dore okulları
Malatya
19 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.54
  • EURO
    34.81
  • ALTIN
    2489.4
  • BIST
    9524.59
  • BTC
    63785.23$

Nûrun Alâ Nûr

05 Kasım 2021, Cuma 06:47
Nûrun Alâ Nûr
 




Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla...

Hamd; âlemleri aşk ile halk eden, nûruyla tüm kâinatı tenvîr eden, hidâyet râhını her daim kullarına bahşeyleyen Rabbü'l Âlemîn'edir.

Salât-ü selâm; nûrun ta kendisi, Eşref-i Mahlûkat, Ekmel-i Mevcûdât olan Efendiler Efendisi peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa'nın (s.a.s), O'nun kutlu âl ve ashâbının üzerine olsun.

Aslolanın aslını, özün özünü bulma zevki ve derdi... Bütün mesele bu.

Bu demlere yükselten nefes, hû demiyle esmeye başlamadıysa anlaşılmaz.

Şefkât ve cemâl nefesi sarıp sarmalamadıysa, ateşi kasıp kavurmadıysa anlatılmaz.

Bu tufan, ne varsa her şeyi unutturacak şiddete erişmediyse; celâlden cemâle yol bulunmaz.

Derdin dermanındaki inleten nefeste saklı o sır. 

Ney der ki bu yüzden: "Benim sırrım feryâdımdan uzak değildir. Lâkin her gözde onu görecek nûr, onu işitecek kudret yoktur." 

Nefes sırdır; fakat madde âlemine yansıyan husûsiyeti aşikârdır. O nefes ney ve sesten ibaret sanılırsa; neyzen bilinmez. Neyzen bilinmezse; murâd-ı maksâdı da bilinmez.

Bilmek için rûh ve kalbin kulağıyla dinlemek, gözüyle görmek icâb eder.

Zirâ bu kâinattaki her şey ışığın marifetiyle görülür ve farkedilir. Diğer âlemler için güneş dahi yetmez. Hakikâtini görebilmek, görülenlerin ne olduğunu fark edebilmek için bambaşka bir ışığa ihtiyaç vardır. O ışığın adı da nûr-u Muhammedî'dir.

Cenâb-ı Hakk'ın tüm âlemlere bahşettiği en muazzam nûrdur. Öyledir ki o; nûrun alâ nûrdur.

O nûra erişemeden ve o nûrdan yaratıldığını idrâk edip tasdîklemeden hiçbir şey bilinmez, bulunmaz, olunmaz. Bilmek de, bulmak da, olmak da o nûr iledir; sır tam da budur.

Maddenin mânâyı kapladığı bir âlemde, âlemler ötesine ait sır bilinebilir mi? Ha kezâ; asla...

Çünkü ilk yaratılan, O’nun mübarek nûrudur. Gerisi o nûrun  yansımasıdır yalnızca… 

Niyâz-i Mısrî'nin hani o tüm kelimelerin mânâsını bir naata sığdırdığınca: 

“Zuhûru kâinâtın ma’denîsin yâ Râsûlallah,

Rumûzu küntü kenz’in mahzenisin yâ Râsûlallah,

Beşer denen bu âlem ki senin sûretle şahsındır;

Hakîkâtte hüviyyette değilsin yâ Râsûlallah!

Vücûdun cümle mevcûdatı nice câmi olduysa,

Dahi ilmin muhît oldu kamûsun yâ Râsûlallah,

Dehânın menba-i esrâr ilmi men ledünnîdir;

Hakâyik ilminin sen mahremisin yâ Râsûlallah!

Ne kim geldi cihâna hem dahî her kim geliserdir,

İçinde cümlenin ser’askerîsin yâ Râsûlallah,

Cihân bağında insan bir şecerdir gayriler yaprak;

Nebîler meyvedir sen zübdesisin yâ Râsûlallah!

Şefâat kılmasan varlık Niyâzî’yi yok ederdi;

Vücûdun zahmının sen merhemisin yâ Râsûlallah...”


Bundandır ki aşk; nûrun içindeki ateş, recâ; ateşin içindeki nûrdur.

Marifet ise nûrun içindeki nûrdur. Aşık, kalbindeki nûrla konuştuğunda, kalbinden taşan nûrlar nefesinden çıkarak yayılır ve nûr ehlinin kalbine ulaşır. Yani nûr nûra, damla denize kavuşur.

Aşkla çarpan kalpler; gündüzün aydınlığından daha aydınlık, o nûrdan mahrum olan aşksız kalpler de; gecenin karanlığından daha karanlıktır.

Hakikât-i Muhammedî; mânâların özü, hidâyetin nûrudur. Kula, Cenâb-ı Hakk tarafından muvaffakiyyet ve inâyet takdîr edilirse, kul da marifetle, ilâhi himâyenin nûrlu vahâsına erişir.

Bu minvâlde Zünnûn (r.a.) hatıratlarından hoş bir dialoğu şöyle naklediyor:

Bir seferinde Beytullah'ı tavaf ederken; 'Sen, Sen, Sen!...' diyerek, başka hiçbir söz söylemeden tavaf eden bir zenciye denk geldim. Ona; 'Ey Allah'ın kulu, bu sözle ne kastediyorsun?' diye sordum, bana bu şiirle cevap verdi:

"Âşıkların arasında fâş edilmemesi gereken bir sır,

Hiçbir kalemin yazamadığı bir hat vardır.

Âşığın her dem taşıdığı ateşi,

Kendisinin bir parçası olmuş ünsiyeti,

İçinde olanlardan haber veren nûru vardır.

Bir karşılık beklemeden O'nu özledim,

O'nunla paylaşılan suskunluğun sırlarını sayıklarım..."


Âh... O vahâda artık; konuşmak da birdir, susmak da...

Marifetin özü; nûrun kanadıyla uçar. Rahmet ilhamlarının otağında ve izzetin sonsuzluğu çevresinde dolaşır, mukaddes âlemlerde gezinir; bazen avaz avaz, bazen sessiz, sözsüz, dilsiz...

Rabbü'l Âlemîn'in rahmet ve merhametle nazar ettiği, belâgat ve fesahat yağmurunu şefkatle üzerine yağdırdığı, yakînliği ve muhabbeti ile kuşattığı, basiretle ferâsetin mekânı kıldığı, gaflet ve cehâlet kirlerinden arındırdığı, nûra garkettiği kalpler ancak huzura kavuşur ve sükuna erer.

Hiç şüphesiz ki; "Allah nûrunu tamamlayacaktır..." (Saff, 61/8.)

Cenâb-ı Hakk benliklerimizin nârından azâd kılıp, kalplerimizi nûr-u Muhammedî ile tenvir eylesin...

Vesselâm...