dore okulları
Malatya
26 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.58
  • EURO
    35.03
  • ALTIN
    2459.1
  • BIST
    9798.61
  • BTC
    64430.67$

Projektörü kendimize tutalım

27 Mart 2019, Çarşamba 21:26

 

( SESLİ MAKALE)

 

Bazen olaylar bizim düşündüğümüz kadar basit olmayabiliyor ya da dikkatimizi hep uzaklara vermekten yanı başımızda olan hatta bizim dahi içerisinde olduğumuz aynı ya da benzeri bir durumu göremeyebiliyoruz. Farklı bir bakış açısı sunabilmek ümidiyle iki örnek üzerinden bu konuyu işlemek istiyorum.

Ayasofya açılsın diyoruz. Bunu istemeyen samimi bir Müslüman olabilir mi? Ayasofya minarelerinden ezan dinlemek ve orada namaz kılmak en büyük arzumdur. Hatta neden açmıyor diye yöneticilerimizi eleştirdiğimizde olmuştur ancak Ayasofya‘yı cami yapmanın kolay olmadığını ve bunun ağır karşılıkları olacağını ve bizim bu bedelleri ödemeye hazır olup olmadığımızı hiç düşündük mü? Bir papaz yüzünden restleştiğimiz Amerika'nın ekonomimize olan saldırıları bizi zora sokmadı mı? Dik dur eğilme diyenlerin bazıları işin ucu ceplerine dokununca saf değiştirmediler mi ya da “ seslerini kısıp, salıver gitsin” demediler mi? Peki saldırı bir kanattan değil Ayasofya'yı kutsal sayan birçok kanattan gelse o zaman ne yapacağız, millet olarak bir olup dik durabilecek miyiz?

Öte yandan İslami fobinin ve ırkçılığın çok arttığı dış dünyada bunu fırsat bilip kinle saldıracakları camilerimizi ve gurbetçi vatandaşlarımızı koruyabilecek miyiz? Camilerimizden ve sivil kuruluşlarımızdan rahatsızlık duyan ve kapatmamak için fırsat kollayan ülkelere bunu yapamazsın, camilerimize, derneklerimize dokunma deyip dokundurtmamaya gücümüz yeter mi?

Böylesi bir işe kalkışmadan her türlü sonuçlarını iyi hesap etmek gerekir, kuru kabadayılık edip sonra altından kalkamayıp sözümüzü geri alırsak bir daha Ayasofya'nın cami olması hayalini bile kuramayız. Biz millet olarak bir olmadıkça, dik durmadıkça, bedel ödemeye hazır olmadıkça, ekonomide, teknolojide bağımsız ve güçlü olmadıkça Ayasofya hayaldir. Çünkü dünya küçüldü ve en batıda atılan bir tokadın sesi en doğudan geliyor artık.

İkinci olarak, dünyada ırkçılığın arttığını üzülerek görüyoruz ve rahatsızlığımızı her tonda dile getiriyoruz. Irkçılığın zararlarını kurşunlanan camilerimizle, katledilen masum kardeşlerimizle yaşıyoruz. Peki, biz ırkçılık (ayrımcılık) yapmıyor muyuz? Bırakın başka bir dinden olmayı ve bize zarar vereni evi başına yıkıldığı için bize sığınmak zorunda kalan Suriyeliyi ya da çalışmak evine ekmek götürmek için ülkemize gelen Afganistanlıyı, Kazakistanlıyı hor görüp ne işleri var burada, gitsinler demiyor muyuz? Bırakın yabancıyı kendi aramızda bile memleketinden, ırkından ya da inancından ötürü dışlayıp ötekileştirmiyor muyuz? Hatta ve hatta insanları bıraktık direk değerlere saldırmaya başladık. Ezanı ıslıklamak, elinde en edepsiz pankartla utanmadan sıkılmadan, kutsal değerlerimize ve bunları yaşayanlara değil saygı duymak elinden gelse hayat hakkı bile vermemek ırkçılık değil midir? İşin üzücü tarafı ise bizim için çok ciddi bir beka sorunu haline gelen ırkçılığı, elimizde dürbün dünyanın en uzak noktasında bile görüp kınadığımız hâlde yanı başımızdaki ve hatta çoğu zaman parçası olduğumuz ırkçılıktan bihaber oluşumuzdur.

Yeri gelmişken Yeni Zelanda başbakanına ve milletine, teröre karşı top yekûn dik duruşlarından ve oradaki Müslümanlara sahip çıkmalarından ötürü çok teşekkür ediyorum. Dünyanın çoktandır unuttuğu mertliği, adaleti, mazluma sahip çıkmayı, zalime kim olduğuna bakmadan karşı komayı tüm dünyaya yeniden hatırlattılar.

Günlük hayatımızda bu örnekleri çoğaltmak mümkün ben öne çıkan ikisini yazdım. Gerisini siz düşünün. Etrafımıza bakarken kendimizi unutmamalıyız. Bir kusuru eleştirirken bizde de var mı diye yoklamalıyız ve eğer dünyayı değiştirmek istiyorsak işe kendimizden başlamalıyız. Dünyayı değiştirmeye gücümüz yetmez ama kendimize yeter zaten önemli olan bu değil mi? Dünya dediğimiz şey tek tek bireylerden oluşmuyor mu?