkaç aracı boş olarak götürür ve kız tarafındakilerin hizmetine sunarlardı. Bütün bu hengame içinde kız tarafının kapısı bir türlü açılmaz, içerden birileri bahşiş verilmezse kapıyı açmayız diyerek, sağdıçtan yüklü bir bahşişi kaparlardı. Bu esnada kız evinde gelin hem ağlarım hem giderim misali göz yaşları içindedir ve erkek kardeşi geline kırmızı kuşağı bağlamaktadır.
              Gelin alındıktan sonra önde gelinci arabası olmak üzere kornalar çalınarak bir şehir turu atılırdı. Bu turun güzergahı genellikle aynı olur, Devlet Hastanesinden  (eski) dönülür ve istasyona (gar) mutlaka gidilirdi, orada arabalardan inilir kısa bir halay çekiminden sonra dönüş başlardı. Bu konvoyların olmazsa olmazı yol kesen çocuklardı. O zaman zarflara para koyma adeti olmadığı için sağdıç camdan bozuk para atarak çocukları ikna ederdi. Bazan büyükler yolu keser öyle ufak paralarla da kandıramazdınız onları, bu durumda sağdıç arabadan iner cebinden çıkardığı tomarla paradan bir miktar ayırarak yol kesenlere verir ve onlarda tatmin oldularsa yolu açarlardı. 
                Davul zurna eşliğinde yapılan şehir turundan sonra oğlan evine gelinir ve gelin eve girerken bir koç kurban edilirdi. Ayrıca kaynanasından korkması için de bir küp kırılırdı. Daha sonra leblebi şekeri, renk renk şekerler içine bozuk para konulup gelin ve damadın üstüne serpilir ve çocuklarda bunları toplamak için birbirleriyle yarışırlardı.
                 Oğlan evine gelindikten sonra mevlit başlar akabinde yemekler dağıtılmaya başlardı. Dönemin en ünlü mevlit okuyanı mevlithan Sami Canatan idi. Yemek dağıtma görevi genç mahallelilere ve genç akrabalara düşerdi. Uzunca bir köşe masaya da çocuklara yer yapılır gülüşük içinde düğün yemeği yenirdi. Hocanın yapacağı yemek duasından sonra misafirler, damadın yakınlarını tebrik edip ayrılırlardı. Erkekler takı takma işine karışmaz o işi kadınlar hallederdi.
                  İçki içilen düğünler de yine bahçelerde yapılırdı. Düğün güneş battıktan sonra başlar gecenin ilerleyen saatlerine kadar sürerdi. Üç gün süren düğünler bile olurdu. 
                 İsterseniz o yıllara gidip o ortamı bir an da olsa yaşayalım. 
                 Güneş batmak üzere, gençler hummalı bir çalışma içinde, dikkat edin profesyonel garson yok hizmet mahallenin gençleri tarafından zevkle yapılıyor. Masa ve sandalyeler yerleştirilmiş, üzeri ambalaj kağıdıyla raptiyelenmiş, masa üzeri meyveyle ve karışık çerez tabaklarıyla ve rakı için çay bardaklarıyla donatılmış, rakılar masalara dağıtılmış, elektrik kabloları insan boyundan biraz daha yüksekte, bahçeye bir kaç tur attırılıp, üç beş metre arayla altmış mumluk ampüller takılmış, bir tarafta ciğerler, etler pişiriliyor, düğünün olmazsa olmazı çalgıcılar yeni yeni gelmeye başlamış, kadınların erkekler görmeden rahat rahat oynasınlar diye  kadınların olduğu bölüme çarşaflar çekilmiş.
 İşte böyle bir ortam.
                  Bu tür düğünlerin en aranan çalgıcısı kimdi derseniz, tek kelimeyle kemancı Arakir ve defci Sıddı derim. Çünkü Arakir kör, defcide kadın olduğu için kadınların arasında olmaları bir sorun değildi. Daha sonra gelenler, her zaman briyantinli saçlarıyla hatırladığımız Muhlis, kemancı Kalender, kemancı Mamoş, kemancı Talip, Bay kardeşlerden, Mahmut Bay, Ömer Bay ve Topal Bedo( Bedri Karahan) idi.
                 Düğüne gelenler, düğün sahibinin yükünü hafifletmek adına birer ufak rakı alarak gelirlerdi düğüne. 
                  Güneş batınca düğün başlar, yenilir içilir, çalgı eşliğinde oyunlar oynanır, halay çekmek için ilerleyen saatlerde Zurnacı Vahap ile kardeşi davulcu Saim, “zurnada peşrev olmaz” sözünü yalanlarcasına Segah peşrevle meydana gelir, sonra halaylar çekilir gülüşügünen düğün savılır (bitirilir) di. 
                  İşin enteresan yanı, bu düğünlerde hiç bir olay olmazdı.
                  Tüm şehrin yükünü çeken bu sanatçılarımızın hepsine rahmet diliyorum.
                   O düğünleri yaşatabildim mi?
                   Bilmiyorum ama ben o düğünlerin daha eğlenceli olduğunu düşünenlerdenim. 
                    Sizce?
                   Selam olsun Malatya’mın güzel insanlarına...
Atilla Kantarcı