dore okulları
Malatya
26 Nisan, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.56
  • EURO
    35.00
  • ALTIN
    2451.4
  • BIST
    9716.77
  • BTC
    64364.65$

’’Bağköyleri gezisi’’

19 Şubat 2022, Cumartesi 17:51
"Bağköyleri gezisi"
Bugün artık benim için klasikleşen “bağ köyleri turu” ndan birini daha yaptım. Size güzergâhı kısaca tarif edeyim, sonra ayrıntılara geçerim. 
Çilesiz, Tecde, Barguzu, Çırmıktı ve Kilayik…
Öncelikle şunu belirteyim, tam 5,5 saat bisiklet sırtında yaklaşık 27 kilometre yaptım. Dile kolay… Eeee ne de olsa Osmanlı torunuyuz. Atalarımız at sırtında kıtalar dolaşmış ben de bisiklet sırtında köyler ve mahalleler dolaştım. Aynı şey!
Saat 12.00, bisiklet biiiiiiiin! 
İstikamet Çilesiz! Her ne kadar adı Çilesiz olsa da artık ben buranın adını “Çileli” yaptım. Çünkü Malatya’nın imara açılıp katledilen ilk talihsiz yerleşim birimi… Çilesiz dediniz mi duracaktınız. Malatya’ya merkeze en yakın bağ köyü idi… Her ne kadar mahalle olsa da… Gündüzbey’e doğru giden bağ köylerinin başlangıcı idi… Dört tarafını beton binalarla kuşatmışlar, tek tük ağaçlar, birkaç tane yıkılmak üzere yan dönmüş eski evler, kaybolmuş sokaklar, kapanmış su kanalları ve öğlen vakti camiye doğru giden yine eski neslin nur yüzlü yaşlıları… Hepsi bu kadar… Çilesiz bitmiş. 
Malatya gelişmiş, modern olmuş, kalkınmış… Güleyim bari… Kimliğini ve kişiliğini kaybetmiş demiyorlar da… Sanki çocuk kandırıyorlar. 
1990 yılların başından itibaren iki dönem Belediye Başkanlığı yapan Münir Erkal bitirdi burayı… Başta Çilesiz ve Tecde olmak üzere tarih ve gelenek kokan bu yöreleri Erkal katletti. 
Neyse… Öğlen namazı ezanı okunuyor. Camide hiç tanıdık ve yerli yok. Nereye gittiler? Çilesizliler’in yerini uzak köylerden ve şehirlerden gelen yabancılar doldurmuş… Ağlanmanın sızlanmanın bir anlamı yok, Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun Çilesiz’in… Ruhuna Fatiha okuyup yola koyuldum. Fazla zaman kaybedemem çünkü akşam saat 17.30’da yeğenim bana ayranlı köfte yapacak, kavuşmam lazım… Çünkü kendi huyumu bilmez miyim, yolda kimi görsem konuşur, her yabancıya selam veririm, yabancı dediysem, mutlaka tanıdık çıkar konuştukça… 
Bu yüzden hızlı hareket etmem lazım…
Çilesiz’den, Fidanlık’ın arkasından dolanıp, hepsi birbirinin kopyası olan beton binaların arasından kanal boyuna çıktım. Tecde’nin içinden değil, üst kısımdan gidip şehri daha yüksekten göreceğim. Zaten bu güzergâh bizim sabah yürüyüşü yaptığımız bir güzergâhtı. Bu yol üzerinde Artvinli dostum Dursun Amca’nın evine uğradım, “Dursun amcaaaaa! Ebubekiiiiiiir!” 
Ebubekir çıktı. Babası evde yokmuş, çarşıya gitmiş. Sonra öğrendiğime göre Kaşkar adlı atını Kahramanmaraş’ta bir arkadaşına hediye etmiş. Nasıl yapacak ne edecek, atsız duramaz Dursun amca… Şimdi Artvin’de kendisine yeni bir at bakıyorlarmış… Selam bırakıp yoluma devam ettim. 
Barguzu yoluna girdim. Kanal boyundan, eski evlerin olduğu yerden aheste aheste sürüyorum bisikletimi, mevsim artık sonbahar sonu… Yani sonbahar da bitmiş, hazan mevsimi başlamış. İyice melankolik yapar bu havalar ve bu renkler… İyice kızıl, iyice koyulaşmış kiraz, ceviz ve kayısı ağırlıklı ağaçların yaprakları… Kahverenginin bütün tonları ile süslenmiş, zemini gazel kaplı tünel gibi yollar… Bakması, içinden yürüyüp geçilmesi insanı rüyalar alemine götürüyor, adeta ruhunu temizliyor. Acaba kaç kişi, kaç aile bu manzaranın tadını çıkarmak ve Allah’a şükretmek için bu yollara düşer ki…
Demeye kalmadı, baktım karşıdan iki çocuklu bir aile geliyor. Sırf sonbaharı yaşamak, renkleri seyretmek ve içlerine yaprak kokusu çekmek için Barguzu yollarına atmışlar kendilerini… Ne güzel!
Gelin dedim, sizin fotoğrafınızı çekeyim. Nasıl da mutlu oldular. “İlk defa bizim böyle ailece güzel bir fotoğrafımız oldu, teşekkür ederiz” dediler. Sonbahar ikramiyesi gibi oldu onlar için…
Vedalaşıp yola devam ettim. Zaman tünelinde seyahat eder gibi bisiklet üstünde adeta uçuyorum. Hani şu uçan süpürge var ya, vallahi tam onun gibi… 
Biraz ileride baktım bahçe kapısının taş basamaklarında oturan yaşlı bir amca, önünde de kırılmış odun parçaları ve iki torba odun…
Selam sabah ve tanışma faslından sonra, Haydar amca, “Gel oğlum, bu bahçe benim, gir içeri hurma ye, yanında da bir poşet götür” dedi, “Herkes gelip burdan yiyor” 
Vay be! 
Tam Osmanlı usulü… Ne kadar cömert ve misafirperver… Bahçesinin kapısını açmış, çünkü gönlü geniş… Bahçeye girdim, bir adet yedim, üç adet de koparıp çantama koydum. 
Sonra laf lafı açtı, karşıda iki katlı evde oturuyormuş, alt katta ise kiracı… Fakat Allah rızası için onlardan kira almıyormuş, çünkü anne ölmüş, baba da başka bir kadınla evlenmiş gitmiş, dört tane yetim anneannesinin umuduna kalmış… İşte bu aileye evini vermiş Haydar amca… Mahallelilerle beraber bakıyormuş. 
Cennetini satın alıyor Haydar amca… Gözlerim yaşardı, öyle mutlu oldum ki, böyle mübarek bir yaşlı amcayı tanımaktan dolayı… 
Yorgun ve bitkindi. Geriye kalan odunlarını ben kırdım, yığılmış torbalarını da evine taşıdım. Yine de diyor ki, “Oğlum sana kıyamam” 
Allahım bu ne güzel bir amcaydı! Ne mübarek bir dedeydi!
Telefonunu aldım, kiracısı olan aile için belki bir yardımım dokunur diye… Gideceğim, en kısa zamanda Haydar amcayı bir kere daha göreceğim inşallah…
Barguzu’da beni bekleyen sürprizler bitmedi. Durun heyecanlanmayın, yavaş yavaş anlatacağım.
Haydar amcanın evinden ileriye doğru yaklaşık 400 metre kadar gittim ki, bir evin bahçesinden duman yükseliyor, çok tatlı bir de ekmek kokusu… Aman Allahım galiba yufka pişiriyorlar. 
Ne yapsam acaba, kapının zilini çalsam olur mu, bana bir şey derler mi? Aynı yörenin insanıyım, çok da girişkenim ama yine de çekiniyorum. Bütün cesaretimi toplayarak, bismillah deyip, kapıyı çaldım.
Orta yaşlı bir kadın açtı. “Kusura bakmayın, dumanı gördüm, ekmek mi pişiriyorsunuz?” Kadın gülümsedi, anladı, “Buyur gardaş gel ekmek vereyim”
Vab be!
Bu ne insanlık Allahım! Dünyanın sonu geldi diyorlar. Yok vallahi sonu monu gelmedi, daha dünyanın başındayız. Baksanıza biraz önce Haydar amca, şimdi de bana daha istemeden ekmek veren kadınlar… İçeri girdim, annesi ile beraber ocak başında yufka pişirirken ki manzarayı gördüm. Dayanamadım, izin istedim ve bu ölümsüz manzaranın fotoğrafını çektim. 
İnanın ekmek bahane, insanlık şahane! Ne kadar temiz ve saf insanımız var. Ne kadar cömert! Allah da bana yardım ediyor, Şeyh Hasan’ın oğlu olduğum için hep iyilerle karşılaşıyorum. 
Hurma aldım, ekmek aldım, güler yüz iç tim ve muhabbet kokladım, insanlık gördüm, eski günlerimi hatırladım, çocukluğuma gittim… Sonbahar bereketi buna derler. Çırmıktı’nın ucundan, Kilayik’in göbeğinden dönüp tekrar Barguzu Camii’nin önünden yeğenlerimin evine gittim. 
Bu muhteşem gezinin finalini yine muhteşem bir yemekle yapacağım: Ayranlı köfte… Benim en sevdiğim yemek… Yemek değil mahalli kültür, yanlış anlamayın, ben hayatımda hiç yediğim yemeklerden bahsetmem ve fotoğraflarını da paylaşmam. 
Sadece ve sadece mahalli kültür ile ilgilenirim. Ayranlı köfte de mahalli bir kültür olduğu için rahatlıkla paylaşıyorum. Ben küçükken dermişim ki, annem söyler, “Büyüyünce ayranlı köfte yapmasını bilen bir kızla evleneceğim.”
Ya işte böyle, ayranlı köfteyi bu kadar seviyorum. 
Eveeeeeet… İşte bisiklet sırtında, 5,5 saat, 27 kilometre süren “bağ köyleri turu” muzun hikâyesi… 
Memnun kaldınız mı? 
Siz de benimle beraber buraları gezmiş gibi oldunuz mu?